Wikipedia

Arama sonuçları

30 Mart 2015 Pazartesi

English Diary (30.03.2015) "Ezginin Günlüğü"

Hi sweety,

I have no idea what I will be writing to you. For this reason, I want to look back and read what I wrote before. And I've laughed very much when I read before post. It was very fun. I know, my english is still not good but I feel that it is better day by day.

Actually, there is nothing much to tell. You know, the same old story. I'm working so hard, recently. I can't spare any time for you right now. The weather is still very bad. Everyone is waiting for spring. Of course, mee too.

Besides, I'm still doing pilates and I am feeling a lot thinner I guess, it's working. I'm reading turkish novels. I'm sorry because I'm still not reading "The Pearl". However, I will start to read it again, in the next days, I promise.

And recently, my favorite thing is listening to "Ezginin Günlüğü". Do you know it. It is my favorite band since I was a child. I grew up with their songs. "Leyla", "Ebruli", "Düşler Sokağı","1980", "Gemi", "Aşk Bitti" and more... These songs make me happy and peaceful. I have'nt listened to them in a long time. I miss them.

I want to start this week with their song, like this;


We all have a good week.
See you later honey!

26 Mart 2015 Perşembe

Eylembilim

Ben ne desem, nasıl anlatsam ki Oğuz Atay'a olan hayranlığımı? Eğer Oğuz Atay kitabı okuduysan elbette anlarsın neler hissettiklerimi. Okumadıysan da üzülme, bence çok şanslısın, önünde okunmayı bekleyen 7 adet Oğuz Atay kitabı var çünkü. İnan bana bunu bilmek bile öyle büyük mutluluk ki...

Bir daha yeni bir Oğuz Atay kitabı okuyamayacak olmak da bir o kadar hüzünlü tabi. İşte bu hüznü diplerde yaşamamak için "Eylembilim"i sona bırakmak istemedim ben de. Çünkü "Eylembilim" Oğuz Atay'ın tamamlayamadığı son eseri. Kitap bitince Oğuz Atay'ın erken gitmiş olmasına üzülüyorsunuz zaten. Bir de onun yeni bir kitabını bir daha okuyamayacak olma gerçeğiyle sarsamazdım kendimi.

Kitabı bitirince, tahmin ettiğim gibi; "Keşke daha çok yaşasaydı da hem bu kitabı tamamlayabilseydi hem de bize ömrümüz boyunca okuyabileceğimiz bir sürü eser bıraksaydı" dedim. Ve sonra okunmayı bekleyen 4 eserine bakıp teselli ettim kendimi. Hiç acele etmeden okuyacağım hepsini, diğerlerini yaptığım gibi...

Hoş, her bir cümlesi için bile, ayrı ayrı, üzerinde günlerce düşünebilir insan. Bir cümleyi okuduktan sonra, ikinci cümleye kolay kolay geçemiyorsun zaten. Bırakmak istemiyorsun o canım cümleleri... Aklın kalıyor, "ya onu unutursam" diye telaşa düşüyor, hemen altını çiziyorsun... Sonra dönüp dönüp işaretlediğin cümlelere bakıyor, tebessüm ediyorsun. Böyle garip ruh hallerine giriyorum işte Oğuz Atay okurken ben. (Tuhaf mıyım ben?)

Oğuz Atay, son zamanlarını "Eylembilim"i tamamlayamayacak olmanın kaygısı içinde geçirmiş. Ve maalesef tamamlayamamış da. Vefatının ardından da sadece 40 sayfası bulunduğundan eldeki bölümler "Günlük"'e eklenerek "Eylembilim" başlığı altında yayımlanmış.

Aslında, 40 sayfadan daha fazla yazdığı çevresi tarafından bilinse de konunun üzerine gidilmemiş ilk başlarda ve 1987-1998 yılları arasında "Eylebilim" "Günlük"te 40 sayfalık bir bölüm olarak yayımlanmış.

Daha sonra da Oğuz Atay'ın kızı Özge Atay, babasının kitaplarındaki gibi bir olayla karşılaşmış ve postayla romanın kalan 74 sayfası isimsiz bir paket içinde adresine gelmiş. Bunun üzerine de bu haliyle bile yine tek başına bir roman olur diyerek "Eylembilim"i yazarın 7. eseri olarak yayımlanmış.

Eylembilim'in kahramanı Server Gözübudak da tıpkı Selim Işık gibi burjuvaları eleştiren bir karakter... Bir matematik profesörü. İşte bu profesörün, üniversitede, siyasi olaylarda cinayete kurban giden bir öğrenci için isyan çıkaran diğer öğrencilerle, üniversite yönetimi arasında kalışını anlatıyor. Ama ne tatlı anlatıyor bilemezsiniz... Tamamlanmamış hali bile insanı bu kadar etkilediğine göre, tamamlayabilseydi nasıl bir eser olurdu kim bilir?

Yazıma son verirken hepinize Oğuz Atay'ın hitap şekliyle sesleniyorum "Canım insanlar!" bu kitabı okuyunuz...







22 Mart 2015 Pazar

English Diary (21.03.2015) "My 34th Birthday"


Hi dear,
Guess, whoese birthday is today? :) Come on honey, it's very easy. Of course, it's mine. :)))

You know that I've written about my feelings in turkish on my birthday. However, I want to share my feelings in english on my birthday as well.

Yes dear, It's my birthday; "happy birthday to me"  :) Ooo, thank you, thank you :)

All kidding aside, I'm getting older. So, I feel so sad  :(  I'm 34 years old now, can you believe it? No, I cannot believe it :( It's very difficult, because I still feel like a little girl.

This is really interesting for me. On the one hand I feel so sad because of I'm getting older, on the other hand I'm very happy for I feel more free. And I feel strange. Actually, life is strange, isn't it?

In spite of everything, life is so good! Actually, this is the only truth and what I want to believe. Life is really good!

Life is good, laughing is good, eating, sleeping, loving, reading, writing, traveling, visiting new place where I've never been before... All these are so,so good!

And to be able to get a chance to come into the world is so awesome, therefore, I feel very lucky. And I usually say to myself: "Fourtunately, I've been born. Because, life is wonderful.

I hope, I will be able to write good and happy things on my blog after my new age, too.

And finally, thank god for all the years of my life. Happy 34th birthday to me!

See you honey!


21 Mart 2015 Cumartesi

Ne Güzel Şeyim Ben Yaşım Hep 34

Hahaha oldu mu bu başlık yaaa? Olmadı ama bugün kendime şarkılar söylemek, şiirler yazmak istiyorum. Ne bileyim işte, kendimi sevmek, şımartmak istiyorum. "Canım kendimim üzülme, sen hala çocuk gibisin" diyerek teselli etmek istiyorum.

Bir de fena halde yaşımı İstanbul'a bağlamak istiyorum. Sabahtan beri aklımda "Hımm bugün benim doğum günüm, 34 oldum, İstanbul'un plakası" gibi saçma bir benzetme var ve tam bağlayacağım mevzuyu, birden kaçıveriyor. Dur, dur bak, yine geliyor işte;

"34, güzel rakam. İstanbul'u hatırlatan herşey güzel değil midir zaten? Umarım bu yaşım, İstanbul kadar güzel olur benim için. Her ne kadar arada sızlansam da, şikayet etsem de benim için dünyanın en güzel şehridir kendisi."

Ayy ne bu böyle? Hiç samimi değil, daha geçen gün İstanbul'u yerin dibine sokmamış mıydın? Evet İstanbul'dan vazgeçemezsin biliyorum ama ne bileyim "Gezelim, Görelim" programını sunar gibi oldu sanki. Olmadı bu cümle olmadı? Biraz daha samimi olsun, bıcır bıcır olsun, doğum günüm olduğu için mutluluktan havalara uçuyormuşum gibi olsun. Tamam bi de şuna bak:

"Yaşım 34 oldu. İstanbul gibi olayım ben bu sene. Evet ya, çok istiyorum bunu. Hem başıma buyruk olayım hem de kimse vazgeçemesin benden. Şarkılar yapsınlar, şiirler yazsınlar bana. Haha, martılarım olsun bi sürü, simit atsınlar onlara. Boğazımdan vapurlar geçsin (!)"

Oldu canım, 3.köprüde geliyor, artık sırtın yere gelmez! Yok, bu da olmadı. Olmayacak da. Bağlayamayacağım ben. Güzel, aklı başında bir doğum günü yazısı çıkmayacak benden bugün.

Neyse iyice saçmaladım galiba. Zaten 34 olmuşum, gidip yatayım ben en iyisi. İnsan bi yaştan sonra böyle oluyor demek ki. Hayır aslında bu İstanbul fikri güzeldi bence ama bağlayamadım işte.

Üff, tamam ben gidiyorum. Tebrik ve kutlamalarınız için teşekkürler, teşekkürler...

Ama cidden İstanbul en güzel şehir değil mi? Tıpkı 34'ün en güzel yaş olması gibi... (Tamam, son kez denedim. İyi geceler!) :)

20 Mart 2015 Cuma

Sağlık Reformu


Geçen gün Sultanahmet'te yürüyorum, baktım 2 turist el kol hareketi yapıyor bana. Evet bana... Bu turistlere de bir haller oldu son günlerde, cumhurbaşkanı mıyım ben yahu?

Neyse,  dedim ki onlara; hayırdır Johnlar?

İçlerinden biri dedi ki; " We are mad about your country" (biz ülkenize hasta olduk)

Dedim: This is normal. Everybody is already mad about my country. (e çok normal, herkes benim ülkeme hastadır zatii)

"Wouwww!" dedi Johnlardan biri, "this is interesting" (Ay sıkıldım, artık çevirmiyicem)

"Yesss", diye katıldı öbür John da ona, "it is gorgeous".

"Herılt yani" dedim ben de, ne sandınız? Bizim sağlık reformumuz var. Yanaşın yamacıma da azıcık anlatayım size, sizi zavallı Conlar!

Ama sorry, ingilizce anlatamayacağım. Cumhurbaşkanımız kadar ingilizcem iyi olmadığı için, ben bu kadar olağan üstü bir sistemi ancak anadilimde anlatabilirim. (Neden böyle bir şeye kalkıştım bilemiyorum şimdi, ama turistlerle bu türden diyaloglara girmek pek moda bugünlerde. Zaten önemli olan turistlerin bizi nasıl anladığı değil, dünyaya kendimizi kanıtlayabilmemiz değil mi ama!.)

-Öncelikle, 18 yaşımızdan sonra işsiz kaldığımızda, ailemizin toplam giderleri (bakın burası çok önemli, gelir değil gider ve sadece senin giderin değil tüm ailenin gideri) üzerinden borçlandırılıyoruz biz ve ona göre devletimize prim ödüyoruz. Bu dahine fikri bence siz de uygulamalısınız dostum!

Sonra, doktor başına günde 100-150 hasta veriliyor ki doktorlarımız tecrübelensin daha dinamik olsunlar, bizlere daha iyi hizmet versinler diye. Bu yüzden, doktorlarımız çok dinamiktir bizim. Uçan tekme, döner tekme, altın yumruk... hepsine karşı çok dayanıklılar.

Öyle leblebi gibi  her ilacı da bedava bedava alamıyoruz bir de. Her geçen gün ilaç listesinde sınırlama yapıyor devletimiz. Neden? Tabi ki bizim iyiliğimiz için! Her türlü kimyasaldan uzak tutmak istiyor bizi.

-Efendim, biber gazı mı? Noo, I cannot understant you. Sorry dude, my english is a bit bad.

Anyway, ben türkçe anlatmaya devam edeyim, galiba biraz saçmalıyorsunuz, çok iyi anlamıyorum sizi, siz beni anlıyorsunuz di mi?Hımm? (Anlamasanız da olur ben mesajımı vereyim de.)

 He tamam, ne diyordum? İlaç evet, her geçen gün sgk ilaç listesini azaltıyor. Buradan da anlayacağınız gibi devletimiz yine bizi düşünüyor. E tabi azalta azalta bıraktırmak gerekir ilacı, öyle birden bırakılmaz ki. Umarım sizin de bir gün böyle sizi düşünen bir devletiniz olur.

Sonra özel hastanelere gidebiliyoruz SGK'lı olarak.Tabi yaaaa! Bu biraz karışık, anlatsam da anlayamazsınız siz.

Hastane, hasta, eczane üçgeni diye bir sistemimiz var bir de. Bu sisteme göre, hastaneden çıkan hastanın tahsilatını eczane yapıyor. Nasıl oluyor? O sistemi ben de pek çözemedim ama galiba iyi bir şey. Yani uuuf, şimdi size nasıl anlatayım ya? Zaten bööyle bön bön bakıyorsunuz.

Uzun lafın kısası, ülke olarak sağlıkta reform yaptık canım biz, are you kapiş?  Darısı başınıza inşallah.

-Sahi yahu nereliydiniz siz? Weee aaa yuuu fırom?
- United States
- Yunaytıt Siteyts mi? Yani Amerika di mi?
-O ye!
-O ye tabi, Obama'nın memleketi di mi? Bak biz onu çok seviyoduk ilk başlarda, şarkı bile yapmıştık ona.   "Obama, Obama pirezidensiii!" Ama son günlerde bi şeyler oldu, pek haz etmiyoruz ondan. Bir artistleşti sanki.

-What are you talking about?

-Neee? Hadiyin be oradan? Get out! Zaten doğru dürüst sağlık sektörünüz bile yok, bi de konuşuyorsunuz. Neyse, hadi hadi, bacasız sanayimizi baltalamayalım şimdi durduk yere. Acıdım ulen size. Bizim cumhurbaşkanına söyleyelim de gidip Obama'ya azıcık anlatsın sağlık reformunun nasıl yapıldığını.

Nasıl da ağzı açık dinlediler beni yaaa? Kıyamam!

18 Mart 2015 Çarşamba

English Diary (18.03.2015) "The Çanakkale Martyrs' Memorial Day"

Hi my diary,

Today is The Çanakkale Martyrs' Memorial Day and 100th Anniversarry Of The Çanakkale Naval Victory. So, we feel proud and also we feel sad. Because, thousands of soldiers died heroically in this battle.

Canakkale always pulls on my heartstrings. Because, I grew up with listening to a lot of real stories about this battle. Carporal Seyit (Turkish: Seyit Onbaşı), Hennaed Hasan (Turkish: Kınalı Hasan), Unknown Soldier (Turkish: Meçhul Asker) and thousands of more. Of course, they will be told today, again. Will be told forever and ever...

Carporal Seyit is one of the most famous hero in this battle. He has carried three artillary shells which was about 275 kg. One of the shells hit the British HMS Ocean. And than, the ship was sunk by the minelayer Nusret. It was an important victory for Turkish soldiers.

The shell was not real as shown on the picture. It is made of wood. One day after, journalist have wanted to Carporal Seyit carries again for take a photo. However, he couldn't carry a reel shell and he said: "If the battle start again I will carry it again, but I can't now" And than he has carried wood shell for this picture.
The Çanakkale Battle is known as the bloodiest of the battles in World War I.  All the martyrs who died in Çanakkale will never be forgotten. And we will always be grateful to them. Because, they have fought under very difficult conditions. They were very hungry, very powerless and they didn't have any technological arms... All they had was their hope.

And the most importantly, other Turkish people have took heart from these heroes for to start The Turkish War Of Independence.

Yes, all of us grateful to these heroes for our independence. May they sleep in heavenly light. We will never forget them, they are all alive in our hearts with love, respect and thankfulness... And we always have our independence, as they wanted.


-------------------------------------------
Martyr: Şehit
Anniversarry: Yıl dönümü
Naval: Deniz savaşı
Artillary: Top
Shell: Top mermisi
Sunk: Batmak
Minelayer: Mayın gemisi
Henna: Kına

Çanakkale Şehitlerine Saygıyla...


Kahramanlığın, cesaretin, mertliğin, bilek gücünün ve vatan sevgisinin olduğu son savaştı belki Çanakkale savaşı. Günümüz savaşlarının aksine, düşünce, mantık, para, güç, galibiyet, mağlubiyet... bu kavramların hiç biri olmadı bu savaşta kahramanca savaşanlar için.


Belki hiç bir kavramı düşünmeye bile fırsatları olmadan cephenin ortasında buldular kendilerini çoğu. Savaşmak için değil, ölmek için oradaydılar zaten. Yokluk içinde, yiğitçe... romanlardaki, destanlardaki kahramanlar gibi, ama masumca savaştılar. Düşmanla ekmeğini paylaşacak kadar masumca... Sonunda da hepsi kendi kanlarıyla bu destanı yazdı ve birer gerçek kahraman oldular.


Seyit Onbaşı, Kınalı Hasan, Meçhul asker, Yahya çavuş ve onlar gibi binlerce kahraman... Hepsinin hikayeleri değil 100 yıl, 1000 yıl da geçse anlatılmaya davam edecek ve her zaman gururlu bir burukluk hissettirecek bizlere.


Fazıl Hüsnü Dağlarca'nın dediği gibi "Çanakkale, Türkiye Cumhuriyeti'nin önsözüdür..."

Eğer bu önsözü atlarsak biz, Cumhuriyeti yeteri kadar ve hak ettiği gibi anlayamayız. Çünkü; Çanakkale, Kurtuluş Savaşı'nı başlatacak güveni kendimizde bulma sebebiydi aynı zamanda. Türk olmakla gurur duymaya belki de bu savaşla başladık biz. Ve çok şükür ki hala bu topraklarda yaşıyoruz, hala Türküz ve hala bundan dolayı gururluyuz.

Çanakkale deniz zaferinin 100. yılında şehitlerimizi saygıyla, sevgiyle ve minnetle anıyorum.




17 Mart 2015 Salı

Top Ten Mimi (Buralı Olmayanlar Lokali'nden)

Heyoo, Mim zamanı! Buralı Olmayanlar Lokali tarafından yine mimlendim! :)

En sevdiğim 10 kitap ve yazar isimlerini listelemem istenmiş. Çok zorlandım tabi. Listeyi yaparken kitaplığımdaki tüm kitaplar anlamlı anlamlı bakmaya başladı sanki bana :) "Beni seçmedin he, tühh yazıklar olsun" der gibi... Bu zorlu görevi ne baskılar altında yerine getirdim anlayın artık :)

E hepsini yazamazdım ki, epi topu 10 tanecik yazmak zorundaydım. Şu aşağıdakiler, kalbimi feth etmiş olan kitaplardan sadece 10 tanesi. Onlarcası daha var elbette. Onları da başka mimlerde paylaşırım artık :)

İşte benim Top 10 listem:

1- Tutunamayanlar - Oğuz Atay
2- Başucumda Müzik - Kürşat Başar
3- Oblomov - İvan Aleksandroviç
4- Dönüşüm - Franz Kafka
5- Aşk - Elif Şafak
6- Da Vinci Şifresi - Dan Brown
7- Şibumi - Trevenian
8- Açlık Oyunları - Suzanne Collins
9- Benim Delilerim - Aziz Nesin
10- Toprak Ana - Cengiz Aytmotov

Bugüne kadar "ortaya atıyorum isteyen mimlesin kendini" dedim hep. Ama bugün içimden geldi, biraz heyecan, biraz atraksiyon olsun istiyorum. Bu yüzden bir kaçınızı mimleyeceğim. Hazır mısınız? Ooo piti piti, kimi mimlesem, kimiiii? hımmmm? hımmm? :) Tamam bu kadar heyecan yeter açıklıyorum :)))

1-DeepTone
2-Herşeyden Konuşmalı
3-Benim Tatlı Hikayem
4-Kreatif Başkan

Hadi bakalım görelim sizin de Top 10 listenizi :)



9 Mart 2015 Pazartesi

Nostalji: "1 Adet Kibrit Kutusu Büyüklüğünde Diyet"


Herkese selam, her ne kadar yazın geliyor olduğunu hissetmesek de, takvim itibariyle diyetlere, sporlara başlanmış olduğunu görüyorum son günlerde. 
Böyle bir kaç arkadaşın blogunda diyet yazıları görünce kendi kendime "geçen sene benim de yazmış olduğum diyetimsi bir post vardı, sahi ne yazmıştım ben" diyerek geçmişe döndüm ve her sene yılın bu zamanlarında çoğumuzun büründüğü o garip ruh haliyle yazmış olduğum postu bulup okudum az önce. 
Okuyunca ne güldüm kendime, anlatamam :) Hem güldüm hem de acıdım, ne yalan söyleyim. Her sene her sene aynı şeyler yahu, yazık bize yaa! 
Ben daha fazla konuşmayım, yazının linkini altta paylaşıyorum, o zamanlar benim hiç takipçim olmadığı için okumamış olabilirsiniz bu postu. Okuyun çok eğleneceksiniz. Karın kaslarınız bi gıdım da olsa güçlenecek valla bak! :) 
                                 Okumak için =>   1 Adet Kibrit Kutusu Büyüklüğünde Diyet


English Diary (08.03.2015) "International Women's Day"



Hi dear,

Today is International Women's Day. Actually, it is not very important. Because, women are killed everyday. I hope, all of us will live one day in a world where women are not killed.

Anyway dear, I cleaned my room, today and I'm very tired. (Oh Women, what a pity!) So, I cannot write any more this week. Don't worry, everything is ok. I am still doing my pilates and reading my English novel. No problem. I just need to get some rest. Is that ok?

See you later!

1 Mart 2015 Pazar

English Diary (01.03.2015) "The Pearl"

Herkese merhaba tekrardan,

Bu haftayı da bitirdik, hatta ayı bitirdik yahu ve ingilizce günlüğümden bir sayfa daha eksildi :)

Bu hafta, ingilizce kitap okumaya başladım. Çok zor, çok sabır isteyen bir şey bu. Yani bilmediğin kelimelerin altını çizip, her sayfa sonunda o kelimelere bakıp tekrardan aynı cümleleri okumak ve bir çıkarım yapmak epey vakit alıyor. Ama sayfa sonunda, o sayfada neler yazdığını bilince insan "ingilizceyi anlıyorum bea, yuppi!" diyerek zevkten dört köşe oluyor :) İngilizce öğrenmeye çalışan herkese şiddetle değil gayet barışçıl bir şekilde öneririm. (Her türlü şiddete karşıyız :))

Aşağıda okuyacağınız günlüğümde, okumaya başladığım bu kitaptan bahsettim. Ve sayfanın sonunda, yeni öğrendiğim kelimeler ve Türkçe anlamlarına yer verdim. Bire bir tercüme etmiyorum. Biraz da siz kafa yorun diye :) Hadi birlikte bakalım, neler anlatmaya çalışmışım...

------------------------------01.03.2015 Sunday-----------------------------------------------------------

Hi sweety,
Not much happened since last week. You know, same old, same old... I went to work and I returned home, I watched television, I did pilates, I read books.

Yes, I read books. I can tell you that I read books. I especially, want to tell you about The Pearl. It is an english novella. I'm trying to read in english. To read an english book is very useful to I improve my english, like this diary :)

The Pearl is a novella by an American author Jhon Steinbeck, published in 1947. Steinbeck's inspiration was a Mexican folk tale from La Paz.

Steinbeck had heard Kino's story in La Paz and he was very impressed by this story. And than he had decided to make a film about this story.  He wrote this story to make a film.

I have never seen this film, but I'll watch it one day. However, first of all I must finish this book.

This story about Kino. "When Kino, a poor Mexican pearl-diver, finds the Pearl of the World he believes that all his dreams can come true. He will marry his wife in the church, wearing fine new clothes, their infant son will never want for anything and the boy might one day go to school, learn to read and write. But Kino's vision of a bright future blinds him to the greed and fear the pearl arouses in his neighbours and himself, and his shining dream begins to blacken and twist..."

Of course, I didn't write the above paragraph :) It is from the back cover of the book.

Yes dear, that's all for today. You can see that I've learned new words, below.

See you later.

Learned new words and meaning Turkish

Novella: Kısa roman
Inspiration: İlham, esin
Folk tale: Masal
Pearl-diver: İnci avcısı
Infant: Küçük çocuk
Greed: Aç gözlülük
Arouse: Uyandırmak
Blacken: Karalamak
Twist: Ters dönmek