Wikipedia

Arama sonuçları

28 Şubat 2015 Cumartesi

Sosyal Medya Mimi (Buralı Olmayanlar Lokali'nden)

Mim dünyasına hızlı bir şekilde girdim gördüğünüz gibi:) 2. mimim de sevgili Buralı Olmayanlar Lokali 'nden geldi ve kendini benim mimci başım olarak ilan etti :) Ona buradan çok teşekkür ederek, hemen bu "Sosyal Medya Mimi" görünümlü "Kitap Mimi" sorularına girişiyorum ben:)

1-) Facebook Sorusu:Herkesin sana okuman için baskı yaptığı bir kitap?
   
Vallahi ben, Facebook'un böyle bir şey soracağına pek ihtimal vermiyorum. O bana, sorsa sorsa "Hey Dilek naber? Şunu tanıyor musun? Arkadaşların fotolar ekledi, merak etmiyor musun?... gibi sorular sorardı her halde :) Ama neyse, farz edelim sordu, (şimdi sizi mi kıracağım) bir düşünelim bakalım; herkes bana hangi kitap için baskı yapıyor? Hangisi? Hangisi? Bana, bana? Hımmm, Hımmm?... Bak hala düşünüyorum ve bulamıyorum fark ettiysen :) Niye kimse bana kitap okumam için baskı yapmıyor ya! En son bana kitap için baskı yapan, lisedeki Edebiyat öğretmenimdi galiba. Dönem ödevim içindi, İlk edebi roman olan "İntibah" romanı. Zaten o yaşlarda başka bi sebep için asla okunmayacak bir romandı. Okumuştum ama hiç bir şey anlamamıştım :) Ödeve ne yazdığımı da hatırlamıyorum zaten.

2-) Tumblr Sorusu: Sen okuduktan sonra popüler olan bir kitap?

Hımm, Tumblr deyince aklıma geldi ya, benim onda da hesabım vardı. Hiç uğramıyorum ne zamandır. Mim bitince gidip bakayım yerinde duruyor mu? Soruya gelince, öyle bir şey olmadı. Genelde, ben bakıyorum etrafa, millet ne okuyor diye. Şöyle konularını bir tarıyorum ve ilgimi çekeni okuyorum işte. Öyle ilk çıkanlara dalamıyorum hemen.

3-) Myspace Sorusu: Beğenip beğenmediğini hatırlamadığın bir kitap?

O kadar hatırlamıyor, o kadar hatırlamıyorum ki o kadar olur... Yani, kitabı beğenip beğenmediğimi hatırlamadığım gibi kitabın kendisini de hatırlamıyorum. :)

4-)Youtube Sorusu: Filme çekilmesini istediğin bir kitap?

Bak bu sorunun cevabı net. Hiç lafı dolandırmadan söylüyorum: "Başucumda Müzik" Geçen gün geçti aklımdan hatta, "Bu romanı film yapsalar da izlesek" diye

5-) Goodreads Sorusu: Herkese önerdiğin bir kitap?

Bak bu da çok net: Tutunamayanlar. Özellikle okumaya başlayıp, yarım bırakanlara öneriyorum; "Ha gayret! Bak biraz daha oku, anlayacaksın ne demek istediğimi" diye.

Ne oldu? Aaaa tam açılmıştım bitti ama :) Instagram, twitter falan niye sormamış ki?

Tadı damağımda kalan bu soruları cevaplamak isteyen herkes kendini mimlesin buradan, olur mu?





26 Şubat 2015 Perşembe

Neden Çekik Gözlü Olunur?


Hepimiz merak etmişizdir hep "Çinliler, Japonlar, Koreliler, Moğollar hatta Eskimolar neden çekik gözlüdür?" diye. Ve genelde bulduğumuz en mantıklı cevap "Allah öyle yaratmış işte" olmuştur. Bu mantıklı cevabın ardından bir de "hem, onlar da bizlere hayret ediyorlarmış, çekik gözlü olmayan insanlar birbirlerini nasıl karıştırmıyor diye, yaaa!" geyiğini yaparız. Bence, yukarıdaki karikatür, daha mantıklı açıklıyor bu sorunun cevabını :)

Hepimiz duymuşuzdur ki; insanların fiziksel özellikleri yaşadıkları bölgenin iklimine uyum sağlar. İşte bu çekik gözlü olma meselesine bağlı olarak bu konuyla ilgili bir bilimsel açıklama okudum geçen gün bir gazetede. Aslında bunu çok önceleri de okumuştum ama, sizlerle paylaşmak istedim bir de.

İlgimi çeken makale şöyle diyordu; "Göz yapısı dünyada bütün insanlarda aynıdır. Farkı yaratan göz kapaklarıdır. Çekik gözlü diye nitelendirilen ırklarda gözün üzerindeki göz kapağının ikinci kıvrımı, gözün üstüne doğru daha fazla inmiştir ve bu durum gözün sanki daha darmış gibi görünmesine sebep olur.Peki bu, neden böyledir?" (Evet, neden neden? Çok merak ediyoruz :) )

"Bir teoriye göre göz kapağının üzerinde katlı olarak duran bu ikinci kıvrım, bu insanların gözlerini, yoğun olan kar tabakasının göz kamaştıran ışığından korumak için, bir nevi kar gözlüğü gibi gelişmiştir

Makale şöyle devam ederek, daha çok ikna olmamı sağladı "Her ne kadar yukarıda belirtilen bölgelerin bazılarında kar hiç yağmıyorsa bile bilim insanları bugün çekik gözlü diye nitelendirdiğimiz insanların atalarının son buzul çağında Sibirya'dan, yani Asya'nın kar ve buzla kaplı en soğuk bölgesinden güneye, bugün yaşadıkları yerlere göç ettiklerine inanıyorlar"  

Bu kadar soğukta yaşayan insanların vücutlarının iklime uyum sağlamaktan başka çare olmaması bence mantıklı. Ayrıca sadece gözler değil burun da rüzgara en az maruz kalacak şekilde küçülmüş.

Onu bunu bilmem, yazın bir an evvel gelmesi lazım artık. Hayır, kendim için istemiyorum vallahi, neslimiz için gerekli bu? Yoksa eşek gözlü, kaşlı gözlü, kemer burunlu karakteristik özelliğimiz bozulacak, ondan :)



24 Şubat 2015 Salı

English Diary (22.02.2015) "Pilates"

Herkese selam,

Ne zamandır sizinle ingilizce günlüklerimle alakalı dedikodu yapmıyorduk değil mi? Hiç bir açıklama yapmadan direkt yayınlıyordum öyle ingilizce ingilizce :) E ne yapayım ama?  İlk önce kafamda konu belirliyorum, defterime yazıyorum, Esma yengemden sağlamasını istiyorum, yanlış cümleleri çiziyorum, bozuyorum tekrar yenisini kuruyorum. En nihayetinde de burada yayınlıyorum. Kurduğum cümleleri o kadar çok okuyorum ki burada yayınlamadan daha, çoktan bıkmış oluyorum o cümlelerden. "Gözüm görmesin artık, lanet gelsin yayınlayım sizi şurdan da, yıkılın karşımdan" diyerek, can havliyle yayınlıyorum bir avazda :)

Hal böyle olunca da her gün yazmam biraz zor oluyor benim için. Ama hiç değilse de her hafta yazmaya çalışıyorum. Çok fazla olmasa da kemikleşmiş bir kitlem oluşmaya başladı günlüğümü takip eden. Onlardan aldığım gazla, en kötü ihtimalle her hafta ingilizce egzersiz yapmış oluyorum böylece. "Sayende ben de pratik yapıyorum" diyenler oluyor, ki bu da beni çok mutlu ediyor. He tabi, bir de "Şunun Türkçesini de yaz da biz de öğrenelim, ne yazdığını" diyenler de olmuyor değil. Onlar için blogumda "Google Translate" çubuğu var ama onun çevirisi de çok komik oluyor, haklılar bi bakıma :)

Yalnız, bu günlüğü tutmamdaki amaç, içimi dökmek değil İngilizcemi geliştirmekti zaten. Yani ne yazdığım değil, nasıl yazdığım önemli olmalı. Ve ben şuna inanıyorum ki araştırmadan, varsayımlar yapmadan kısaca debelenmeden öğrenilmiyor bu meret. Altında Türkçe çevirisi olan İngilizce bir cümleye o anda "yesss! andırsitend" dersin ama sayfayı kapadığında da uçar gider aklından. E gitmekte de haklı, emek vermedin ki! Ben de olsam ben de giderim :) Yani cancağızım, her bir kelimeyle bir maceran olması lazım unutmamak için.

Ben de macera yaşadığım, debelendiğim bu kelimelerin çetelesini tutmaya karar verdim.
Bundan böyle her yazının altında bu maceraperest kelimeleri ve Türkçe karşılıklarını göreceksiniz. Ama en sonuna koyacağım onları ki,  günlüğümü sonuna kadar okuyun :)


---------------------------------------22.02.2015 Sunday------------------------------------------------
Hi dear,

I've decided to do pilates, again. You know, It will be summer soon. So, I must be fit. The best way is pilates for this. Also, it is very soothing. Doing pilates  always, makes me feel good and powerful. I wish, I had more time to do pilates.

I started doing pilates this morning and I can't stand the pain of my legs at the moment. It was so much fun to do pilates with Ebru Şallı on the youtube, but it was very hard.

However, I like to take these pains, because it makes me feel I'm thinner. It helps me to breathe correctly, also. This is very important. Because, I'll feel healthier and more energetic when I breathe correctly.

I don't know, how long I will continue to do pilates, but I would love to do it, throughout my life. Pilates must be my life philosophy. It is a healthy way to be and maintain your fitness.

I will continue to write to you about my pilates adventure, stand by!

                      This is my favourite movie. She is the queen of the pilates in Turkey :)
                                                   


Not: Bu yazıda öğrendiğim kelimeler (The words that I learned in this post): 

 
     soothing  :      sakinleştirici, huzur verici
     pain :              ağrı
     throughout :  boyunca ("during"'in eş anlamlısı)

(Bunların haricindeki kelimeleri biliyordum. Ama hepsini böyle anlamlı cümle haline getirmek için harcadığım efor pilates sırasında harcadığımdan daha fazla olmuştur :) )

23 Şubat 2015 Pazartesi

Mim (Sürpriz Misafir'den)

Diğer bloglarda, "Sonunda Bu da Oldu Mimelendim" "Bir mimdir, iki mimdir, üç mimdir, dört mimdir, on dört mimdir" gibi başlıklar görüp, "Bu mim iyi bi şey mi ki, niye böyle eğlenceli başlık attırıyor ki bu insanlara?" demiştim ilk başta :) Sonra okuyunca anladım ki bu alemde mimlenmek güzel bi şey. :)

Rastladıkça da okurum mimlenenleri, kim ne yazmış diye. Bi de düşünürüm, ben olsam ne yazardım diye hep. Son günlerde de bir mim dönüyordu etrafta kitaplarla ilgili. "Hem de kitaplarla ilgili, ne güzel! Biri de beni mimlese ya" demiştim kendi kendime, ki sevgili Sürpriz Misafir bunu duymuş gibi mimleyi vermiş beni de. Ben de keyifle cevaplıyorum hemen.

1-Kışın okumalık favori bir kitabın var mı?

Kitapları hiç, kışlık ve yazlık diye ayırmadım ben. Ama yazın daha hareketli olduğumdan, kısa kısa öyküler okumayı tercih ediyorum. Kalın kitapları kışın okuyorum. Bunun için, soğuk kış günlerinde de kendisinin hayat felsefesini pek mantıklı bulduğum "Oblomov" diyebilirim. Oğuz Atay sayesinde tanıdığım bu kahramanı hala okumayan varsa, kış bitmeden kesinlikle okuyun derim.

2- Kapağı mavi olan bir kitap

Benim de aklıma Kürk Mantolu Madonna geldi çoğu mimlenen gibi. Ama bir de Açlık Oyunları serisinin "Alaycı Kuş" kitabı pır pır etti gözümde, herkesin söylediğinden farklı olsun diye biraz daha düşününce.

3- Yılbaşı ağacında yıldız olarak kullanabileceğin kitap.

Bu soruda ne istendiğini anlamadım ama benim kalbimin yıldızı "Tutunamayanlar" demek istiyorum.


4- Kış tatili için mükemmel bir kurgusal dünya,

Vallahi kıştan bıkmış biri olarak, kışın tatil yapma imkanım olsa Bangkok ya da Avustralya'ya falan gitmek isterdim. Çok imkansız bir şey değil tabi bu dediğim ama şu an benim hayatım için gayet kurgusal bir dünya. Neyse, şu anda okuduğum "Telepati" kitabına bağlayarak durumu toparlayım; Avustralya'daki biriyle telepatik bir şekilde iletişime geçtiğim kurgusunu yaratırdım. Ana fikir biraz araklama oldu belki, ama kendimi Avustralya'daki bu telepatik arkadaşımı merak edip tanışmak için Avustralya'ya ışınlarsam kendimden de bir şeyler katmış olurum sanırım.

5-Birlikte kış tatiline gideceğim bir kitap karakteri

Ben yine Oblomov desem ayıp olur mu? Ne yapayım ama, kış demek, tembellik demek. Tembellik demek Oblomov demek... Bir de çok sevdim ben Oblomov'u. İlk defa bir kitap karakterini özlediğimi hissettim şu an, kitap biraz ince olsa açıp okurdum tekrar ama çok kalın ya! (Görüldüğü gibi üzerimdeki etkisi çok fazla :))

6-Bu sene için listende olan kitaplar

Hangi birini sayayım ki? Böyle saydırıyorsunuz, sonra yeterince okuyamadığım için kendimi suçlu hissediyorum :)

Paulo Coelho'nun "Aldatmak" kitabı var, Mine Söğüt kitapları var, Tezer Özlü kitapları var, "Yüzyıllık Yalnızlık" var, var da var... Ama ilk okuyacağım kitap Oğuz Atay'ın "Eylem Bilimi" ve şu an odamda beni bekliyor kendileri.

7-Favori tatil içeceğin, atıştırmalığın ve filmin.

Favori tatil içeceğim Türk kahvesi. Türk Kahvesi candır, yaz kış farketmez benim için.

Atıştırmalık deyince aklıma belli bir şey gelmiyor, öyle bağımlısı olduğum bir şey yok. Ama evde bulduğum her şeyi götürüm :) Ailecek bu aralar favorimiz "Laviva". Annem Şok'ta 1 TL'ye satıyorlar diye onu alıyor :) Çikileta da candır.

Tatillerde de favorim komedi filmleridir. Özellikle içinde Jim Carry, Şener Şen, Robin Williams, Adile Naşit olan filmler.

İlk mim olayını atlattım çok şükür. Ben de, bu yazıyı "ben olsam şunu yazardım" diyerek okuyan ve daha önce hiç mimlenmemiş herkesi mimliyorum :)








22 Şubat 2015 Pazar

English Diary (15.02.2015) "Özgecan"

Hello diary,

I'm sorry, I have some sad events to tell again. However, I must break one more news to you. Recently, everybody is so sad and angry in Turkey. Because, a young girl was brutally killed in Mersin.

Her name was Özgecan. She was only 20 years old and a student. She was last seen on a minibus by a school friend while travelling from college to home on February 11. Her friend gott off the bus before Özgecan.

And Özgecan was alone with the pervert driver on the minibus. The driver attempted to rape Özgecan. And he stabbed her to death after she resisted with pepper spray. He than sought the help of his father and a friend to get rid of the body, which they burnt.

This is too sad. She was very young. And she had a lot of dreams about the future. However, all of them were killed with her. And her family will think about how she was killed during their life. They'll never, ever forget their innocent daughter. I think, none of us will never, ever forget this horrible atrocity, too.

This is an inhumane event. She was brutally killed. I feel so so sad, like other people in Turkey. Everybody is so sad, so angry and so distrustful after this event. None of us feel safe. Everyone has revolted because of this event.

We are living in a time when women are murdered every day, must of them by their husbands. It must be a solution. We need deterrent laws. Perhaps, the death penalty should be applied again. Because, the world has started to become more dangerous day by day.

The worst part is that, even if criminals will serve a sentence, her mother never be able to hug her daughter ever again.

Yes, I know... I'm telling you about bad things, but that's just the way it is. Nothing to do. I hope, all my other pages will be about nice things...

That's all for today. Take care...









15 Şubat 2015 Pazar

Özgecan

Kelimelerin düğümlendiği, cümlelerin kitlendiği bir noktadayım. Sabahtan beri kaç kez, bu korkunç olayla ilgili iki satır bişeyler karalayıp içimdeki zehiri akıtmayı denedim ama yapamadım. Boğazıma oturan o düğüm engel oldu yazmama.

Şu soruyu sordum kendime bir de; " Bu vahşeti yapanlara nasıl hitap edeceksin? Hangi sıfatı kullanacaksın onlar için." Kullanacağım kelimeyi o kadar iyi seçmeliydim ki bir daha onu kullanmamalıydım. Çok düşündüm ama bulamadım...

Hayatının baharında bir çiçeği vahşice solduran ve o çiçeğin ailesini ve sevdiklerini ömürleri boyunca kapkara zindanlara mahkum edenleri tanımlamak için hiç bir kelimeye kıyamadım ben.

Okumamaya, haberleri izlememeye çalıştım tüm gün. Ama olmadı. İşte gecenin bu vaktinde, hiç tanımadığım, benden kilometrelerce uzakta yaşayan o insanlar düştü aklıma. Ne yapıyorlar acaba? Nasıl dayanabiliyorlar kınalı kuzularının yaşadığı bu vahşeti düşünerek?

Sonra gözüm bir yoruma ilişti bir yerlerde,  "Herkesin içi rahat olsun, bu korkunç cinayeti işleyenlerin yanına kalmayacak, hapishanede onların cezası kesilecek" diyordu. Evet böyle diyordu. İlk başta içimde bir ferahlama olmadı desem yalan olur. Ama sonra böyle hissettiğim için kendime de ülkemdeki diğer insanlara da acıdım.

En çok, asla tahmin bile edemeyeceğimiz korkularla hayallerine, hayata veda eden Özgecan'a mı, kızının yaşadığı işkenceyi düşünerek hayatını devam ettirmek zorunda kalan anneye mi, yoksa adaletine güvenemediğim ülkemde alternatif adaletlerin olmasına şükrediyor olmamıza mı üzülüyorum işte bunu da bilmiyorum. Bildiğim tek şey var o da, adalet ne şekilde yerini bulursa bulsun, annesinin Özgecan'a bir daha sarılamayacak olması. işte, asıl üzücü olan tam da bu!




14 Şubat 2015 Cumartesi

En Tatlı Aşk - The Sweetest Love (by Kreatif Baskan)




İşte size sevgililer gününde içinizi ısıtacak çok romantik bir aşk hikayesi...

Bu hikaye için sizi, adı gibi çok yaratıcı olan arkadaşımız Kreatif Başkan'ın bloguna göndermem gerekiyor ama, şuradan buyrunuz efemm : Kreatif Başkan

(Please, click the link for this sweety story: The Sweetest Love )

13 Şubat 2015 Cuma

İstanbul'dan Ayrılması Gereken İlçeler

Geçen gün Ekşi Sözlük'te "İstanbul'dan ayrılması gereken ilçeler" diye bir başlık gördüm. Girilen entryleri okudukça ilk başta çok güldüm ama okumaya devam ettikçe oturup ağlayacaktım neredeyse.

Ben zaten dışarı her çıktığımda, trafikte, toplu taşıma araçlarında, sokakta, parkta, AVM'lerde nerede olursam olayım, aynı türden başlıkları sıklıkla zihnimde açıyorum sürekli.

Çok mu zorluyoruz acaba kapasiteyi? Yavrum benim, gıkı da çıkmıyor ama daha kimleri kimleri bağrına basabilir, daha ne kadar taşıyabilir ki hepimizi?

Rivayet o dur ki; "3. köprü açılınca Başakşehir il olacakmış, çevresindeki ilçeler de ona hediye edilecekmiş, böylece İstanbul da kendine gelecekmiş..." Pendik, Çatalca, Silivri, Şile için de aynı muhabbetler dönüyor. Yani "İstanbul'dan gidemiyorsak, İstanbul bizden gidecek" bilinçaltımızdaki tek çözüm tamamen bu.

E giderse de haklıdır bence. Ne demişler: "herşeyin bir şeyi var, değil mi ama!" (Türk anasözü). Biz ipin ucunu kaçıralı çok oldu, belki de gitmekte geç bile kaldı.



Bu söylentiler gerçek olur mu, olursa da çözüm olur mu bilemem. Ama benim düşüncem şu ki; bölüne bölüne arsızlaştık zaten. Eğer İstanbul için faydası olacaksa, varsın İstanbul'u da bölsünler.Gerekirse bağrımıza taş basar kendisini bu külfetten kurtarırız biz elbet. Yeter ki o "İstanbul" olarak kalabilsin, kişiliğinden taviz vermesin. Adına şiirler, romanlar yazılan İstanbulumuz olsun hep. Adı anılınca akıllara yukarıdaki metrobüs trajedisi gelmesin, "martı, simit, incebelli bardakta çay, kız kulesi, boğaz" gelsin...

Bizanslılar, Osmanlılar boşuna yapmamışlar o surları arkadaş, varmış demek adamların bir bildiği. Ne zaman ki aştık o surları o zaman İstanbul kamburlaşmaya başladı işte, dengesi bozuldu...

Belki surlar kadar olmasa da bir sınır çizilmeli sahiden de. O çizilecek sınırın içinde de İstanbul'u gerçekten hak eden nüfus ne kadar yoğunlukta olur o kadarını bilemem... Ama bu koordinasyonu yapacak olanlar onu da düşüneceklerdir elbet. Yoksa anahtarları direkt Araplara uzatıp Topkapı'dan metrobüse binip usulca uzaklaşacak halimiz de yok tabi.

Neyse canım, hep İstanbul'u kötü fotoğraflamayalım. Malum beni taa Yeni Zelanda'lardan takip edip duruyorlar :) belki İstanbul'a gelmek istiyorlardır da turizmi baltalamayayım durduk yere. Zaten bu sene Ruslar kriz yüzünden gelmeyecekmiş ülkemize, o yüzden yazıyı İstanbulumuz'un kötü makyajdan arınmış, güzel haliyle bitirelim.

Hey guys! This is the real Istanbul... No other Istanbul!


Not: Fotoğraflar Google görsellerden alınmıştır. Sahiplerine selam olsun...





7 Şubat 2015 Cumartesi

Google Analytics Bizi Gözetliyor





Bu günlerde kafayı Google Analytics'e taktım. Onunla uğraşıyorum. Gerçi, hala işin içinden çıkamadım ama bloguma uğrayanların izini sürmek hoşuma gidiyor çok saçma bir biçimde.

"Kim nereden tıklamış, ne kadar kalmış blogumda, hangi anahtar kelimeyi kullanmış bloguma ulaşmak için... her bi şeyi söylüyor insana, bu Analytics.

Bir nevi falcı gibi... Falcı dinler gibi, grafiklerin karşısına geçiyorum, bir o analize bakıyorum, bi bu analize bakıyorum şapşal şapşal. Öyle, böyle saate bir bakıyorum ki 1 saat geçmiş. Sonra kendime diyorum ki "Kızım işin mi yok senin? Bu kadar zamanda 2 post yayımlar, tüm Google trafiğini altüst ederdin, ne yapıyorsun ya Allah aşkına, yürü git"

"Yeni Zelanda'dan 2 kişi blogumu tıklamış ama! Bak bu çok önemli. Kimbilir ne diye tıkladı? İşin yoksa bunu merak et dur. Acaba aynı kişi 2 kere mi tıkladı? Bunu nasıl anlıyorduk ya? Bunu bilsem ne olur, bilmesem ne olur değil mi? Nedir bu anlam yüklemeler? Günlük hitin nedir ki yani? Hadi burada yazmayım şimdi, rezil olurum." Kendimle yaptığım böyle garip diyaloglarla da bi yarım saatim uçup gidiyor.

Bir de bu hit mevzusu var, değil mi? Ben kısa bir zaman öncesine kadar hep duyduğum "senin hitin ne, hitim aşağı, hitim yukarı" gibi cümlelerde geçen hiti, blogda en çok okunan post zannediyordum. Gülmeyin ya vallahi! Hit şarkı gibi. Öyle zannediyordum, gerçekten. En çok hangisi yorum alıyorsa, senin hitin de o oluyor. Düz mantık belki ama bi Kohort Analizi kadar karmaşık değil en azından.

Aslında benim düşüncem daha mantıklı olsa da yanlış anladığımın farkına tekil hit çoğul hit diye ayrıştırdıklarında anladım. "kızım hit hitdir işte, tekili çoğulu ne ola ki acaba? Yoksa bu hit benim sandığım hit değil mi?" diye saçma sapan sorular sorarken yakaldım kendimi ve biraz araştırınca da bu konularda ne kadar cahil olduğumu bir kere daha anladım.

Efendim meğerse "Hit", sitene ya da bloguna gelen kişilerin sayısını ve bu ziyaretçilerin kaç kez geldiğini gösterirmiş. Ziyaretçi sayısını gösteren tekil hit oluyormuş, çoğul hit de sayfanın günde toplam kaç defa tıklandığını gösteren rakam oluyormuş.

Tüm bunları öğrenmek ne işime yaradı bilmiyorum? Zaten zaman problemi yaşayan bir insanım zamanımın bir bölümünü de bu analyticse bağışlar, sonra da debelenir dururum artık.

Ama tüm bunların suçlusu sizsiniz hiç kusura bakmayın, öyle gizemli gizemli geliyorsunuz, hiç yorum falan yapmıyorsunuz. Başka çare bırakmıyorsunuz ki bu meraklı insana. Hepinizi izleyeceğim işte! :) Yeni Zelanda'daki vatandaş hu hu! Gördüm seni!



6 Şubat 2015 Cuma

Derin Mavi

Derin Mavi... İsim çok güzel. Bana bu sıkıcı, bunaltıcı kış günlerinde yaz mevsimini çağrıştırdığı için iyi geldi bu isim. Aslında kapaktaki bu iki kelime bile beni dinlendirmeye yetti.

İçinde neler mi var? Şiirler ve öyküler... Yorucu bir günün ardından koltuğa yayılıp elinize aldığınız bu kitaptaki şiirleri okurken "Vay be Deep'e bak sen, meğer şiir de yazarmış" diyorsunuz; o samimi, sıcacık öyküleri okurken de  "Yahu, alem bu kız yaaa!" diyerek inanılmaz hayal dünyasında kendisine büyük bir keyifle eşlik ediyorsunuz.

 Sayfaları sırayla takip etmeden özgürce istediğiniz şiir ya da öyküye geçebilmenin rahatlığı da kendinizi çok iyi hissettiriyor. Tam bir başucu kitabı yani.

Deep'in samimi ve sıcak anlatımını zaten anlatmaya gerek yok. Çoğunuz biliyorsunuzdur. Bilmiyorsan eğer üzülme, hiçbir şey için geç değil! :) Deep Tone'un blogunu ziyaret etmek için şuraya bi => tık tık , bu kitabı edinmen için de şuraya =>  tık tık yapman yeterli.








2 Şubat 2015 Pazartesi

English Diary: (01.02.2015) "A Boring Winter Day"

Hi dear!

How are you? I’m very bad. Because, I'm fed up with winter. I miss sunny days. I want it to be spring right now. I’m tired of wearing thick cloths and the dark sky. Really, that’s more than enough! 

I would love for all the flowers to bloom, the sun to shine and  for the smell of fresh grass. I love that smell. Spring is very cheerful. Is'nt it?

Everybody needs more sunlight. Of course, I need it, too... I feel depressed in winter. Each season is very nice, but I guess, spring and summer are the best! Because, I feel really good in these seasons.

Also, I have a lot of plans for next summer. I'm gonna tell you about it a little. First of all, I will travel around The Black Sea region. Yes, I'd love to do that. We have even bought the tickets. This is why I’m so exited, too!

Everyone says that The Black Sea region has a lot of pretty fascinating places. It has incredible green landscapes.

When I go there, I will tell you all that I've seen. Now, it's  February and we'll go there in 5 months. Pray for me please; summer come, right away!

Oh, by the way, I've bought a new MacBook. And this is going to be my first publishing with my new Macbook.

Okay, Let's call it a day! I’m getting back in my boring and cold life… See you later!

Postscript: I would thank my cousin's wife Esma for helping me in improving my english.