Wikipedia

Arama sonuçları

31 Aralık 2013 Salı

Yenile Bizi Yeni Yıl

Ne güzel bir kelimedir "yeni". Yeniyle başlayan her kelime umut verir insana, hayal kurdurur, mutluluk verir, etrafa ışık saçar. Türk Dil Kurumu "bilinmeyen, tanınmayan" şeklinde tanımlasa da “yeni”yi; biz bu bilinmezliği nedense hayra yorarız hep. "Yeni iş", "yeni ev", "yeni araba", "yeni sevgili", "yeni yıl"..bize hep güzellik getirecek diye bekleriz. Çünkü bizim sözlüğümüzde "yeni" demek "umut" demektir.

İşte bu umutla, bu yenilenme arzusuyla kucaklarız her gelen yeni yılı. Yıl içinde ne yaşanırsa yaşansın, ne badireler atlatılırsa atlatılsın yıl sonları hepimiz genellikle aynı ruh halinde oluruz. İçimiz; " Dönülmez akşamın ufkundayız, vakiiiit çoook geeeç!" eşliğinde garip bir burukluk yaşasa da kimi zaman; dışımız, kıpır kıpır; "Yeni yıl, yeni yıl, yeni yıl bizlere kutlu olsun" şarkısıyla coşmuştur elimizde olmadan.


Hiçbir zaman istediğimiz gibi çılgınca bir yılbaşı gecesi geçiremesek de,  mandalina soyarak büyük ikramiyeyi hayal etmek, sıcacık yuvamızda ailemizle çekirdek çitletmenin verdiği huzur eşliğinde yeni bir yıla girmek, alışagelmiş bir mutluluk olmuştur bizim için.


Bu sene bu alışagelmiş huzurdan biraz uzak; biraz şaşkın, biraz endişeli giriyoruz yeni yıla. İçimiz de dışımız da “Dönülmez akşamın ufkundayız” ı söylüyor sanki umutsuzca. Ülke olarak bir hayli karmaşık bir süreçten geçiyoruz çünkü. “Büyük ikramiyeyle kaç tane daire alınır?” haberleri verilmeye ihtiyaç duyulmayacak kadar gündemimiz meşgul diğer yılbaşlarından farklı olarak. Herkes “ayakkabı kutusuna kaç milyon dolar sığabilir?” bunu konuşmakta çünkü.On küsur yıldır yayınlanmasına rağmen tek bölüm bile izlemediği Kurtlar Vadisi'nin ikiyüz bilmem kaçıncı bölümünü rastgele izleyen biri gibi bilinçsizce izliyoruz bu yaşananları çoğumuz bu günlerde. Bu sebeple biraz şaşkınız ve kaygılıyız. İnsanın içini kıpır kıpır eden yenilik coşkusuyla değil de insanı huzursuz eden çaresiz bir güvensizlikle giriyoruz yeni yıla bir bakıma.

Bedduaların havalarda uçuştuğu böyle bir ortamda, ne kadar gerçekleşmesi güç gibi görünse de "dualar bizimle olsun" diyerek ve içimdeki Pollyanna'ya selam vererek  herkese güzelliklerle dolu yeni yıl dileklerimi sunuyorum;


Ülkemize; dürüst, çalışkan, güven veren bireyler...

Bize; demokrasi, refahlık, eşitlik, özgürlük, dirlik, birlik...

Çok çalışana; çok para, çok tatil, az stres...

Çok sevene; çok mutluluk, çok kahkaha, az ayrılık...

Çok gezene; çok yol, çok yol arkadaşı, çok ayakkabı...

Çok okuyana; çok kitap, çok bilgi, az kaygı...

Çok yiyene; çok yemek, az kilo, çok tatlı...

Hastalara şifa, dertlere deva...

İsteyen yüreklere aşk, isteyen kucaklara bebek...

Yüzlerde saklanamayan tebessümler, hafızalardan silinmeyecek güzel günler...

Herşeye rağmen;

Mutlu olsun insanlar, mutlu olsun tüm evren
Yeni yılda hep birlikte, yeni yılda hey, hey...
Yeni yıl, yeni yıl, yeni yıl bizlere kutlu olsun,
Yeni yıl, yeni yıl, yeni yıl sizlere kutlu olsun!



 

10 Kasım 2013 Pazar

Atam'a...

İsterdin ki; gidişinin yetmişbeşinci yılında, herşey senin hayal ettiğin gibi farklı olsun:
Her birimiz eşit şartlarda, eşit haklara sahip olalım;
“Türk-Kürt”, “Hristiyan-Müslüman”, “Alevi-Sünni” şeklinde parça pinçik bölünmek yerine “Türkiyeli” olabilelim.

“Kızlı-Erkekli”, “Türbanlı - Mini etekli” diyerek yaftalanmak yerine sadece ve sadece “insan” olarak değer görebilelim;

Halkının “Yüzde ellisine” kin ve öfke besleyen bir iktidar yerine “Yüzde yüzüne”  eşit demokrasi dağıtabilen bir iktidara sahip olalım;

Birbirleriyle didişen değil de halkın gerçek sorunlarını çözebilmek için didinen siyasetçilere sahip olalım;

Ah be Atam! Istersin tabi. En doğal hakkın bu senin.  Sen ki; yok olmak üzere olan bir milleti uyandırmakla kalmayıp, diğer ülkelerdeki haksızlıklara uğrayanlara da ilham kaynağı olmuş, dünyanın hayran kaldığı bir lidersin. Bizler de senin hayata zamansız veda ederken aklının kaldığı evlatların değil miyiz? Bizler senin umudun, geleceğin, hayallerin değil miyiz? Bizler, omuzlar üstünde taşınmaya layık gördüğün kadınların, Cumhuriyeti emanet ettiğin gençlerin, egemenliği armağan ettiğin çocukların değil miyiz? Başka kimden bekleyeceksin yarım kalan hayallerinin gerçekleştirilmesini?

Evet Atam bizler onlarız. Hitabe'de seslendiğin "Türk Gençliği"yiz. Hayal ettiğin kadar çağdaş, demokratik ve refah bir ülke olmayı beceremediysek de istiklal ve Cumhuriyetimize karşı en az senin istediğin kadar duyarlıyiz. Bu konuda gözün arkada kalmasın, merak etme sen. Demokratik ve refah bir ülke olmak bizim elimizde olduğu zaman onu da olacağız kuşkun olmasın sakın. Sen de görüyorsun ki ahval ve şeraitler şu anda çok müsait değil buna, bazı konular bizim boyumuzu aşıyor Atam.

Aslında çoğunluğumuz tam da senin hayal ettiğin gibi; Türk,  Kürt,  Laz, Rum, Ermeni, Çerkez, Yahudi... olarak tek bayrak altında "Kızlı-Erkekli", "Türbanlı - Türbansiz" kardeşçe, asil asil yaşamaya çalışıyoruz ama bizim aklımızin ermedigi bir dolaplar dönüyor ve hooop kendimizi bir kargaşanin icinde buluveriyoruz. 
Ne hikmetse bu kargaşalar da seni anmamiz gereken günlere denk geliyor. "Geliyor da ne oluyor?" diyeceksin. Birşey olduğu yok Atam. Böyle olayların ardından biz seni daha iyi anlıyor ve seni daha çok özlüyoruz, hepsi bu! 





18 Ekim 2013 Cuma

Bol Kırmızılı Bayramlar

“İnsanın ana vatanı çocukluğudur” der Doğan Cüceloğlu. Çocukluğunu doyasıya yaşayamamış kişilerin mutlu birer yetişkin olması çok zormuş. Kimi çocuklar ana vatanlarında gurbetteymis gibi yaşasalar da istisnasız her çocuğun mutlu olduğu  yegane zaman dilimidir bayram günleri.

Bir yetişkinle bir çocuğun bayramı karşılama heyecanı ne kadar farklı görünse de kafalarında oluşan bayram imajı aynıdır esasında. Tek farkı çocukların bu basit mutlulukları yaşayacak olması yetişkinlerin ise aynı mutlulukları özlüyor olmasıdır.Yıllar geçtikçe “Nerede o eski bayramlar” diyerek hayıflanmanın sebebi de çektikleri bu "sıla" özlemidir aslında.  

Bayramı bayram yapan olgulardan ve çocuğu, yetişkini aynı payda altında birleştiren sevinçlerden biri hatta en önemlisi de tatil sevincidir. Kabul edelim ki yeni yılın ilk takvimini karşımıza aldığımızda o peş peşe dizilmiş sihirli kırmızı günlere bakmak oluyor ilk işimiz.

İşte yıllardır özlemini çektiğimiz dokuz kırmızılı Kurban Bayramı tatili,  “Keşke hep böyle olsa” dedirten, tadından yenmeyen bir İstanbul, yağmurlu ama huzurlu bir hava, sıcacık ve bayram temizliği kokan bir ev ve bir türlü yapmaya fırsat bulamayıp hep ertelediğim, kafamın içinde çığ gibi büyümüş olan “Yapılacaklar Listem”... Bu yaşımda bir bayramdan daha ne beklerim ki?

Bu uzuuuuun ama bir o kadar da doyumsuz olan bayram tatilinde “İster Ana vatanında yetişsin ister gurbette, insan her yaşta mutlu olmayı hak ediyor” diyerek kendime vakit ayırmaya ve bir hayli kabarmış olan bu listeyi biraz rahatlatmaya karar verdim ben de. Önceliği ruhuma iyi gelecek olan maddelere vererek  listemde yer alan maddelerin yanlarına bir bir yapıldı tiki atıvermeyi başardım sonunda. 

-Uzun süredir “oku beni oku beni” diye beynimi kemiren kitaplarım,

-İhmal ettiğim yetmezmiş gibi bir de “Nankör” olarak üstüne suç attığım “İngilizce” videolarım, şarkılarım, kitaplarım...

-Parmaklarımın lezzetinden birşey kaybetmediğini bana hatırlatan “Şekerparem”

-Hatta yemek konusunda fena da sayılmazmışım diyerek Ayşe Tüter havalarına bürünmemi sağlayan ve teyzemden tarifini aldığım ama bir senedir yapmayı ertelediğim Makarnalı Su Böreğim

-Her ay en az bir kere büyük bir şevkle başlayıp hep yarım bıraktığım pilatesim. 

- İlk gösterimini kaçırdığım için çok üzüldüğüm ama  bir lütuf gibi ikinci kez vizyona giren “Kelebeğin Rüyası”

-Ertesi günü iş olmadığı için gönül rahatlığıyla seyredebildiğim “Muhallebi Kafa” “Makina Kafa” gibi bilimum Okan programlarım

- Daha sonra bir ayar çekmek üzere bir kenarlara attığım ve saçma sapan bulup kendi kendime eğlendiğim yazılarım.

 Yeteri kadar olmasa da hepsiyle tek tek ilgileniverdim. Bu durum ne zamandır içimi kemiren suçluluk duygusundan kurtulmamı sağladığı gibi kendime vakit ayırabildiğim için  kimseye müdanası olmadan kendi harçlıklarıyla istediği oyuncağı alabilen küçük bir çocuk gibi mutlu ve gururlu hissetmemi de sağladı ayrıca. Bana bu tatilden her ay versinler, değil “Yapılacaklar Listem” her türlü listeyi altüst ederim ben be, peh!

Bayramın bu son deminde, genci, yetişkini, yaşlısı herkesin bayramını Ana vatanlarındaymış gibi geçirmelerini umuyor ve nice bol kırmızılı bayramlar diliyorum...


NOT:

Sevgili blog okurlarım, biliyorum şimdilik çok fazla değilsiniz ama üzerimdeki sorumluluğunuzu hissettiğimi bilmenizi isterim. Örneğin Tarihi Yarımada'yı anlatan ''Gezistanbul” yazı dizimi tamamlayamamış olmam beni kahrediyor. Bu da Yapılacaklar Listem'in en baş köşesinde yer alıyor emin olabilirsiniz. Hoş, sizden de “ Heyecanla bekliyoruz”, “Yalvarıyoruz”, “Uykularımız kaçıyor, acaba nerelere gidip analtacaksın? “ tarzında kamçılıyıcı eleştriler de gelmiyor zaten ama hani olur da bıyık altından  “ Hımmm, bu Gezistanbul da yarım kaldı, bakalım tamamlayabilecek mi” diye takipteyseniz eğer, şunu belirteyim ki; bunun için biraz keyfimi bekleyeceksiniz. Çünkü bu bol kırmızılı tatil bana çoook iyi geldi ve bu aralar gezi değil de evime kapanıp ne bulursam okuma modundayım. 

3 Eylül 2013 Salı

Eylül


Acısıyla tatlısıyla bir yazın daha sonuna geldik. Kıştan önce son çırpınışlarımızı sergilediğimiz ayların en sevimlisi olan Eylül ayına girmiş bulunmaktayız. Severim Eylül'ü, bende hep uzuuun bir tatilden yuvaya dönüş duygusu yaratmıştır. Göçebe hayattan yerleşik hayata geçiş, yazlıklara vurulan kilit, kürkçü dükkanına geri dönüş. Eylül demek tam kapasite İstanbul demek.

Hem "Çok gezdin kır dizini azıcık da evinde otur" demek hem de " ayyyy kış gelmeden şuraya da gitsem fena olmaz" düşüncesiyle kalan son enerjini de son damlasına kadar tüketmeye çalışmak demek. Eylül demek tatlı bir telaş demek.

Karıncalar gibi çalışmak demek Eylül; kavanoz kavanoz turşu, domates püresi demek öpülesi anne eliyle hazırlanan. Yeni sezon dizi fragmanlarını izlerken annenin önüne koyduğu fasulyeleri kırmak, bezelyeleri ayıklamak demek. Eylül demek sıcacık bir yuva demek

Eylül demek özlediğin rüzgara sarılmak demek. Çoook yazlık olan kıyafetlerini "çıkın bakiim siz" diyerek bir köşeye ittirip, yazın başında aynı muameleyi yaptığın ve şimdi kedi yavrusu gibi sırnaştığın gömleklerine, hırkalarına, kot ceketlerine tekrardan, utanmadan, yüzsüz yüzsüz dolabının en çok kullandığın köşesinde yer açmak demek. Eylül demek her telden çalan gardolap demek.

Eskiden kalma tanıdık kokular demek biraz da Eylül; reçel kokusu, kaynatılmış domates kokusu, kömür kokusu, kalem-silgi kokusu, yeni alınmış kitap-defter kokusu, beslenme çantasına konulan sabunlu bez kokusu gibi, duyduğunda çoook eskilere götüren kokular demek Eylül

Güzel aydır Eylül, başına buyruktur. Bazı sene yaza daha yakın durur, bazı sene kafası atar sonbaharı çağırır deli deli eser durur. Ne yaz olabilmiş ne de sonbahar ama güzeldir Eylül güzeldir; yenilik getirir bize, ferahlık verir. Bazen eskiye götürür bizi, eve girdiğinde reçel kokusunu duyduğunda hissettiklerin gibi; bazen de gelecekle ilgili merak uyandırır  "Acaba yeni sezondaki diziler nasıl olacak?" "Bizim takımlar avrupada ne yapacaklar?" gibi deli sorular eşliğinde. Eylül  biraz da "nerede kalmıştık?" demek. Dizilere, maçlara, filmlere hatta okuduğun kitaba kaldığın yerden devam etmek demek. Güzeldir Eylül güzeldir. Merak demişken; futbol pek umrumda değil de Kuzey Güney artık yok ya, bu sene ne izleyeceğiz biz yahu?


26 Ağustos 2013 Pazartesi

Gezistanbul 2 (Topkapı Sarayı)


Tarihi Yarımada maceramız hızla devam ediyor, hatırlarsanız ilk iki durağımız Sultanahmet Meydanı ve Ayasofya Müzesi'ydi. Üçüncü durağımız ise dünyada günümüze ulaşmayı başarmış sarayların en eski ve en genişi sayılan Topkapı Sarayı.                                                          
 Fatih Sultan Mehmet İstanbul'u fethedince ilk olarak bugünkü İstanbul Üniversitesi'nin ana binasının olduğu yere daha sonraları "Eski Saray" olarak anılacak, ahşap bir saray yaptırmış. Daha sonra 1465'te Tarihi Yarımada'nın başlangıcı sayılan yere "E o kadar fethettik, birazcık da biz sürelim sefasını, içimiz açılsın yahu" diyerek yeni bir saray yaptırmaya karar vermiş.Yapımı 1478 yılında tamamlanmış olan ve kara tarafından Fatih'in yaptırdığı Sur-ı Sultani, deniz tarafından ise Bizans surları ile şehirden ayrılan bu saray uzun yıllar Saray-ı Cedid-i Amire (Yeni Saray) ismiyle anılmış. 1862 yılında çıkan yangın sonucu Sarayburnu'nda bulunan Topkapı Sahil Saray'ı isimli bir köşk yanınca bu ismi yaşatmak için zaten pek de yeni tarafı kalmayan Yeni Saray'ın ismini değiştirerek Topkapı Sarayı yapmışlar.

 Topkapı Sarayı'na Sirkeci'den bakış


1853 yılına kadar tam 400 yıl devletin idari merkezi ve padişahların yaşadıkları saray olan Topkapı Sarayı, Fatih'ten sonra  gelen her padişahın yeni yapılar eklemesi sonucu 700.000-m² lik bir alana yayılan bir kompleks haline gelmiş. Günümüzde bizim "Topkapı Sarayı" diye gezdiğimiz alan sadece 80.000-m²'ymiş. Benim önünden her geçtiğimde hayranlıkla baktığım "Sepetçiler Kasrı" da bir zamanlar saraya dahilmiş mesela.

 Sepetçiler Kasrı

Topkapı Sarayı'nın Bölümleri

Topkapı Sarayı,diğer saraylardan farklı olarak, günümüze çok az kalıntısı kalan Edirne Sarayı gibi karmaşık bir yapıya sahip. Yani tek bir karede fotoğraflayabileceğimiz bir saray değil. Bu sebeple genelde bölüm bölüm anlatılıyor. Ben de bu yolu seçtim ama anlatacağım bölümlerin özetini baştan yaparsam hiç gitmeyenler için hayalde canlandırmak daha kolay olur diye düşündüm. 

Özetle günümüzde gezilen saray; iç içe 3 ana kapıdan, bu kapıların açıldığı 4 avludan ve bu avlularda yer alan köşk, medrese, kasr gibi yapılardan oluşuyor; 

1-) 1.Avlu: Alay Meydanı olarak bilinen 1.Avlu'ya giriş Bab-ı Hümayun adlı 1.Kapı'dan gerçekleşmekte (Bu bölüm halka açık olan bölümdür)

2-) 2.Avlu: Divan Meydanı adıyla anılan 2.Avlu'ya giriş Babüsselam denilen 2.Kapı'dan oluyor. (Ziyaretçilerin alındığı kapı) (Devlet işlerinin yürütüldüğü ve merasimlerin yapıldığı bölüm)

3-) 3.Avlu: Enderun Meydanı'na giriş ise Babüssaade'den yani 3.Kapı'dan yapılıyor.

4-) 4.Avlu: Sofa-i Humayun'a giriş herhangi bir anıtsal kapıdan gerçekleşmiyor 3.Avlu'nun sonunda yeralan geçitlerden rampa aşağıya inerek 4.Avlu'ya ulaşmamız mümkün.

5-) Harem

(Bu arada eski dilde "Bab"ın kapı demek olduğunu not düşmek istiyorum.)

       Kaba taslak olarak günümüzde ziyaret edilen saray, bu bölümlerden ibaret. Ancak her bir bölümde yer alan yapıları, köşkleri, buram buram tarih kokarak sergilenen eserleri ve buram buram İstanbul kokan eşssiz manzarasıyla bir güne sığmıyor bu sarayı hakkını vererek gezmek. Çıkıp çıkıp bir daha gitmek istiyorsunuz. İşte bu ruh halindeyseniz ve çok üşeniyorsanız diye ben ne yaptım peki? Topkapı Saray'nı ayağınıza getirdim. Anlatmakla kalmayıp fotoğrafları da önünüze serdim canınız çektiğinde açıp açıp bakın diye. Yalnız sergilenen eserleri fotoğraflamak yasak olduğu için onları ekleyemedim -her ne kadar çaktırmadan bir kaç poz alsam da titrek ellerle çektiğim için o büyüyü yansıtmayacağından burada yayınlamak  doğru olmaz şimdi- Onlara da bir ara  gidip canlı canlı bakarsınız bir zahmet.

1.Avlu (Alay Meydanı)

Ayasofya Müzesi'ni solumuza alarak ulaştığımız 1.Ana kapı olan Bab-ı Hümayun'dan 1.Avlu'ya girmeden önce hemen yakınında bulunan Nevşehirli Damat İbrahim Paşa'nın önerisiyle inşa edilen ve hala pek afilli duran III.Ahmet Çeşmesi'ni es geçmemenizi öneriyorum 

Karşımızda dünyaca ünlü III.Ahmet Çeşmesi, sağ tarafta Bab-ı Hümayun ve hemen sağ alt köşede "Bunlar şimdi beni sekiz saat yürütecekler, yol yakınken geri mi dönsem acaba?" diye düşünen Samet
Ayasofya önünden Bab-ı Hümayun ve III.Ahmet Çeşmesi. Bu kapının üzerinde bir kitabe yazmakta, kitabenin Türkçeleştirilmiş halini aynen aktarıyorum: "Bu mübarek kale Allah'ın yardımı ve rızası üzerine, güvenliği sağlamak için Sultan Mehmet Han'ın oğlu Sultan Murat'ın oğlu, karaların padişahı ve denizlerin hakanı, insanların ve cinlerin üzerinde Allah'ın gölgesi, şarkta ve garpta Allah'ın yardımcısı, su ve toprağın kahramanı, Konstantiniyye'nin fatihi ve fethin babası olan Sultan İkinci Mehmet Han'ın emriyle 883 senesinin mübarek Ramazan ayında (Kasım 1478) imar ve inşa edildi."  
1865 yılında çıkan yangına kadar bu kapının üzerinde padişahların alayları izlemek için kullandığı ve ölmüş kimselerden kalan emanet eşyaların korunduğu büyük bir köşk varmış fakat çıkan yangın sonucu günümüze kadar korunamamış.

1.Ana Kapı olan Bab-ı Hümayun'un girişine kadar gelmişken hemen kapıdan içeri girmeden solunuzda kalan konaklarıyla meşhur Soğukçeşme Sokağı'nda da bir tur atımanızı tavsiye ederim. 

Bab-ı Humayun'un 1.Avlu (Alay Meydanı)'dan görünüşü

Bu kapıdan girince 1.Avluya yani Alay Meydanı'na girmiş oluyorsunuz, buraya girmek eskiden olduğu gibi günümüzde de serbest. Bu avluya ayrıca Gülhane Parkı tarafından Arkeoloji Müzesi'ınden yukarıya doğru çıkarak da direkt olarak ulaşabilir, bize her yol Alay Meydanı diyerek yolunuza devam edebilirsiniz.
Ama ben Ayasofya  ya da Soğukçeşme Sokağı yönünden gelerek Bab-ı Humayun'dan geçtiğinizi düşünerek anlatmaya başlıyorum. Kapıdan geçtiğiniz anda sol tarafınızda bugün restaurant-cafe olarak hizmet veren Karakol Binası, onun yanında Aya İrini Kilisesi, onun yanında da Darphane Binası'nı görüyorsunuz. Sağ tarafınızda ise gözlerinizi alamayacağımız bir manzara var aşağı doğru inen bir yokuşun başında olan. Askeri bölge olduğundan o yokuştan aşağıya inilmiyor. Avluda biraz ilerledikçe irili ufaklı çeşmelere, Osmanlı döneminden kalma çınar ağaçlarına, Müze Mağazasına rastlıyorsunuz. I.Avlu'da yeralan yapılar bunlardan ibaret diyebiliriz. 2.kapı olan Babusselam'a kadar yeralan bu yapıların objektifimden çıkan amatör görüntüleri şöyle;


Bab-ı Hümayun'dan girer girmez hemen sağ tarafınızda kalan muhteşem bir manzarayla karşılaşıyorsunuz. Yokuş aşağı inilen ve girmenin yasak olduğu yer Askeri bir bölgeymiş

Solunuzda ise bir önceki fotoğraftaki askeri bölgenin hemen karşısında yer alan, eskiden Sarayın Dış Karakol Binası olan ve günümüzde cafe-restaurant olarak işletilen Karakol Restaurant'ı göreceksiniz.

Ve Karakol Restaurant'ın yanında yeralan Aya İrini Kilisesi. Aya İrini (Hagia Eirene) "Kutsal Barış" anlamını taşımaktaymış. Aynı zamanda, Konstantin'le aynı yüzyılda yaşamış asıl ismi Penelope olan  bir azizenin adıymış. Bu azize Hristiyanlığı yaymaya çalıştıkça putperestler tarafından çeşitli işkencelere maruz kalmış ama mucizeler sonrasında ellerinden bir şekilde kurtuluvermiş ve bu mucizeler karşısında putperestler Hristiyan, bizim Penelope de bir azize olmuş. Konstantin de bu olağanüstü olay üzerine yaptırdığı ilk tek tanrılı dinin mabedine Aya İrini adını vermiş.

Aya irini'nin hemen bitişiğinde, zamanında para basımı ile birlikte sarayın ihtiyacı olan değerli eşya ve mücevherlerin yapıldığı yer olan Darphane Binası.

Alay Meydanı genel görünüm

2. kapı olan Babüsselam'a yakınlaştıkça sağ tarafımızda Müze Mağazası'nı görüyoruz


Müze Mağazası

Müze Mağazasında satılan magnetler 

Yine Müze Mağazası'nda satılan, orjinalini 3.Avlu'da Hazine Dairesi'nde görebileceğiniz Necefli Cam Sürahi (Fiyatı 750-TL)

Müze Mağazası'nın hemen yanında Bilet ve Müze Kartı Gişesi 
I.Avlu'da genelde çimlere yayılmış insanlar görürsünüz
 "Yok ben çimlere yayılamam, böcekten keneden korkarım" diyorsanız bilet gişesinin karşısında, Babüsselam'ın hemen önünde yer alan, soluklanıp birşeyler içebileceğiniz ufak bir cafe de mevcut

Ve muhafızlarım "Desturrrrrrr!" diyerek 2.Avlu'ya girmem için Babüsselam'ın yollarını açıyor


2.Avlu (Divan Meydanı)


I.Avlunun sonunda bulunan  "Babüsselam " ya da "Orta Kapı" II.Avlu olan Divan Meydanı'na açılıyor. Bu kapının her iki yanında bulunan kulelerin Kanuni Sultan Süleyman tarafından Avrupa seferinden sonra Avrupa şatolarının kulelerinden esinlenerek yaptırıldığı söylenmekte. Kapının iç tarafındaki geniş saçaklı revak da 3.Mustafa zamanında yaptırılmış ki bu noktadan itibaren sarayın ana sınırları başlamış oluyor. Sadece padişahların atla geçebildiği sadrazamların bile geçerken attan inmek zorunda olduğu bu kapıdan biz de müze kartlarımızı okutarak  geçebiliyoruz.



Babüsselam'ın 2.Avlu'dan görünümü
Babüsselam'dan girilen II.Avlu, esasen devlet yönetiminin gerçekleştirildiği, devletin temsil edildiği bir tören alanıymış. Bu avluda cülus (tahta geçiş töreni), bayramlaşma merasimleri gibi törenler yapılırmış. Avlu'ya girdiğimizde solumuzda kalan yol Has Ahırlara gitmekte, Has Ahır'ların karşısında bir de Beşirağa Camii bulunmakta ancak çoğunlukla kapalı olan bir bölüm olduğu için biz bu bölümü transit geçip giriş kapısından direkt padişah ya da vezir yollarını takip edelim. İlerde solda Adalet Kulesi, onun altında Divan toplantılarının yapıldığı Kubbealtı, onun yanında da şu anda silahların sergilendiği Dış Hazine Binası çarpacak gözümüze. Direkt karşımızda ise 3.Avlu'ya geçişi sağlayan III.Ana kapı Bab-üs Saade yer almakta.Sağ tarafımızda  bacalarından da anlayacağınız gibi mutfaklar bulunuyor ki bu günlerde restore edildiği için ziyarete açık değil. Bu açıklamalardan sonra iyi yolculuklar dileyip 2.Avlu fotoğraflarıyla başbaşa bırakıyorum sizleri.



Divan toplantılarının yapıldığı Kubbealtı ve üzerindeki hem şehri hem sarayı gözetlemek için kullanılmış Adalet Kulesi (Kasr-i Adl) "Oraya çıkılıyor mu acaba, manzara nasıldır kimbilir?" gibi aklınızdan türlü sorlular geçiyorsa, hatırlı bir tanıdığınız yoksa hiç heveslenmeyin. Ben böyle sorular geleceğini tahmin ettiğim için sizin adınıza gidip sordum ama üzgünüm şimdilik izin vermiyorlar. Tabi "Yav, insanları buraya çıkartmak için bir turnike daha ekletelim. Çok talep var. Hazır harem girişi de yan tarafta, bir bilet de Adalet Kulesi için bastırtalım" fikri birilerinin aklına gelmezse.


Adalet Kulesi

Kubbealtı giriş ve çıkış kapıları


Divan toplantılarının yapıldığı Kubbealtı. Padişahlar  divan toplantılarını sağ üstte bulunan  pencereden  izlermiş


Bir önceki resimde yeralan pencereye konulan altınyaldızlı kafes

Kubbealtında asılı duran Kanuni Sultan Süleyman'ın Tahta Çıkış Töreni minyatürü



Kubbealtından çıktıktan sonra hemen bitişiğinde yeralan 2012 yılından beri sergilenen Saat Koleksiyonu'na bakmak için ayaklarınız sizi otomotik olarak Divit Odası'na götürüverecek.

Saat koleksiyonun'un büyüsü geçmeden hemen bitişiğindeki Padişahların kılıçları, savaşlarda kullanılan, ganimet ve hediye olarak gelen silahların sergilendiği  Dış Hazine Binası 'nda bulacaksınız kendinizi. Zamanında küpler içinde altın ve değerli taşlar bu binada saklanırmış. Binanın önünde bulunan nişantaşı da III.Selim adına yapılmış.

Kubbealtı'nın, Harem'e girişin bitişiği olan bölümünde ziyaretçilerin dinlenip birşeyler içebileceği cafe de mevcut. Cafe'nin hemen bitişiğinden ziyaretçilerin Harem'e alındığı kapı bulunmakta.

Kapıdan girdiğimizde sağ tarafımızda, (Kubbealtı'nın tam karşısında) 150 metre uzunluğunda Matbah-ı Amire olarak anılan, zamanında bütün saray için ocaklarında yemekler pişen Mutfaklar yer alacak (Bu aralar restorasyonda olduğu için maalesef kapalıydı)
2.Avlu'da bulunan Sohum Kalesi Abidesi. III.Ahmet zamanında alınan Sohum Kalesine konulan bu abidenin üstünde bulunan tuğra II.Abdülhamit'e aitmiş. Bunun nedeni abidenin bir dönem Ruslar'ın eline geçmesi ve II.Abdülahamit döneminde Ruslar'dan alınıp saraya getirilmesiymiş. 


2.Avlu'da ayrıca bir de kuyu bulunmakta

Osmanlı döneminden kalma asırlık çınarlardan birisi.

Enderun denilen III.Avlu'ya geçiş içiçe iki kapıdan oluşan, "Babüssaade"  denilen kapıdan gerçekleşiyor. Son şeklini III.Selim zamanında alan bu kapının önünde cülus ve bayram tebrikleri yapılırmış. 

Ben tebrikleri kabul ederken siz de sağımdaki kapıdan 3.Avlu'ya geçin hemen geliyorum. (Ramazan Bayramının 2. günü )


3.Avlu (Enderun Meydanı)

Bu meydan padişah dahil olmak üzere sarayda yaşayanların kaldıkları, barındıkları, eğitim gördükleri yapılardan oluşan bölümdür. Arz Odası,Has Oda, Fatih Köşkü, Ağalar Camii, Enderun Kütüphanesi gibi yapıların yer aldığı avludur. Ayrıca bu avluda Kutsal emanetler (Has Oda'da), Kaşıkçı Elması gibi değerli eşyalar (Fatih Köşkü'nde) sergilenmektedir.


2.Avlu'nun sonunda olan Babüssaade'den girdiğimizde....


Kendimizi, içiçe geçmiş iki kapının çıkışı olan Enderun Avlusu'nda Arz Odası'nın hemen önünde buluyoruz.


Ve ayaklarımız bizi karşımıza çıkan, padişahların sadrazam, elçi gibi devlet büyüklerini kabul ettiği Arz Odası'na götürüyor. Padişahlara önemli meseleler bu köşkte arz edildiği için bu ismi almış. 



Hiç merdiven kullanmadan geçtiğimiz Arz Odası'ndan merdiven inerek 3.Avlu'yu gezmeye devam ediyoruz.


Arz Odası'nın arkasında bulunan arka cephesinde çeşmesi bulunan Enderun (III.Ahmed) Kütüphanesi  dikkatimizi çekiyor ve hızlı adımlarla ilerliyoruz.
 
Enderun( III.Ahmed) Kütüphanesi

Bugün Hazine Müzesi olarak değerli eşyaların sergilendiği Fatih Köşkü avlunun sağında yeralmakta.

Sol tarafta ise Kutsal Emanet'lerin bulunduğu Has Oda bulunmakta


Has Oda Girişi


4.Avlu (Sofa-i Hümayun) ya da (Mermer Teras)

Ve sıra geldi en iç açıcı, en güzel manzaraların olduğu 4.Avlu'yu gezmeye. 3.Avlu'dan buraya inen dar geçitlerden rampa aşağı inerek ulaştığınızda Lale Bahçesi'nde bulacaksınız kendinizi.Sırtınızı geldiğiniz geçite verdiğinizi düşünürsek solunuzda merdivenlerle çıkılan Revan Köşkü bulunacak. Revan Köşkü'yle aynı terasta bulunan yapılar; Has Oda, Bağdat Köşkü, İftariye Köşkü ve Sünnet Odası. Revan Köşkü ile Sünnet Odası Has Oda'nın çift sütunlu geniş revağıyla birbirine bağlanıyor. Terastan indiğinizde sağ tarafınzda sırayla Sofa Köşkü ve Hekim Odası olacak. İlerlemeye devam ettiğiniz de bu avlunun diğer yapıları olan Sofa Mescidi, Esvap Odası ve Mecidiye Köşkü'nü göreceksiniz eğer restorasyonda değilseler tabi. Fotoğraflarla da anlatayım;

3.Avlu'dan 4.Avlu'ya geçişi sağlayan rampa

Ya da merdivenlerle inilen alt geçit de 4. Avlu'ya ulaşmanızı sağlayacaktır.

Lale Bahçesi

4.Murad'ın Revan Zaferi (Erivan) anısına yaptırdığı köşk olan Revan Köşkü
Teras'tan Sünnet Odası yönünden Revan Köşkü ve havuz
Teras'a çıkıldığında herkesin içinde poz vermek için sırada beklediği sarayın en mini mini, en cici bici köşkü olan İftariye Köşkü karşımıza gelecek. Yaz aylarına denk gelen ramazanlarda padişahların kandilleri gözlemleyerek orada iftar açması için yaptırılmış Sultan İbrahim zamanında. 
Ama manzaraya dayanamadım İftariye Köşkü'nde ben de poz verdim.
                                                                

Bağdat Köşkü, hemen önünde, İftariye Köşkü ve her biri poz derdinde olan müze ziyaretçileri
Bağdat Köşkü 4.Murad'ın Bağdat Seferi Hatırası olarak yaptırılmış

Bağdat Köşkü'nden  İftariye Köşkü ve  yanında bulunan Sünnet Odası.

Sünnet Odasıyla Revan Köşkü'nü bağlayan Has Oda Revağı

Has Oda Revağı'nda bulunan çeşme

Terasta işimiz bittikten sonra tekrar Lale Bahçesine doğru merdivenlerden iniyoruz ve çıkarken terasın merakı, İftariye Köşkü'nün albenisiyle es geçtiğimiz Sofa Köşkü'ne de bir uğrayalım diyoruz. Hekim Odası'nı da geçtikten sonra Esvap Odası , Sofa Mescidi, Mecidiye Köşkü ve Konyalı Restaurant'ın olduğu Marmara Manzarısı'na doğru bırakıyoruz kendimizi.

Sofa Köşkü (Mustafa Paşa Köşkü)
Sofa Köşkü'nün içi 


Hekimbaşı Odası

Sultan IV.Murad Enderunlu gençlerin spor faaliyetlerini izlesin diye Hekimbaşı Odası'nın arka bahçesine yaptırılan Mermer Taht

Mermer Taht'ın görüş açısı (Sofa Köşkü ve Bağdat Köşkü'nün arka cepheleri)

Yazın son demlerinde direnen, inatçı Saray Gülü

Sofa Mescidi


Restorasyon'da olan sarayın en güzel manzarasına sahip Mecidiye Köşkü

Mescid'in önünde, padişahla görüşmeye gelenlerin huzura çıkmadan önce kendilerine çeki düzen vermeleri için  yaptırılan Esvap Odası bulunmakta


Sofa Mescidi önünden manzara


Konyalı Restaurant



Samet'i Harem'e de gitmeye ikna edebilmek için, Konyalı'da bir mola vermemiz gerekti.

Harem



Ve... Samet'i ikna etmeyi başardık 
İlk girişte Kara Hadım Ağlar'a ayrılmış bölüm yeralmakta. Cümle Kapısı'ndan geçtikten sonra Kadınefendi ve cariyelerin, valide sultanların, padişah ve şehzadelerin yaşadıkları yapı gruplarını çevrelerinde toplayan taşlıklara varıyorsunuz. Harem'de pek çok yer restorasyonda olduğu için maalesef çoğu yere giremedim, fotoğraflayabildiğim yerler şöyle;


Geçtiğimiz yollardan tekrar geri dönerek  Harem'e geçişin olduğu 2.Avlu'ya geri dönüyoruz


Kara Hadım Ağalar'a ayrılmış bölüm

Altın Yol

Cariye Koridoru


Cariyeler Koğuşu


1.Ahmed Has Odası

3.Murad Has Odası


Yemiş Odası

Gözdeler Taşlığı ve Dairesi

3.Ahmed Has Odası


Velihad Dairesi (Şehzadelerin özel ders aldıkları daire) 


Valide Taşlığı

Haseki Dairesi (Maalesef Kapalıydı)



Haseki Dairesi'nin kapısını çaldık ama açan olmadı



"Bu taşların dili olsa" diye içinizden geçirmemeniz mümkün değil.

Vee yolun sonu.


 Bir Gezistanbul'un daha sonuna geldik yazımın hazırlanmasında emeği geçen ekibime (Gamze, Meral abla ve Samet'e ) teşekkürlerimi sunuyor ve Tarihi Yarımada'nın diğer noktalarından birinde tekrar görüşene kadar esen kalın efenim diyorum. 

Bilin bakalım sırada neresi var? (Yazıma heyecan katayım dedim)