Wikipedia

Arama sonuçları

23 Mayıs 2013 Perşembe

Fala İnanma Falsız da Kalma


    Fala inanmasam da baktırmaktan alamam kendimi, eğlendirir beni. Aslında hayra yorulmuş bir falın kişiye psikoterapi etkisi yaptığı inancındayım. Yani bir sorunun mu var, aşamadığın bir derdin mi var? Git ağzından bal damlayan bir falcıya, ne dert kalır o zaman ne de tasa.

Benim de herkes gibi falcıya gitmişliğim var tabi. Şu an falcının ne söylediğini hatırlamıyorum ama, gerek iş arkadaşım Çiğdem'le kahvelerimizi püskürterek içmemize neden olan kahkaha krizimiz, gerekse falcı kadının anlattıkları, oradan çok mutlu bir şekilde ayrılmamıza neden olmuştu.

Falcıya gitmişliğim kadar falcılığa soyunmuşluğum da vardır. Ara sıra eğlenelim diye baktığım fallarda, onikiyi tutturamasa da hedefe yakın bir yerlerden geçen sallamalarım da olmuştur üstelik. Örneğin bir kere arkadaşım Gamze'ye fal bakmıştım; fincanda gördüğüm bir karartıyı, bunalımda olan arkadaşıma iyi gelsin diye " Aaaa bak, bak! Görüyor musun şunu? Burada motosiklet var! Sen motosikletli bir Banderas'la tanışacaksın" şeklinde yorumlamıştım. Ertesi günü Gamze bana benim hayra yorumladığım faldaki motosiklet olayının, şahit olduğu motosiklet kazası şeklinde gerçekleştiğini anlatmıştı. E yine çok güldük. Dediğim gibi fal insanı mutlu eder.

 Fal bakmak zannedildiği gibi çok zor bir iş değil aslında. Ciddi ciddi fal bakan, gizemli güçlere sahipmiş izlenimi uyandırmak isteyen falcılardan değilim ben. Bu sebeple işin sırrını sizlerle paylaşabilirim:

Fal Bakmak İçin Bilinmesi Gereken 5 Altın Kural


1-Ne kadar çok şey söylerseniz tutma ihtimali o kadar fazladır, o yüzden sallamaktan çekinmeyin. Unutmayın, fal bakmada şöyle bir izlenim var; falcı on kere yanılsın, bir tane güzel birşey bilsin, " Bak görüyor musun nasıl bildi?" düşüncesi oluşur nedense, sanki Da Vinci'nin şifresini çözmüş gibi. "E on tane şey salladı bir tanesi de tutsun yahu" desen "E, olur o kadar canım, hepsini bilecek hali yok ya" diye anlamadığım bir tolerans gösterilir falcılara. O yüzden rahat olun. Bir tane güzel birşey tutturdunuz mu yırttınız zaten, onun üstüne gidersiniz ve gönülleri fethedersiniz.

2-Karşınızdaki kişi bekarsa aşk hayatıyla ilgili ip uçları verin. Hayatında bir engelin olduğunu söyleyin. Bekar kaldığına göre muhakkak bir engeli vardır. Hiç engeli olmasa bile kısmetsiz olmasının bir engel olduğunu vurgulayın.Onların fincanlarında yuvarlak bir şekil arayın, yüzük gibi mesela. Yok mu? Üzülmeyin, muhakkak anahtara benzetilen bir tortu bulunur. Bulduğunuzda da rahat rahat "Aaaa! Bak bak anahtar" şeklinde göğsünüzü gere gere gösterin.

3- Eğer kişi evliyse derdi ya çocuktur ya da para. Herkesin fincanında çıkan o telve birikintisini özellikle evli olan bu kişilerde "Sıkıntı" olarak yorumlayabilirsiniz. Zira evli insanı sıkacak birşey çok daha rahat bulursunuz. Çocuğu varsa bunalmıştır ona sıkılıyordur, yoksa olmamasına sıkılıyordur. Kaynanasına sıkılıyordur, eltisine sıkılıyordur. Muhakkak birine ya da bir duruma sıkılıyordur. E bu kadar sıkılan bir insanı mutlu etmek lazım değil mi? Bir önceki seçenekteki anahtarı burada da kullanabilirsiniz. Evi varsa araba anahtarıdır o. O da mı var? O zaman yazlık anahtarıdır.Hepsi de  var mı? E, o zaman kiradaki evinizin anahtarıdır canım, yalan mı söyleyeceğiz, çıkmış işte! Çekinmeyin mutluluğun anahtarını onlara da gösterin.

4- Her kişinin anlaşamadığı, gıcık olduğu biri muhakkak vardır. Böyle birilerinden bahsedin. "Ay şekerim, seni çekemeyen, kıskanan, senin gibi olmaya çalışan birisi var" şeklinde karşınızdaki insanı yücelten şeyler söyleyin. Ha arada "Aaa, kim miş o? Nasıl biri" gibi sorularla karşılaşabilirsiniz. Hemen telaşa kapılmayın, sakin olun. "Ay vallahi ne bileyim, orta boylu, hafif kumralca" gibi ortalama, hemen hemen herkese uyabilecek bir tip tarif edin. İlla isim diye tutturursa da" isminin içinde  "A" ya da "E" harfi var" deyin. Artık biraz da şansa bırakın. Tutmazsa da üzülmeyin. En kötüsü ne olabilir ki? Olsa olsa, böyle ukala bir tipe bir daha fal bakmazsınız, olur biter.

5- Bir halta benzetemediğiniz alacalı bulacalı telve birikintisi gördüğünüzde, "Kalabalıklara giriyorsun, böyle kısa kısa yollara gidip geliyorsun" demenizi tavsiye ederim. Çünkü bu her insana uyan bir tariftir. Tek başına yaşayan bir insan bile en azından bakkala gitmek için evden dışarı çıkmak zorundadır çünkü.

Gördüğünüz gibi fal bakmak için öyle zannedildiği gibi mistik bir güce falan ihtiyaç olmaz. Herkes bakabilir. Size verdiğim sırlarla şu anda falcılık kariyerime son vermiş olduğumun farkındayım. Önemli değil, maksat mutlu, sağlıklı ve de Türk Kahvesi içen bir toplumda yaşayalım. Hiçbir faydası olmasa bile kırk yıl hatırı var en azından.









16 Mayıs 2013 Perşembe

Tribünün Sultanlarına...


Mehmet Günsürvari karizmatik bir erkeğin Tarkan konserine gidip, alnına Tarkan posteri yapıştırıp “Tarkaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaan!” diye yırtınması kadar sinir bozucu bir durum varsa o da  aklı başında görünen genç bir bayanın “Yuhhhhhhh, o gol nasıl kaçar oğlum” tarzında tribün sesiyle futbolla ilgileniyormuş gibi görünme çabasıdır. Erkekler Mars'tan kadınlar Venüs'ten geyiğine falan girmeyeceğim. Ama bu durum çok samimiyetsiz değil mi?

Ey Türk Genç Kızı! Sana söylüyorum. Silkelen kendine gel!

Erkeklerin futbol merakını anlayabilirim, çünkü bir erkeğin ilk oyuncağıdır top. Çocukluğu tek kale maç yapmakla geçmiştir. Her boyutta yaşar futbolu, oynar,izler,yorumlar üstüne cila olsun diye başkalarının yorumlarını izler, başkalarının yorumlarını yorumlar.Yani Futbol ruhunu dibine kadar kanıksamıştır. Maç seyrederken yaptığı tezahüratlarda bir gerçeklik vardır “O topa öyle mi vurulur?” derken inandırıcıdır bu yüzden, çünkü top oynamışlığı vardır.

Ya sen? Topa nasıl vurulacağı konusunda herhangi bir fikrin var mı? O zaman ne diye Fatih Terim gibi direktifler veriyorsun? Bir kere şunu kabul et; futbol senin DNA yapına ters.Gırtlak yapın müsait değil her şeyden önce,  “ Yuhhhh lan! “ derken en fazla Atilla Taş gibi olabilirsin.  

Koyu bir Galatasaray taraftarı babaya, babasıyla Fenerbahçeli dayısından aldığı rüşvetlerle gel-gitler yaşayıp sonunda Beşiktaşlı olmakta karar kılan bir ağabeye sahip olarak, futbol muhabbetleriyle büyüdüm ben de her Türk evladı gibi. Hatta futbol oynamaya bile yeltendim haddimi aşarak ve biraz da Ali’den aldığım kola, çikolata gibi primler karşılığında, kapı eşiğinde gönüllü(!) kalecilik deneyimlerime güvenerek. (Gördüğünüz gibi hep bir çıkar ilişkisi söz konusu) Öyle ya da böyle her Türk Genç Kızının babadan, ağabeyden, kardeşten, kuzenden ya da komşudan doğan zorunlulukla futbolla bir ilişki içerisinde olması çok normal. Ama bu durum farkına varılır varılmaz vazgeçilmeli bu sevdadan. Ben öyle yaptım.

 Evet erkekler  futbolu sever, futbol da erkekleri seviyor zaten. Araya kara çalı gibi girmenin bir alemi yok. Kadın beyni her şeyi ince düşünecek kadar kusursuz programlanmış olmasına rağmen, en güzel pozisyonda televizyonun önünden geçmeme ayarı konmamış maalesef. Bu durumu, kendini bilmeye başladığında çözersin zaten. Acilen kendine gelip hayatın kadınlar için olan asıl güzelliklerine yönelmelisin bence; dizini, magazinini izle, çocukluğunda oynadığın oyunlara, gösterdiğin eğilimlere uygun davran. Bırak yaranmak istediğin, eşin ya da sevgilin her kimse, o, bir paket çekirdekle yanına gelip, sana "Kuzey-Güney'in son bölümünde ne oldu?Ben kaçırdım" desin. Yok illa sporla ilgilenmek istiyorsan tenisle ilgilen.Tabi canım tenis daha asildir. Kadına daha yakışır. Erkeklerin tenis izlerken oldukları gibi samimiyetsiz, art niyetli bir durum, futbolla ilgilenmen.

 Oradan, buradan duyduğun bir-iki terim ve magazinlerde takip ettiğin futbolculardan ibaret olan yetersiz bilgi dökümantasyonunla kime, ne diye yaranmaya çalışıyorsun ki. Bırak uğraşma! Aslına dön! Sen kadınsın. “ Yirmiiki adam bir topun etrafında haldır haldır koşuşturuyor” klişesi doğru, olay tam da bundan ibaret, İnan bana.  Taraftar ol yine, o ayrı konu, ama kadın gibi ol. Ne bileyim “Ben doğuştan fenerliyim” ya da “Damarımı kessen kanım sarı kırmızı akar” tavrını bırak bir kenara.  “Babadan öyle gördüm kardeşim, en büyük Galatasaraymış ama iddialı değilim, ben bilemem takımın motivasyon durumunu. İyi oynayan kazansın, ”  havalarında olman lazım. Maça da git istiyorsan. Ama “Haddde bea! Kaçar mı o gol angut!” gibi, başlama vuruşu düdüğüyle mutasyona uğramadan,  “Ay inanmaaayourrrummm! Kızııııııııııııım! Ne biçim attı topu ! “ gibi özüne uygun sloganların olursa daha samimi gözükürsün. Ve inan bana tribünlerde birbiriyle dalaşan, hatta birbirlerinin canlarına kasteden holiganlardan daha delikanlı olursun o halinle.



10 Mayıs 2013 Cuma

Benim Annem Dünyanın En ama Ennnnnnnn Birincisi!




Yine anneler günü telaşı var heryerde. Televizyonlarda ürünleri annelerle alakalı olsun olmasın anneler gününü kutlayan firmaların reklamları, sokaklarda annesinin yanağına öpücük konduran elinde bir demet papatya olan çocuklu karelerin yer aldığı billboardlar, mağaza vitrinlerinde  sözde %70 e varan, "annelere özel"  indirim kıyakları, e-posta kutunuzda " Acele edin kaçırmayın, Anneler Günü'ne özel eşsiz manzara eşliğinde muhteşem kahvaltı hem de inanılmaz fiyata, yalnız elinizi çabuk tutun! Şok Şok Şok!!!" gibi annesi öğleden önce kalkmayan insanı bile garip bir şekilde heyecanlandırıp telaşlandıran mailler.

İnsanın bir yanı da babaların dediği gibi "eskiden böyle günler mi vardı, gavur icadı bunlar" demiyor değil. Üstelik Anneler Günü'nü "icat eden" Anna Jarvis'in bile kendi icadının sömürüldüğüne inanıp hayatının geri kalan kısmını bu sömürüyü yapan çiçekçilere ve tebrik kartçılarına savaş açmakla geçirmiş ve sefil bir şekilde bu icadından pişman olarak  bu dünyadan göçmüş olduğunu düşünürsek "Hiç de haksız değil babalar" diyorsun. Zavallı Annacık bizim kampanyaları görüyorsa eğer kemikleri sızlıyordur eminim.

Anneciğim seni ben,Çiçeklerden yemişten,Sarı saçlı bebekten,Canımdan çok severim Gitme hep yanımda kal,Beni kollarına al,Pembe gülden daha al Yanağından öperim.

Hani her bayram dert yanarız ya "Nerde o eski bayramlar" diyerek; sanırım yaş kemale erince, bayram, yılbaşı, ramazan, anneler günü gibi özel günleri çocukluktaki gibi saf duygularla ve aynı coşkuyla yaşayamıyoruz artık. Bu yüzden de çocukken kutladığımız her özel gün de tıpkı diğer herşeyde olduğu gibi daha masumane daha samimi geliyor bize büyüyünce. Belki de yeniden çocuk olma derdindeyiz de bayramlara suç atıyoruz eskisi gibi olamadıkları için kim bilir?

Bir düşün "Anneler Günü'nde" ne yapardın çocukken? Harçlığını biriktirirdin değil mi haftalar öncesinden. Artık neye gücün yeterse, varsın annen için saçma bir hediye olsun. Sürahi gibi mesela. Kutusuna koydun mu çok güzel hediye paketi oluyor ya boşver sen dalga geçilme olasılığını. Hem annenin de dediği gibi "Düşünmen bile yeter!" Bugünkü gibi anneme bir ürün alırsam ikinci ürünü de kendime  anneler günü indiriminden yararlanarak yarı fiyatına alırım gibi kurnaz düşüncelerden uzak, hesapsız kitapsızca, sırf annen sana sımsıkı sarılıp canım kızım (ya da oğlum) desin diye alırdın o hediyeyi. Sadece paran ona yetiyordu ve biraz da annenin sevgisine sığınıyordun, çünkü biliyordun ki sen ne alırsan al ya da hiçbirşey alma farketmez, o seni hep sevecek. Annen her sürahiyle bardağa su koyduğunda duymak istediğin "aman da anasının kuzusu ne güzel sürahi almış annesine" cümlesini duyma hayalin tam olarak istediğin gibi gerçekleşmese de (sürahi çok kötü bir fikirdi kabul ediyorum) yine de güzel şeylerin hayalini kuruyordun, "Ben büyüyünce anneme koskocaman hediye paketleri vericem, onu musmutlu edicem" diyerek. Sonra annenle oturup 70'li yıllarda çevrilmiş ülkemizin milli filmi haline gelen  Ayşecik'in "Anneler Günü" filmini izliyordun.


Benim Annem Dünyanın En ama Ennnnnnnnn Birincisi!!!!

Her ne kadar sömürülmüş olsa da iyi ki böyle bir gün var. Çünkü hep bir yerlere yetişme telaşı ve sevdiklerini ihmal etmiş olmanın verdiği çaresizliğin okunduğu gözlerini bir an televizyona çevirdiğinde, o reklamlardaki çocuklardan birinin o katıksız cümlesiyle silkelenip kendine geliyorsun. Çünkü sen de onunla aynı saflıkta inanıyorsun yaşın kaç olursa olsun "Benim Annem Dünyanın En Birincisi!" fikrine.

Tüm Anneler'e sevgiler...