Wikipedia

Arama sonuçları

30 Ekim 2015 Cuma

Komşuda Görüşürüüüz!


Ayhan'ın bloguna konuk oldum ve orada bir yazı paylaştım.  Nickname: Bombastik Turta başlıklı yazım için buyurun kardeş bloga lütfen.












28 Ekim 2015 Çarşamba

English Diary (28.10.2015) "Learning English With Songs"

I have been listening to english songs and trying to sing loudly for a while. You know; I've been trying to learn english for a long time through a lot of different methods. However I still can not speak very well. I guess, I need to practice over and over again. Thus, I've decided to practice through music and songs. I hope it will work this time.

Now, I just want to share with you here are a few of the english songs I have been listening to:

1-) Imagine - John Lennon: This is such a catchy song, for this reason, it is the first song what I've memorized. Also, this song's message is simple but at the sametime very profound. So, everyone must memorize this song all over the world. It's a very effective and global song. I love it.

2-) Just give me a reason - Pink: It's the most pleasurable song when I sing loudly with Pink for me. It is really great. Pink's songs are very beautiful. I love all of them but I think, "just give me a reason" is number one.

3-) Someone like you - Adele: I had memorized only the chorus of this song before. Now, I'm trying memorize other words. Surely, I will learn all of them soon and then troll with Adele. Of course my voice is a bit funny compared to Adele but I don't care. I just love to sing.:)

4-) Stupid in love - Rihanna : I had memorized some part of the lyrics, too. The lyrics of  this song are very interesting. I love this song. Rihanna sings the song very fast. So, to learn it will be difficult, but, I will learn and sing it with Rihanna. It will be fun.

5-) Everything I Do- Brayn Adams:  Brayn Adams's voice is very impressive. I love his voice. This song is my favorite Brayn Adams's song. I've been listening to this song since my childhood. It's so romantic and gentle. I usually dream about a man saying these words to me whenever I listen to this song. However the man's voice must sound emotional like Brayn Adams :)

You see, I listen to these songs over and over again everyday till I memorize all words. Learning english with songs is a great way to improve my pronunciation and increase my vocabulary. Also, It is really fun. I will tell you about other songs that I try to memorize in the following days.







20 Ekim 2015 Salı

Yazmasak Delirir Miyiz Acaba?



Eski Türkler'de "yazmak" eylemi için, kökü çincede "biti" yani fırça anlamında olan "bitimek" kelimesi kullanılırmış.

Örneğin; ilk yazılı anıtlarımız olan Göktürk Kitabeleri'nde "Bunça bitig bitigme atısı Kül Tigin atısı Yollug Tigin bitidim" (Bunca yazıyı yazan Kül Tigin'in yeğeni Yollug Tigin, yazdım) notunda bunu görebiliyoruz. Ayrıca "bitimek" kelimesini hâlâ kullanan Türk boyları da günümüzde mevcutmuş.

Yine o dönemlerde "yazmak" kelimesi ise günah işlemek, yanılmak, hata yapmak anlamını taşıyan bir fiil olarak kullanıyormuş sadece.

Bu fiilin günümüzdeki anlamına kavuşması ise Türk boylarının islamiyeti kabulünden sonra olmuş. Meleklerin günahları kaydetmesine "yazı yazmak" denilmiş ve zamanla yaygınlaşarak da her türlü kaydetme işleminde "yazmak" fiili kullanılır olmuş.

Ne garip değil mi? Bu yüzden mi yazarak hafifliyor insan?

Ve gerçekten Sait Faik'in dediği gibi yazmasak delirir miyiz acaba?

"Söz vermiştim kendi kendime: yazı bile yazmayacaktım. Yazı yazmak da bir hırstan başka ne idi? Burada namuslu insanların arasında sakin, ölümü bekleyecektim; hırs, hiddet neme gerekti? Yapamadım. Koştum tütüncüye, kalem, kağıt aldım. Oturdum. Adanın tenha yollarında gezerken canım sıkılırsa küçük değnekler yontmak için cebimde taşıdığım çakımı çıkarttım. Kalemi yonttuktan sonra tuttum öptüm. Yazmasam deli olacaktım"






16 Ekim 2015 Cuma

Kızkulesi

Geçtiğimiz haftasonu arkadaşlarla Salacak'ta kahvaltı yaptık. (Gittiğimiz mekan: 5.Cadde, Fiyat: fırsat kuponlarıyla 27,50-TL, Lezzet: vasat)

Vasat da olsa sildik süpürdük her şeyi maaşallah. Zaten kahvaltı bahane, Kızkulesi şahaneydi. Ayaklarımız da bunun bilincinde olacaktı ki kahvaltıdan sonra bizi kuleye götürdüler.

Kuleye gitmek istemeyen ayakların sahipleri, gidenleri Kızkulesi'nin tam karşısındaki kafede bekledi. Tabi ki ben giden taraftaydım. :)
Kızkulesi'ne Üsküdar Salacak'tan ve Kabataş'tan kalkan teknelerle ulaşım sağlanıyor. (Öğrenci: 10,00TL Tam:20,00-TL) Biz de Salacak'tan kalkan küçük teknelerle ulaştık.

Kulenin içinde her katta ayrı bir efsanenin anlatıldığı "Efsaneler Sergisi" bulunmakta. Terasa çıkarken her katta farklı bir efsanenin anlatıldığı dev resimlerle karşılaşıyorsunuz ve yanlarındaki panolardan hikayelerini okuyorsunuz. Çocukluğunuzdan beri duyduğunuz o hikayeleri o resimlerin karşısındayken okumak o efsanelerin canlanmasına neden oluyor. 
Hero ile Leandros efsanesi: Bu efsaneye göre antik çağda bu kule Afrodit'e adanmış bir tapınakmış ve Hero da bu tapınağın rahibesiymiş. Her yıl ilkbaharda doğanın uyanışı adına tapınağın çevresinde tören yapılır, aşkı bulamayanlar hayal ettikleri sevgililerine kavuşmak için Afrodit'e yalvarırlarmış. İşte bu törene katılan Leandros bizim rahibe Hero ile karşılaşmış ve bu iki genç birbirlerine aşık olmuşlar. Ancak Hero rahibe olduğu için aşklarını gizli yaşamak zorunda kalmışlar. 

Her gece Hero, Leondros için meşale tutar, Leandros da o ışık yardımıyla yüzerek sevdiceğine gider aşklarını o kulede yaşarlarmış. Taa ki, Leandros çok rüzgarlı bir gecede meşalenin sönmesi nedeniyle kaybolup boğulana kadar. Sabah Leandros'un cesedi kuleye vurunca da Hero acıya dayanamayıp kuleden atlayıp, boğazın sularına kendini teslim ederek intihar etmiş. Bu efsaneden yola çıkarak Kızkulesi, "Leandros Tower" olarak da bilinmekte. (Aslında ben bu hikayenin Çanakkale boğazında geçtiğini duymuştum ama Kızkulesi'ne bir şekilde bağlamışlar)
Yılanlı Efsane: Benim çocukken, doğruluğundan hiç şüpheye düşmeden inandığım efsanedir kendisi. Annem anlatmıştı belki de ondandı bu safça teslimiyetim.

Efsaneye göre; Bizans imparatorunun bir kızı olur ve imparator buna çok sevinir, öyle ki; ülkesinde prensesin doğum gününü bayram ilan eder. Kızı büyüdükçe, bilginlerine kızının devlet yönetimi hakkında yetiştirilmesi için talimat verir ancak o bilginlerin en yaşlısı, imparatora kızının 18 yaşına basmadan yılan tarafından zehirlenip öleceğini kehanet eder. Bunun üzerine imparator, denizin ortasındaki küçük adacığa bir kule yaptırır ve kızını oraya götürür.

Böylece aradan yıllar yıllar geçer ve bizim nazlı prenses 18 yaşına yaklaşır. Bir gün kuleye gönderilen üzüm sepetinden çıkan yılan sinsice prensesin yanına süzülerek zehrini prensesin teninde boşaltınca prenses oracıkta ölüverir ve böylece herkes kaderden kaçılmayacağını anlar.

İmparator kızının ölümüne çok ama çok üzülmüş. Kızının toprağa gömülmesini istememiş. Çünkü gömülürse yılanların kızının bedenini delik deşik yapmasından korkmuş. Bu sebeble prensesin cansız bedenini mumyalatıp prinç tabuta koydurtmuş. Tabutunu da Ayasofya'nın üst duvarlarından birine yerleştirilmesini emretmiş.

Ayasofya'nın girişindeki 2 delikli tabutun bu hikayede bahsedilen o tabut olduğu rivayet edilir. Eğer bu doğruysa (ki ben sanırım hâlâ buna inanıyorum ); imparator ne kadar uğraşmışsa da kızını yılanın gazabından korumayı başaramamış demektir.

Not: Yukarıdaki resim benim çocukken kafamda canlandırdığım resimden biraz farklı. Ben imparatoru iskambil kağıtlarındaki papaz gibi hayal ederdim hep :)
Battal Gazi "Atı Alan Üsküdar'ı Geçti" Efsanesi: Bu efsane ise Osmanlı döneminde geçer. Hikayeye göre; İstanbul'u kuşatmaya gelen Battal Gazi, kuşatmadan bir sonuç alamayınca Kızkulesi kıyısında karargah kurar ve 7 sene burada kalır. Tabi aslında istese Battal Gazi İstanbul'u 1 günde alırmış ama Üsküdar tekfurunun kızına aşık olunca "amaan yemişim devlet işlerini" demiş ve gönül işleriyle meşgul olarak kuşatmayı uzattıkça uzatmış. Üsküdar tekfuru da bu durumdan işkillenmiş ve Battal Gazi'nin Şam seferinde olduğu sırada kızını hazinelerle birlikte bu kuleye kapatmış. Seferden dönen bizim Battal durumun farkına varınca, kayık ile Kızkulesi'ne vararak hazineleri de kızı da alıp Üsküdar'dan atına binerek arazi olmuş. İşte günümüzde bile sıkça kullandığımız "Atı alan Üsküdar'ı geçti" lafı buradan gelmekteymiş. Ayrıca bu olaydan sonra Türkler diğer efsanelerdeki kızlara da atfen buraya "Kızkulesi" ismini vermiş. O gün bugündür de bu kulenin ismi böyle kalmış.
Kulenin bir katı hediyelik eşyalara ayrılmış. Buradan kız kulesi temalı hediyeler alabilirsiniz.
Bir diğer katta restoran bulunmakta. Dilerseniz buradaki restoranda kahvaltı yapabilir ya da akşam yemeğini yiyebilirsiniz. Hatta akşam yemeğinden sonra romantik bir gecede kulenin en üst katında yer alan "Kuledebar" denilen bölüme geçip oradan da şarabınızı alıp terastan Galata'ya kadeh kaldırabilirsiniz :)
Bu da romantik olmayan bol rüzgarlı ve yağmurlu bir öğle vakti Kızkulesi'nden Salacak manzarası :)
Ve Galata... Yok bu iki kulenin aşkını anlatmayacağım :) sadece Bedri Rahmi'nin şu satırlarını ekliyorum bu fotonun altına :
"İstanbul deyince aklıma kuleler gelir
Ne zaman birinin resmini yapsam öteki kıskanır
Ama şu Kızkulesi'nin aklı olsa
Galata kulesine varır
Bir sürü çocukları olur..."

Her şey bir tarafa, Galata'da hissedilen o tarihi dokuyu Kızkulesi'nde hissedemiyorum ben. Tamam Kızkulesi daha estetik kabul ve İstanbul'u ya da İstanbul'da olduğunuzu en iyi hissettiren yapı da olabilir belki ama dediğim gibi o tarihi doku, o yaşanmışlık hissini bana Galata daha çok veriyor sanki.
Bir de yakından bakalım: ???
Fotoğrafları bloga yükledikten sonra, aklıma eski Kızkulesi fotoğrafları geldi ve nette bulduğum aşağıdaki şu iki eski fotoğrafa baktım.

Bu fotoğraflara bakınca aradaki farkı anladım galiba. Biraz garip bir benzetme olacak belki ama Ajda Pekkan'ın siyah beyaz fotoğraflarına bakar gibi bir his uyandı içimde. Bugün de güzel ama güzel olmak için fazla zorlamışlar sanki. Doğallığını kaybetmiş gibi. 
Antik çağlardan gelmesine rağmen sizce de fazla modern durmuyor mu?

Her şeye rağmen Salacak'ta bir köşede oturup, karşıdan ona ve ölümsüz aşkı Galata'ya bakmak en az eski fotoğraflar kadar büyüleyici. Tıpkı Ajda Pekkan dinlemek gibi...


15 Ekim 2015 Perşembe

Güne Başlama Mimi ( 1 Delinin Günlükleri'nden)


Tamamlanmayı bekleyen o kadar yazı var ki taslakta ama 1delinin günlükleri 'nden bugün bir mim geldi, çok kısa olduğu için onu hemen öne çektim ben de. Bugün yapmazsam kalırdı zaten, sonra da yazık olurdu bu mime :) (Mimleri seviyorum ben)

Mimin konusu "güne başlama". Herkes güne nasıl başladığını anlatacak. Çok basit. Gözüm kapalı anlatabilirim bunu size. Zaten yaşarken de gözüm kapalı yapıyorum bu anlatacaklarımı :)

06:15 = Isınma egzersizleri (alarm ertele)
06:20 = Sabah sporu (tekrar alarm ertele)
06:25 = Gevşeme hareketleri ( 5 dakika dahaaa)
06:30 = Kalkış (allaaaa, geç kalcam yaaa!)
06:35 = Banyo işlemleri (el - yüz yıkama, diş fırçalama...)
06:40 = Giyinme-taranma-parfümlenme
06:45= Mutfağa koşturup sandviç hazırlama
06:50= Servis gelmediyse okuduğum kitaptan bi kaç sayfa okuma
06:55= Cep telefonumun çalması ve servistekilerin "duydunuz zilin sesini" demesiyle kapıya inip servise binme, yolda sabah sporuna kaldığım yerden devam etme (şekerleme)
07:20= İşbaşı

Aslında işbaşı saatimiz 8:00 ama biz zevk alıyoruz sabahın görmeyen vakitlerinde işimizin başında olmaktan :) Yok, yok salak değiliz; trafiğe kalmamak için böyle erkenden yollara dökülüyoruz işte. Bazen hava güzelse ve işi kırmak istersek Yeşilköy'de kahvaltı yapıyoruz öyle gidiyoruz işe. Ama genelde işyerinde masama geçip kahvaltımı yapmayı daha çok seviyorum ben. Böylece bir yandan bloglarınızı, yorumlarınızı okuyorum, nette geziniyorum, sözlükte ya da blogumda bir şeyler karalıyorum. Kendime gelmiş oluyorum anlayacağınız. Sonra da işler-güçler, mailler, hesap-kitaplar... akşamı ediyoruz işte:)

Tabi bu anlattığım program hafta içi geçerli. Hafta sonu programım biraz daha karışık. Dışarıda bir işim varsa daha erken uyanıyorum. Yoksa tembellik edip biraz daha fazla uyuyorum. Her cumartesi genelde 9-10 gibi uyanıp pilatese başlama kararı alırım. Bazen uygularım bazen de... bilirsiniz işte hayat çok zor, gezmeler falan :)

İşte benim günlerim böyle başlar. Ben de merak ediyorum sizin güne nasıl başladığınızı. Okuyan herkes yapsın bu mimi ben de öğreneyim nasıl güne başladığınızı :) Yapmıyorsanız, yorumda da özetleyebilirsiniz :)

Herkese günaydınlar olsun!


6 Ekim 2015 Salı

"Herkez" değil "Herkes"

Sosyal ağlarda dünyaya önemli mesajlar verenler; size, hayati önem taşıyan bu görevlerinizi icra ederken çok sık kullandığınız "herkez"in artık gerçek yüzünü göstermek istiyorum. Artık yeter, birinin çıkıp "herkez çıplak" demesi lazım.

Sosyal hesaplarınızdan, tüm dünyaya hitap etmek için kullandığınız "herkez" var ya hani; işte bakın o yanlış, öyle bir sözcük bizim sözlüğümüzde yok.Vallahi bak, inanın bana. Ben belki anlarsınız, belki karşılaştırma yaparsınız diye bayramlarda "herkesin bayramı kutlu olsun" diye yazıyorum bazen, ama siz anlamıyorsunuz bir türlü. Böyle direkt söylemek gerekiyor demek ki.

Aslında eminim ilkokul öğretmeniniz, lisedeki edebiyat öğretmeniniz hatta üniversitedeki türk dili hocanız da (aranızda üniversite mezunu olup da bu hatayı yapanlar da var çünkü) bunu söylemiştir size. Ama biliyorum "herkez miydi, herkes miydi ya!" diyerek hep karıştırıyorsunuz işte ("Yalnız mıydı, yanlız mıydı?" ikilemi var bir de ama o konuya girmiyorum şimdi, hepsi birbirine karışmasın sonra, çünkü belli ki hafızalarda problem var)

Üzülüyorum; İngilizce bile konuşabilen insanların kendi diline hakim olamamasına gerçekten çok üzülüyorum. Belki bu yazıyı okuyunca beni ukala olarak görebilirsiniz ama gerçekten doğrusunu öğrenin istiyorum (Gerçi bu hatayı yapanlar bu yazıyı okumaya bile üşeneceklerdir eminim ama ben yine de sosyal ağlarda paylaşacağım, hiç değilse belki başlık dikkatlerini çeker).

Günümüzde her şey elimizin altında, bir sözcüğün nasıl doğru yazılacağını öğrenmek bir tuş kadar yakın artık bize. Bu dejenerasyonun tek nedeni ancak üşengeçlik olabilir.Yapmayın canım kardeşim, gözünüzü seveyim ne olursunuz yapmayın! Açın bakın (TDK)'ya, biraz araştırın, kendi dilinize yabancı olmayın.

Tamam, sesli söylerken "herkez" denilebilir belki; yani çene yapısıdır, ağızdır, kaplamadır, damaktır, illa ki bir neden bulunur kabullenmek için ama yazarken yapılan bu hatayı kabul edemiyorum ben; saç diplerim çekiliyor.

""de" yi ne zaman ayırması gerektiğini karıştıranları da anlayabilirim bak; yani onu doğru kullanabilmenin ufak da olsa bir matematiği var sonuçta ama "herkes" sözcüğünü doğru kullanmanın hiçbir matematiği yok. Adınız gibi, soyadınız gibi, her gün kullandığınız pek çok sözcük gibi ezberleyeceksiniz hepsi bu...

Bazen, yorumlarda bazı arkadaşlarımla konuşma diliyle yazıştığım olabiliyor; bu samimiyetten, şakalaşmadan yaptığımız bir durum ama bile isteye yaptığımız o yazışma acaba o hatalı sözcükleri normalleştirebilir mi diye de kaygı duyuyorum şimdi düşündükçe.

Belki de bu "herkez" gudubetinin dilimize yapışma sebebi; "götürürler merkeze, öptürürler herkeze" duvar yazısıdır, olamaz mı? Kafiye uydurmak için, bile isteye yapılan bu dejenerasyon günümüzde sosyal ağlarda "doğum günümü kutlayan herkeze sonsuz teşekkürler" şeklinde karşımıza çıkıyor olabilir mi gerçekten?

Sebebi ne olursa olsun, böylesine yaygın bir yanlış kullanım varsa; bu dilimize ne kadar yabancı olduğumuzu, ne kadar az kitap okuduğumuzu gösterir. Sen sosyal hesaplarında istediğin kadar entellektüel görünmeye çalış ama "herkezin bayramı kutlu olsun" dediğinde masken yere düşer ve bu gerçeği gizleyemezsin.




3 Ekim 2015 Cumartesi

Yanlış Leyla

"Sen ne biçim Leylasın?" diyerek kar topu fırlatmıştı kafama. Beni sinir etmeye bayılıyordu.

"Görürsün sen!" diyerek eğilip bir avuç kar aldım yerden ve "ne o, beğenemedin mi? neyim varmış benim?" diyerek alel acele topladığım karlarla karşılık vermek istemiştim ama yine becerememiştim. O kadar minikti ki ellerim hep ıskalardım.

"Kızım, Leylalar esmer olur böyle, ne bileyim Türkan Şoray gibi olur, hem 30 yaşında falan olur. Senden Leyla falan olmaz. Sen sapsarısın, çillerin de var" diyerek tekrar yuvarladığı kar topunu suratıma falsolu yollamıştı, ama ben yana kaçmıştım isabet edememişti bu sefer.

"Ne yapalım, ben böyleyim işte. Hem kıskanıyorsun sen beni, benim adıma bir sürü şarkılar, şiirler yazılmış. Senin öyle bi ismin yok tabi, haklısın kıskanmakta"

 O, kardan adam yapmaya başlamıştı, ben de ismimin ne kadar özel olduğunu ispatlamak için o zamanlar çok meşhur olan Seyyal Taner'in "Leyla" şarkısını Seyyal Taner gibi dans etmeye çalışarak söylemeye başlamıştım:

"Leyla Leyla
  Efsane oldu Leyla
  Mecnun'a kul oldu yandı kül oldu Leyla
  Leyla Leyla doğruyu buldu
  Mecnunu unuttu, zamana uydu Leyla"

Bu onu çok güldürmüştü. Ben böyle Leyla'ydım işte; Leyla gibi Leyla. Mecnun'un Leylası nasıldı bilmiyordum ama "Leyla mısın kızım sen?" diye sorulduğunda kastedilen Leylalardandım...

Yıllar geçti; 30'lu yaşlarımdayım, saçlarım koyulaştı, çillerim de kalmadı. Onun istediği gibi bir Leyla oldum mu bilmiyorum ama çok değiştim. Söylediğim şarkılar da değişti:

"Ben kimim söyle kayboldum?
 Dönmedim kaldım anılarda
 Her sabah bir çöl masalında uyanırdım
 Belki de yanlış bir Leyla"