Wikipedia

Arama sonuçları

eğlence etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
eğlence etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

14 Mart 2017 Salı

Ata Demirer Gazinosu



Geçtiğimiz cumartesi akşamı Bostancı Gösteri Merkezi'nde Ata Demirer Gazinosu'nu izlemeye gittik ve çok keyifli bir akşam yaşadık.

Tiyatro ortamında gazino keyfi yaşamaya çalışmak biraz garip olsa da ilginç bir deneyimdi. Ata Demirer işini ciddiye alarak yapan bir sanatçı ki böyle bir projede Taşkın Sabah ve orkestrasıyla çalışmasından da bu belli oluyor zaten. Ayrıca sahnedeki heyecanını, ilk sahne deneyimiymişcesine hemen hissedebiliyorsunuz.

Ata'nın sesine hayran kaldık. Yalnız, seçilen şarkılar genel olarak bana biraz ağır geldi yani kıpır kıpır söylediği şarkılar daha iyi hissettirdi. Ve küçük bir eleştiri daha; stand up yaptığı bölümleri biraz daha uzun tutsaydı daha mutlu olacaktık. Daha fazla stand up izlemeye odaklandığımız için biz biraz gülmelere doyamadık da :)

Nasıl anlatsam size; içinde konser, stand up, taklit, kahkaha, eğlence hatta dansözün bile olduğu bir gösteri izledik diyebilirim. Genel olarak eğlenceli, yüzlerde hoş bir tebessüm bırakan kaliteli bir gösteriydi.  Keyifli bir akşam geçirmek isteyenlere tavsiye edilir.




2 Haziran 2015 Salı

Ağğççç bi Koka Kola Koka Kola İçççç

Eminim herkesin fotoğraf albümünde kendisini beğenmediği fotoğraflar vardır. Özellikle 80'li ve 90'lı yıllarda erişkin bir bireyseniz, muhakkak vardır böyle fotoğraflar. Ne bakmaya ne de atmaya kıyamazsınız :)

Zaten aman sakın atmayın onları. Onlara bakıp bakıp gülmüyor musunuz ki? Ben çok gülüyorum. Kabarık kabarık saçlarıma, bugün Nurella'nın karşısına geçsem bütün kuşlarını öldürebilecek potansiyele sahip kıyafetlerime bakıp çok ama çok gülüyorum hem de. Burada sizinle de paylaşırdım ama ne gereği var değil mi, elimde bomba gibi şu fotoğraf varken :)



Ay ben fotoyu ekşi sözlükte gördüm ve sabahtan beri açıp açıp, bakıp gülüyorum. :) Çok tatlılar ya değil mi? :)

Siz en çok Mahsun'un ceketine mi, Özcan'ın fularına mı yoksa Hülya'nın döpiyesine mi güldünüz bilmiyorum ama, ben Özcan'ın fularına takıldım kaldım. Bir de dilime "Ağğğç bi koka kola, koka kola içççç!" melodisi takılmasın mı! :))) O plajdaki Özcan nireeee, şu yukarıdaki fularlı Özcan nireeee? Ben Sıla'nın yerinde olsam o kolayı açmadan önce bir kez daha düşünürdüm :)

28 Mayıs 2015 Perşembe

Bekleyin Bizi Uşaklar Biz Celiyiruzz

Selam blogdaşlarım, görüşmeyeli nasılsınız bakiyim? Günlerdir okuyamıyorum postlarınızı, özledim ben sizi yaaa!  "9 ayın çarşambası bir araya geldi" gibi bir söz vardı ya onun gibi bir hallerdeyim işte bu sıralar yine.

İşlerimi azaltmaya çalışıyorum, tatil zamanı yaklaşıyor, tatilden dönünce dağ gibi yığılmış işler beni karşılasın istemiyorum. Alttaki ve üstteki şekillere bürünmemek için uğraşıyorum işte :)



Tüm çabam aşağıdaki şekildeki gibi bir tatil dönüşü yapmak için :)


Tabi benim tatilim biraz yorucu olacak, güneş kum deniz tatili yapmayacağım çünkü. Dağ tepe gezilen Karadeniz Turu'na çıkacağız. Kafama, ruhuma iyi gelecek bir koşturmaca olacak benim için.

Tatil sırasında o hengamede post yazabilir miyim bilemiyorum ama instagramdan güzel güzel fotolar eklemeye çalışacağım. O kadar sosyal hesabımız var, biz de nimetlerinden faydalanalım azıcık değil mi ama? Boş boş duruyorlar biraz da işe yarasınlar :)  Karadeniz maceralarımı oradan takip edebilirsiniz. Yorum da yazsanıza banaaa, foto ekleyip de hiç beğeni ve yorum alamayınca kendimi azıcık ezik hissediyorum da :) Instagram hesabım yanda bir yerlerde olacaktı şu an hatırlayamadım sağda mıydı solda mıydı ama ekleyiverin işte oralardan.

Sağ sol demişken, kısmetse 07.06.2015 pazar günü oyumuzu da kullandıktan sonra akşam yola çıkıyoruz. :) Bekleyin bizi uşaklar biz celiyiruzzz!

15 Nisan 2015 Çarşamba

Düğünlerin Yıldızı Siz Olun


Eee düğün mevsimi geliyor, çoğu insanda bir telaş, bir telaş... Kimisi evlenme telaşında, kimisi ne giyeceğim telaşında, kimisi ne desem de gitmekten kurtulsam telaşında. Aman canım yaz gelsin yeter ki, sizin de telaş ettiğiniz şeylere bak :)

Düğünler beni çok eğlendirir. Yani bazen şöyle bir düğün salonu açıp, çekirdek çitleyerek tanıyım tanımayayım tüm düğünleri seyretmek isterim. Kabarık saçlı, süslü süslü kadınların gerdan bükemeyerek oynamaya çalışması, "ağır aabi" takılan adamların "hoplayıver çekirge" eşliğinde zıplayarak dans etmesi çok eğlendirir beni. :)

Bir de düğünlerde herkesi zorla piste kaldırmayı kendine görev edinmiş kişiler vardır. Ben oynamayı sevmeyenler gibi gıcık olmam onlara, hatta hiç kıramam onları, hemen kalkarım göbek ata ata :) Neden? Çünkü düğün bitene kadar rahat etmek için :) Bir kere kalkmazsan düğün bitene kadar rahat bırakmıyorlar sonra. Bir kere kalk, bir iki dönüver etrafında, el şaklat olsun bitsin işte. Ne üzüyorsun pistin yıldızını?

Oynamak çok eğlencelidir çook, ama bütün iş oynamaya başlamaktadır. Yani, nedense oynamaya başlamak için hep çekimser davranılır. "Amaaan pist dolsun arada kaynak yaparız" diye bir düşünce olur herkeste. Eeee, sen kalkmazsan, ben kalkmazsam nasıl olacak bu düğün? Değil mi ama? :))  Bence piste ilk çıkan o cesur yürek kutlanmalı, düğünün asıl yıldızı odur çünkü. Özellikle piste ilk çıkıldığında garip bir çekingenlik olur ya, nasıl da kahramanca üstesinden gelir o durumun? Ay kıyamam ona... :)

Böyle ne biliyim, başını hafiften yana eğerek "öhöm öhöm, aslında ben hiç anlamam bu oyun işlerinden ama ayıp olmasın diye kalktık işte" diyen Lady Di gibi mi davransa yoksa "her şeyi boşvermiş Yıldız Tilbe" havalarına mı bürünse, bilemez.. Ama her haliyle çok tatlı olur bence  :)

İlk şarkıyı, bu iki zıt kişiliğin arasında gelgitler yaşayarak bitirdikten sonra 2. şarkıda daha bir normale döner sanki, yani içindeki o Lady Di'den kurtulduğunu hissetmeye başlar yavaş yavaş. Eee, 3. şarkıda da içindeki yaramaz Yıldız Tilbe'yi zaptedemez artık... Ondan sonrası tufan zaten :)

"Ay dışardan nasıl görünüyorum" gibi düşünceler, insanı rahat bıraksa, dünyanın en rahatlatan aktivitesidir oynamak. Ben de severim elbette, ama bazı düşüncelere engel olamıyorum işte. Özellikle düğün salonunda gerçekleşen düğünlerde halay çekerken, "kazada, terör saldırısında falan ölüp gitsem buradaki kamera kayıtlarındaki görüntülerimi ana haber bültenlerine verirler mi ki? diye ürkerim mesela. Tövbe tövbe, millet halay çekerken böyle şeyler düşünüyorum ben de işte.

Neyse, uzun lafın kısası, düğünler de oynamak da güzeldir.Ve herkesin içinde de yaramaz bir Yıldız Tilbe muhakkak vardır. Ay hiç, ben bilemem falan demeyin, çekinmeyin özgür bırakın onu, düğünlerin asıl yıldızı siz olun. Hahaha!

21 Mart 2015 Cumartesi

Ne Güzel Şeyim Ben Yaşım Hep 34

Hahaha oldu mu bu başlık yaaa? Olmadı ama bugün kendime şarkılar söylemek, şiirler yazmak istiyorum. Ne bileyim işte, kendimi sevmek, şımartmak istiyorum. "Canım kendimim üzülme, sen hala çocuk gibisin" diyerek teselli etmek istiyorum.

Bir de fena halde yaşımı İstanbul'a bağlamak istiyorum. Sabahtan beri aklımda "Hımm bugün benim doğum günüm, 34 oldum, İstanbul'un plakası" gibi saçma bir benzetme var ve tam bağlayacağım mevzuyu, birden kaçıveriyor. Dur, dur bak, yine geliyor işte;

"34, güzel rakam. İstanbul'u hatırlatan herşey güzel değil midir zaten? Umarım bu yaşım, İstanbul kadar güzel olur benim için. Her ne kadar arada sızlansam da, şikayet etsem de benim için dünyanın en güzel şehridir kendisi."

Ayy ne bu böyle? Hiç samimi değil, daha geçen gün İstanbul'u yerin dibine sokmamış mıydın? Evet İstanbul'dan vazgeçemezsin biliyorum ama ne bileyim "Gezelim, Görelim" programını sunar gibi oldu sanki. Olmadı bu cümle olmadı? Biraz daha samimi olsun, bıcır bıcır olsun, doğum günüm olduğu için mutluluktan havalara uçuyormuşum gibi olsun. Tamam bi de şuna bak:

"Yaşım 34 oldu. İstanbul gibi olayım ben bu sene. Evet ya, çok istiyorum bunu. Hem başıma buyruk olayım hem de kimse vazgeçemesin benden. Şarkılar yapsınlar, şiirler yazsınlar bana. Haha, martılarım olsun bi sürü, simit atsınlar onlara. Boğazımdan vapurlar geçsin (!)"

Oldu canım, 3.köprüde geliyor, artık sırtın yere gelmez! Yok, bu da olmadı. Olmayacak da. Bağlayamayacağım ben. Güzel, aklı başında bir doğum günü yazısı çıkmayacak benden bugün.

Neyse iyice saçmaladım galiba. Zaten 34 olmuşum, gidip yatayım ben en iyisi. İnsan bi yaştan sonra böyle oluyor demek ki. Hayır aslında bu İstanbul fikri güzeldi bence ama bağlayamadım işte.

Üff, tamam ben gidiyorum. Tebrik ve kutlamalarınız için teşekkürler, teşekkürler...

Ama cidden İstanbul en güzel şehir değil mi? Tıpkı 34'ün en güzel yaş olması gibi... (Tamam, son kez denedim. İyi geceler!) :)

9 Mart 2015 Pazartesi

Nostalji: "1 Adet Kibrit Kutusu Büyüklüğünde Diyet"


Herkese selam, her ne kadar yazın geliyor olduğunu hissetmesek de, takvim itibariyle diyetlere, sporlara başlanmış olduğunu görüyorum son günlerde. 
Böyle bir kaç arkadaşın blogunda diyet yazıları görünce kendi kendime "geçen sene benim de yazmış olduğum diyetimsi bir post vardı, sahi ne yazmıştım ben" diyerek geçmişe döndüm ve her sene yılın bu zamanlarında çoğumuzun büründüğü o garip ruh haliyle yazmış olduğum postu bulup okudum az önce. 
Okuyunca ne güldüm kendime, anlatamam :) Hem güldüm hem de acıdım, ne yalan söyleyim. Her sene her sene aynı şeyler yahu, yazık bize yaa! 
Ben daha fazla konuşmayım, yazının linkini altta paylaşıyorum, o zamanlar benim hiç takipçim olmadığı için okumamış olabilirsiniz bu postu. Okuyun çok eğleneceksiniz. Karın kaslarınız bi gıdım da olsa güçlenecek valla bak! :) 
                                 Okumak için =>   1 Adet Kibrit Kutusu Büyüklüğünde Diyet


26 Şubat 2015 Perşembe

Neden Çekik Gözlü Olunur?


Hepimiz merak etmişizdir hep "Çinliler, Japonlar, Koreliler, Moğollar hatta Eskimolar neden çekik gözlüdür?" diye. Ve genelde bulduğumuz en mantıklı cevap "Allah öyle yaratmış işte" olmuştur. Bu mantıklı cevabın ardından bir de "hem, onlar da bizlere hayret ediyorlarmış, çekik gözlü olmayan insanlar birbirlerini nasıl karıştırmıyor diye, yaaa!" geyiğini yaparız. Bence, yukarıdaki karikatür, daha mantıklı açıklıyor bu sorunun cevabını :)

Hepimiz duymuşuzdur ki; insanların fiziksel özellikleri yaşadıkları bölgenin iklimine uyum sağlar. İşte bu çekik gözlü olma meselesine bağlı olarak bu konuyla ilgili bir bilimsel açıklama okudum geçen gün bir gazetede. Aslında bunu çok önceleri de okumuştum ama, sizlerle paylaşmak istedim bir de.

İlgimi çeken makale şöyle diyordu; "Göz yapısı dünyada bütün insanlarda aynıdır. Farkı yaratan göz kapaklarıdır. Çekik gözlü diye nitelendirilen ırklarda gözün üzerindeki göz kapağının ikinci kıvrımı, gözün üstüne doğru daha fazla inmiştir ve bu durum gözün sanki daha darmış gibi görünmesine sebep olur.Peki bu, neden böyledir?" (Evet, neden neden? Çok merak ediyoruz :) )

"Bir teoriye göre göz kapağının üzerinde katlı olarak duran bu ikinci kıvrım, bu insanların gözlerini, yoğun olan kar tabakasının göz kamaştıran ışığından korumak için, bir nevi kar gözlüğü gibi gelişmiştir

Makale şöyle devam ederek, daha çok ikna olmamı sağladı "Her ne kadar yukarıda belirtilen bölgelerin bazılarında kar hiç yağmıyorsa bile bilim insanları bugün çekik gözlü diye nitelendirdiğimiz insanların atalarının son buzul çağında Sibirya'dan, yani Asya'nın kar ve buzla kaplı en soğuk bölgesinden güneye, bugün yaşadıkları yerlere göç ettiklerine inanıyorlar"  

Bu kadar soğukta yaşayan insanların vücutlarının iklime uyum sağlamaktan başka çare olmaması bence mantıklı. Ayrıca sadece gözler değil burun da rüzgara en az maruz kalacak şekilde küçülmüş.

Onu bunu bilmem, yazın bir an evvel gelmesi lazım artık. Hayır, kendim için istemiyorum vallahi, neslimiz için gerekli bu? Yoksa eşek gözlü, kaşlı gözlü, kemer burunlu karakteristik özelliğimiz bozulacak, ondan :)



7 Şubat 2015 Cumartesi

Google Analytics Bizi Gözetliyor





Bu günlerde kafayı Google Analytics'e taktım. Onunla uğraşıyorum. Gerçi, hala işin içinden çıkamadım ama bloguma uğrayanların izini sürmek hoşuma gidiyor çok saçma bir biçimde.

"Kim nereden tıklamış, ne kadar kalmış blogumda, hangi anahtar kelimeyi kullanmış bloguma ulaşmak için... her bi şeyi söylüyor insana, bu Analytics.

Bir nevi falcı gibi... Falcı dinler gibi, grafiklerin karşısına geçiyorum, bir o analize bakıyorum, bi bu analize bakıyorum şapşal şapşal. Öyle, böyle saate bir bakıyorum ki 1 saat geçmiş. Sonra kendime diyorum ki "Kızım işin mi yok senin? Bu kadar zamanda 2 post yayımlar, tüm Google trafiğini altüst ederdin, ne yapıyorsun ya Allah aşkına, yürü git"

"Yeni Zelanda'dan 2 kişi blogumu tıklamış ama! Bak bu çok önemli. Kimbilir ne diye tıkladı? İşin yoksa bunu merak et dur. Acaba aynı kişi 2 kere mi tıkladı? Bunu nasıl anlıyorduk ya? Bunu bilsem ne olur, bilmesem ne olur değil mi? Nedir bu anlam yüklemeler? Günlük hitin nedir ki yani? Hadi burada yazmayım şimdi, rezil olurum." Kendimle yaptığım böyle garip diyaloglarla da bi yarım saatim uçup gidiyor.

Bir de bu hit mevzusu var, değil mi? Ben kısa bir zaman öncesine kadar hep duyduğum "senin hitin ne, hitim aşağı, hitim yukarı" gibi cümlelerde geçen hiti, blogda en çok okunan post zannediyordum. Gülmeyin ya vallahi! Hit şarkı gibi. Öyle zannediyordum, gerçekten. En çok hangisi yorum alıyorsa, senin hitin de o oluyor. Düz mantık belki ama bi Kohort Analizi kadar karmaşık değil en azından.

Aslında benim düşüncem daha mantıklı olsa da yanlış anladığımın farkına tekil hit çoğul hit diye ayrıştırdıklarında anladım. "kızım hit hitdir işte, tekili çoğulu ne ola ki acaba? Yoksa bu hit benim sandığım hit değil mi?" diye saçma sapan sorular sorarken yakaldım kendimi ve biraz araştırınca da bu konularda ne kadar cahil olduğumu bir kere daha anladım.

Efendim meğerse "Hit", sitene ya da bloguna gelen kişilerin sayısını ve bu ziyaretçilerin kaç kez geldiğini gösterirmiş. Ziyaretçi sayısını gösteren tekil hit oluyormuş, çoğul hit de sayfanın günde toplam kaç defa tıklandığını gösteren rakam oluyormuş.

Tüm bunları öğrenmek ne işime yaradı bilmiyorum? Zaten zaman problemi yaşayan bir insanım zamanımın bir bölümünü de bu analyticse bağışlar, sonra da debelenir dururum artık.

Ama tüm bunların suçlusu sizsiniz hiç kusura bakmayın, öyle gizemli gizemli geliyorsunuz, hiç yorum falan yapmıyorsunuz. Başka çare bırakmıyorsunuz ki bu meraklı insana. Hepinizi izleyeceğim işte! :) Yeni Zelanda'daki vatandaş hu hu! Gördüm seni!



22 Aralık 2014 Pazartesi

Bana "Teyze" Dediler


Eğer hava güzelse, iş çıkışı biraz yürüyüş yapmak için servisle eve kadar gitmiyorum. Evimiz Küçükçekmece'de. Bütün gün işte oturduğum için gölün kenarındaki güzelliklerin arasında yürümek, martılara, karabataklara selam vermek ve onları izlemek bana çok iyi geliyor.

Geçtiğimiz akşam yine yürüyüş yaparken kendimi bir melodiyi mırıldanırken yakaldım "Bana amca amca dediiiilerrrr!" herhalde servisin radyosunda duymuştum bu reklam melodisini ve "oradan aklımda kalmış olmalı" diye düşündüm.

Bir yandan yürüyorum bir yandan da en arabesk halimle bu melodiyi tekrarlıyorum içimden; "Bana amca amcaaaa dedilerrrr"  "merhaba martılar... bana amca amca dediler" "ooo, kıskanmayın size de merhaba karabataklar, bana amca amcaaaa dedilerrrr" (Allahım engel olamıyorum...)

"Biraz abur cubur alayım" diyerek markete uğradım. Orda da durmuyorum reyonların arasında: "bana amca, amcaaaaaa dediler"... Hatta hafiften sesim de çıkıyor, etrafa bakıyorum; neyse ki kimse yok.

Öyle, böyle içimdeki arabesk-fantezi yıldızla eve varıyorum. Annem sofrayı hazırlıyor ben elimi yüzümü yıkıyorum; mümkün değil susmuyor içimdeki canavar -bu sefer evde olmanın rahatlığıyla dışarı taşıyor- "Bana amca, amcaaaa dediiiiilerrrr!" diye tüm gücümle haykıra haykıra söylüyorum. Hayır, devamını da bilmiyorum ki; eksik kalıyor en içli yerinde şarkı. En acıklı yerinde çok komik bir es vermek durumunda kalıyorum. O kadar kaptırıyorum ki kendimi, devam ettiremiyorum diye üzülüyorum bir de.

Yemek bitiyor, bulaşıkları makineye yerleştirirken içimdeki arabesk yıldız bana eşlik ediyor tekrar; "Bana amca, amcaaaa dedilerrrr" (Yalvarırım biri beni durdursun...)

"Anlaşıldı bu melodi beni bırakmayacak, bari devamını öğreneyim" diyerek televizyon karşısına geçiyorum ve hayatımda ilk defa reklam aramak için zaping yapıyorum. Bu sefer bir kıza rastlıyorum ve kahkahama engel olamıyorum "Bana teyze, teyzeeee dedilerrrrr" ve dikkatle devamını dinliyorum; "Döndüm baktım resmen banaaaa dedilerrrrrrr" evet, evet "Daha dün herkese teyzeeee diyorrrdummmm" oh beee sonunda şarkımı hem de cinsiyetime uygun olarak tamamlıyorum. Artık gururla her yerde bağıra çağıra söyleyebilirim.

Hadi çevrenizdekilere geçmiş olsun! Sanırım sayemde sizin de dilinize dolandı bu melodi. :) "Amca" ya da "teyze" kendinize uygun olanı seçin.



23 Mayıs 2013 Perşembe

Fala İnanma Falsız da Kalma


    Fala inanmasam da baktırmaktan alamam kendimi, eğlendirir beni. Aslında hayra yorulmuş bir falın kişiye psikoterapi etkisi yaptığı inancındayım. Yani bir sorunun mu var, aşamadığın bir derdin mi var? Git ağzından bal damlayan bir falcıya, ne dert kalır o zaman ne de tasa.

Benim de herkes gibi falcıya gitmişliğim var tabi. Şu an falcının ne söylediğini hatırlamıyorum ama, gerek iş arkadaşım Çiğdem'le kahvelerimizi püskürterek içmemize neden olan kahkaha krizimiz, gerekse falcı kadının anlattıkları, oradan çok mutlu bir şekilde ayrılmamıza neden olmuştu.

Falcıya gitmişliğim kadar falcılığa soyunmuşluğum da vardır. Ara sıra eğlenelim diye baktığım fallarda, onikiyi tutturamasa da hedefe yakın bir yerlerden geçen sallamalarım da olmuştur üstelik. Örneğin bir kere arkadaşım Gamze'ye fal bakmıştım; fincanda gördüğüm bir karartıyı, bunalımda olan arkadaşıma iyi gelsin diye " Aaaa bak, bak! Görüyor musun şunu? Burada motosiklet var! Sen motosikletli bir Banderas'la tanışacaksın" şeklinde yorumlamıştım. Ertesi günü Gamze bana benim hayra yorumladığım faldaki motosiklet olayının, şahit olduğu motosiklet kazası şeklinde gerçekleştiğini anlatmıştı. E yine çok güldük. Dediğim gibi fal insanı mutlu eder.

 Fal bakmak zannedildiği gibi çok zor bir iş değil aslında. Ciddi ciddi fal bakan, gizemli güçlere sahipmiş izlenimi uyandırmak isteyen falcılardan değilim ben. Bu sebeple işin sırrını sizlerle paylaşabilirim:

Fal Bakmak İçin Bilinmesi Gereken 5 Altın Kural


1-Ne kadar çok şey söylerseniz tutma ihtimali o kadar fazladır, o yüzden sallamaktan çekinmeyin. Unutmayın, fal bakmada şöyle bir izlenim var; falcı on kere yanılsın, bir tane güzel birşey bilsin, " Bak görüyor musun nasıl bildi?" düşüncesi oluşur nedense, sanki Da Vinci'nin şifresini çözmüş gibi. "E on tane şey salladı bir tanesi de tutsun yahu" desen "E, olur o kadar canım, hepsini bilecek hali yok ya" diye anlamadığım bir tolerans gösterilir falcılara. O yüzden rahat olun. Bir tane güzel birşey tutturdunuz mu yırttınız zaten, onun üstüne gidersiniz ve gönülleri fethedersiniz.

2-Karşınızdaki kişi bekarsa aşk hayatıyla ilgili ip uçları verin. Hayatında bir engelin olduğunu söyleyin. Bekar kaldığına göre muhakkak bir engeli vardır. Hiç engeli olmasa bile kısmetsiz olmasının bir engel olduğunu vurgulayın.Onların fincanlarında yuvarlak bir şekil arayın, yüzük gibi mesela. Yok mu? Üzülmeyin, muhakkak anahtara benzetilen bir tortu bulunur. Bulduğunuzda da rahat rahat "Aaaa! Bak bak anahtar" şeklinde göğsünüzü gere gere gösterin.

3- Eğer kişi evliyse derdi ya çocuktur ya da para. Herkesin fincanında çıkan o telve birikintisini özellikle evli olan bu kişilerde "Sıkıntı" olarak yorumlayabilirsiniz. Zira evli insanı sıkacak birşey çok daha rahat bulursunuz. Çocuğu varsa bunalmıştır ona sıkılıyordur, yoksa olmamasına sıkılıyordur. Kaynanasına sıkılıyordur, eltisine sıkılıyordur. Muhakkak birine ya da bir duruma sıkılıyordur. E bu kadar sıkılan bir insanı mutlu etmek lazım değil mi? Bir önceki seçenekteki anahtarı burada da kullanabilirsiniz. Evi varsa araba anahtarıdır o. O da mı var? O zaman yazlık anahtarıdır.Hepsi de  var mı? E, o zaman kiradaki evinizin anahtarıdır canım, yalan mı söyleyeceğiz, çıkmış işte! Çekinmeyin mutluluğun anahtarını onlara da gösterin.

4- Her kişinin anlaşamadığı, gıcık olduğu biri muhakkak vardır. Böyle birilerinden bahsedin. "Ay şekerim, seni çekemeyen, kıskanan, senin gibi olmaya çalışan birisi var" şeklinde karşınızdaki insanı yücelten şeyler söyleyin. Ha arada "Aaa, kim miş o? Nasıl biri" gibi sorularla karşılaşabilirsiniz. Hemen telaşa kapılmayın, sakin olun. "Ay vallahi ne bileyim, orta boylu, hafif kumralca" gibi ortalama, hemen hemen herkese uyabilecek bir tip tarif edin. İlla isim diye tutturursa da" isminin içinde  "A" ya da "E" harfi var" deyin. Artık biraz da şansa bırakın. Tutmazsa da üzülmeyin. En kötüsü ne olabilir ki? Olsa olsa, böyle ukala bir tipe bir daha fal bakmazsınız, olur biter.

5- Bir halta benzetemediğiniz alacalı bulacalı telve birikintisi gördüğünüzde, "Kalabalıklara giriyorsun, böyle kısa kısa yollara gidip geliyorsun" demenizi tavsiye ederim. Çünkü bu her insana uyan bir tariftir. Tek başına yaşayan bir insan bile en azından bakkala gitmek için evden dışarı çıkmak zorundadır çünkü.

Gördüğünüz gibi fal bakmak için öyle zannedildiği gibi mistik bir güce falan ihtiyaç olmaz. Herkes bakabilir. Size verdiğim sırlarla şu anda falcılık kariyerime son vermiş olduğumun farkındayım. Önemli değil, maksat mutlu, sağlıklı ve de Türk Kahvesi içen bir toplumda yaşayalım. Hiçbir faydası olmasa bile kırk yıl hatırı var en azından.









16 Mayıs 2013 Perşembe

Tribünün Sultanlarına...


Mehmet Günsürvari karizmatik bir erkeğin Tarkan konserine gidip, alnına Tarkan posteri yapıştırıp “Tarkaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaan!” diye yırtınması kadar sinir bozucu bir durum varsa o da  aklı başında görünen genç bir bayanın “Yuhhhhhhh, o gol nasıl kaçar oğlum” tarzında tribün sesiyle futbolla ilgileniyormuş gibi görünme çabasıdır. Erkekler Mars'tan kadınlar Venüs'ten geyiğine falan girmeyeceğim. Ama bu durum çok samimiyetsiz değil mi?

Ey Türk Genç Kızı! Sana söylüyorum. Silkelen kendine gel!

Erkeklerin futbol merakını anlayabilirim, çünkü bir erkeğin ilk oyuncağıdır top. Çocukluğu tek kale maç yapmakla geçmiştir. Her boyutta yaşar futbolu, oynar,izler,yorumlar üstüne cila olsun diye başkalarının yorumlarını izler, başkalarının yorumlarını yorumlar.Yani Futbol ruhunu dibine kadar kanıksamıştır. Maç seyrederken yaptığı tezahüratlarda bir gerçeklik vardır “O topa öyle mi vurulur?” derken inandırıcıdır bu yüzden, çünkü top oynamışlığı vardır.

Ya sen? Topa nasıl vurulacağı konusunda herhangi bir fikrin var mı? O zaman ne diye Fatih Terim gibi direktifler veriyorsun? Bir kere şunu kabul et; futbol senin DNA yapına ters.Gırtlak yapın müsait değil her şeyden önce,  “ Yuhhhh lan! “ derken en fazla Atilla Taş gibi olabilirsin.  

Koyu bir Galatasaray taraftarı babaya, babasıyla Fenerbahçeli dayısından aldığı rüşvetlerle gel-gitler yaşayıp sonunda Beşiktaşlı olmakta karar kılan bir ağabeye sahip olarak, futbol muhabbetleriyle büyüdüm ben de her Türk evladı gibi. Hatta futbol oynamaya bile yeltendim haddimi aşarak ve biraz da Ali’den aldığım kola, çikolata gibi primler karşılığında, kapı eşiğinde gönüllü(!) kalecilik deneyimlerime güvenerek. (Gördüğünüz gibi hep bir çıkar ilişkisi söz konusu) Öyle ya da böyle her Türk Genç Kızının babadan, ağabeyden, kardeşten, kuzenden ya da komşudan doğan zorunlulukla futbolla bir ilişki içerisinde olması çok normal. Ama bu durum farkına varılır varılmaz vazgeçilmeli bu sevdadan. Ben öyle yaptım.

 Evet erkekler  futbolu sever, futbol da erkekleri seviyor zaten. Araya kara çalı gibi girmenin bir alemi yok. Kadın beyni her şeyi ince düşünecek kadar kusursuz programlanmış olmasına rağmen, en güzel pozisyonda televizyonun önünden geçmeme ayarı konmamış maalesef. Bu durumu, kendini bilmeye başladığında çözersin zaten. Acilen kendine gelip hayatın kadınlar için olan asıl güzelliklerine yönelmelisin bence; dizini, magazinini izle, çocukluğunda oynadığın oyunlara, gösterdiğin eğilimlere uygun davran. Bırak yaranmak istediğin, eşin ya da sevgilin her kimse, o, bir paket çekirdekle yanına gelip, sana "Kuzey-Güney'in son bölümünde ne oldu?Ben kaçırdım" desin. Yok illa sporla ilgilenmek istiyorsan tenisle ilgilen.Tabi canım tenis daha asildir. Kadına daha yakışır. Erkeklerin tenis izlerken oldukları gibi samimiyetsiz, art niyetli bir durum, futbolla ilgilenmen.

 Oradan, buradan duyduğun bir-iki terim ve magazinlerde takip ettiğin futbolculardan ibaret olan yetersiz bilgi dökümantasyonunla kime, ne diye yaranmaya çalışıyorsun ki. Bırak uğraşma! Aslına dön! Sen kadınsın. “ Yirmiiki adam bir topun etrafında haldır haldır koşuşturuyor” klişesi doğru, olay tam da bundan ibaret, İnan bana.  Taraftar ol yine, o ayrı konu, ama kadın gibi ol. Ne bileyim “Ben doğuştan fenerliyim” ya da “Damarımı kessen kanım sarı kırmızı akar” tavrını bırak bir kenara.  “Babadan öyle gördüm kardeşim, en büyük Galatasaraymış ama iddialı değilim, ben bilemem takımın motivasyon durumunu. İyi oynayan kazansın, ”  havalarında olman lazım. Maça da git istiyorsan. Ama “Haddde bea! Kaçar mı o gol angut!” gibi, başlama vuruşu düdüğüyle mutasyona uğramadan,  “Ay inanmaaayourrrummm! Kızııııııııııııım! Ne biçim attı topu ! “ gibi özüne uygun sloganların olursa daha samimi gözükürsün. Ve inan bana tribünlerde birbiriyle dalaşan, hatta birbirlerinin canlarına kasteden holiganlardan daha delikanlı olursun o halinle.



12 Nisan 2013 Cuma

Titrerim Mücrim Gibi Baktıkça İstikbalime


Geçenlerde internette bir fotoğraf gördüm. Bir sergide yer almış olan bu fotoğrafta, gayet ciddi görünümlü, kucağında notebook olan bir adam, "kağnı" olduğunu tahmin ettiğim bir aracın üstünde, çok önemli bir araştırma yapıyor edasıyla oturuyordu. Sergi, insan ve portrelerle alakalı bir sergiydi. Fotoğrafın konusu "kuşak çatışması" idi. Fotoğrafın altında -tam olarak emin olmamakla birlikte- şuna benzer mısralar vardı: 
"Neler gördük biz bu zaman diliminde,
Kara sabanı da uzay mekiklerini de, 
Posta pulunu yalamayı da, anlık mesajlaşmayı da, 
Neler sığdı bir ömre, nelere tanıklık ettik, 
Şans mıdır şansızlık mıdır? Bilinmez... "

Ana düşünce buydu; 
"Biz çok önemli devirlere şahitlik yapan bir nesiliz" 

Aynı zamanda bizden öncekilerle sonrakiler arasında sıkışıp kalmış, yarı analog yarı dijital bir nesiliz biz. Hiçbir dönemin kabul etmediği kimine göre “zamane” kimine göre “demode” olduğumuzun da gayet farkındayız. Çünkü ne teknolojinin kölesi olabildik ne de teknolojiden uzak kalabildik. İçindeki fotoğrafları sabırsızlıkla merak ettiğimiz analog fotoğraf makinelerine de sahip olduk, sevmediğimiz pozları rahatlıkla silebildiğimiz dijital makinelere de. Albümlerde saklanan, sararma derecesi ile geçmişe duyulan özlemimizin aynı oranda arttığı fotoğraflarımız da oldu, dokunamadığımız ama ışıl ışıl, capcanlı duran fotoğraflarımız da. Her türlü televizyonda film izlemişliğimiz olmuştur ayrıca, siyah-beyazından Full HD sine kadar. Sonra, sokak oyunlarını da biliriz, pc oyunlarını da. Okul ödevlerimizi kütüphanelerde de yaptık, internet cafelerde de.  

Öyle hızla değişen dönemlerden geçtik ki; teknolojinin o fiber optik kablosunun ucu bir şekilde bize de dokundu istesek de istemesek de. Kimi zaman kolaylıkla benimsedik bu durumu kimi zaman zorlandık ayak uydurmakta. Mücrim gibi olmasa da birer cep telefonu gibi titrer olduk baktıkça istikbalimize. Asıl şaşırtıcı olan da bu gelişmeleri takip etme derecesinin, yaşla ters orantı göstermesi ki her nesil kendisinden bir önceki nesilden teknoloji dersi alır hale geldi.      

Farklı kuşaklardan olan ve aynı evde yaşayan 3 kişi hayal edin. Birden elektriğin kesildiğini farz edin ve bu 3 kişinin tepkilerinin nasıl olacağını düşünün. 
Hemen yardımcı olayım size;
Birinci kişi, her elektrik kesilmesinde verdiği tepkiyi gösterecektir muhtemelen " Ayyyyyy görüyor musun, dizinin en heyecanlı yerinde gitti elektrik"ler" yine" şeklinde söylenerek yerinden kalkarak mum yakmak isteyecektir ki mum yakan kişi genellikle bu kişi olur. İkinci kişi; "gelir birazdan ya, gelmese de tekrarını veriyorlar oradan seyredersin" şeklinde gayet rahat bir tavır sergileyerek cool bir arabulucu  rolünü burada da konuşturur. (Yazı boyunca içinde olduğum İkinci kuşağa iltimas yapacağım peşin olarak söyleyeyim.) üçüncü kişi; “Elektrik arızayı mı arasak? Bu ne ya? Hangi devirde yaşıyoruz? İnternette işim vardı benim” şeklinde tahammülsüz ve asabi bir tavır sergilemektedir. (Bu kuşağa herhangi bir gıcığım yoktur, yanlış anlaşılmasın) Sonra herkesin aşina olduğu o diyalog başlatılır birinci kuşak tarafından ( monolog da diyebiliriz aslında) "Eski insanlar elektriksiz nasıl yaşıyorlarmış yaaaa, mum ışığında? Ne televizyon, ne buzdolabı hiçbir şey yokmuş, çok çekmişler çok! Biz onlar kadar çekmesek de sizin kadar da şanslı değildik. Ben hatırlıyorum televizyonsuzluğu mesela. Radyomuz vardı bir tek bizim, temsil günleri olurdu haftada bir defa, sabırsızlıkla onu beklerdik. Gazetelerden fotoroman okurduk. Sonra, böyle buzdolapları nerde? Tel dolaplarımız vardı, her şey günlük tüketilirdi (yine o -kendisiyle tanışma fırsatım olmasa da, elektriksiz gecelerimde hep hayalini kurduğum gözümde şehir efsanesine dönüşen- tel dolap) Akşamları sobanın etrafında sohbetler edilirdi. Daha bir başkaydı canım eskiden, bugünkü gibi herkes başka odalara çekilmezdi" diyerek geçmişe olan özlemini hissettirirdi hafiften, az önce kendini kaptırarak dizi izleyen kişi o değilmişçesine. İkinci kişi ilgili bir şekilde birinci kişinin anlattıklarını dinlerken üçüncü kuşak bu esnada cep telefonundan internete bağlanıp “Uff ya! Yıl olmuş 2013 hala elektrik kesiliyo!" şeklinde durumunu güncellemektedir. 
  
Birinci kuşağın özlemle hatırladığı dönem de, ikinci kuşağın dengeyi korumaya çalıştığı içinde bulunduğumuz dönem de, üçüncü kuşağın bile ayak uydurmakta zorlanacağı bundan sonraki dönemler de hepsi bir bütün aslında. Hiçbirinin değeri, diğerleri yaşanmadan bilinemez. Teknolojinin nimetlerinden sonuna kadar yararlanılsa da, geçmiş her zaman kutsaldır. En ufak bir elektrik kesintisinde, sandıklardan çıkarıverirsin sararmış fotoğraflarla birlikte anılarını, sonra başlarsın anlatmaya içlerinden seçtiğin en güzel ve en imrenilecek olanları. Sonra birden elektrik geliverir ve sen sandıkları tekrar kilitleyip dizine kaldığın yerden devam edersin.