Yazmak, çocukluğumdan beri vazgeçemediğim, kendimi en iyi ifade edebildiğime inandığım bir anlatım türü oldu benim için.
Ergenlik dönemimde okuduğum bir kişisel gelişim kitabında - hangisi olduğunu şu an hatırlayamıyorum- "Kendinizi kötü hissettiğinizde yazın" diyordu; "Ne kadar saçma, ne kadar yazım kurallarına aykırı olursa olsun önemsemeden, tüm yazdıklarınızı çöpe atacağınızı bilmenin rahatlığıyla yazın. Rahatladığınızı, hafiflediğinizi hissedeceksiniz"...
Tam olarak cümleler böyle değildi ama buna benzer şeylerdi. O kitabı okumadan önce de zaten oraya buraya karalayan bir çocuktum ama bu cümleleri okuduktan sonra yapmış olduğum şeyin doğru olduğunu bilmenin rahatlığıyla devam ettim yazmaya. Sadece kendimi kötü hissettiğimde değil, her modda parmaklarımı susturamadım bir türlü. Çoğunu biriktirmedim belki yazdıklarımın ama yazmaktan asla vazgeçmedim. Vazgeçemedim.
Muhabbeti, sohbeti sevsem de çoğu zaman konuşarak anlatamam derdimi. Daha doğrusu konuşurken derdimi anlatabildiğimi tam olarak hissedemiyorum ben. Hep eksik kalıyor sanki cümlelerim.
Ama yazmak öyle mi ya! Caaaanım yazmak! Tepeden tırnağa hissettirir insana, derdini anlatabilmiş olduğunu. Öyle rahatlatır, öyle hafifletir...
Bir düşün; konuşurken laf arasında "ben manyağım" dedin, neden böyle bir şey dedin bilmiyorum, bir manyaklık yapmış olmalısın. (Üzülme canım ben de yapıyorum arada) Tamam, diyelim ki manyak olan da "manyağım" diyen de benim. Dedim de ne oldu sanki? Hiç! Uçtu gitti söylediğim. Ama yazsaydım onu bir kenara, manyaklığım baki kalacaktı. (Belki yazmanın iyi bir şey olduğunu kanıtlamak için uygun bir örnek olmadı bu. Başka bir örnek vereyim en iyisi)
O zaman şöyle düşünelim bir de; (sanırım bu sefer bu örneği senin üzerinde deneyebiliriz) sevgilin ya da hayatında değer verdiğin her kimse o, senin karşına geçse "aşkım, balım, kaymağım, şekerparem, sütlü nuriyem..." gibi sözler söylese sana, tabi lahmacun gibi yayılırsın ilk başta biliyorum. Ama etkisi ne kadar sürer? Arkanı dönene kadar. Hatta sürekli tekrarlasa bu güzel sözleri, alışkanlıkla duymamaya bile başlarsın bir zaman sonra. Ama o kişiden, hislerini anlatan bir mektup gelse eline şöyle Nazım'ın Piraye'ye ya da Vera'ya yazdıkları cinsinden, alıp döne döne, ezberleyene kadar okursun o satırları. Kendini dünyanın en unutulmaz romanında kıskandığın roman kahramanı gibi hissedersin. Biraz Maria Puder gibi hayali, biraz da Milena gibi gerçek bir kahraman oluverirsin. Dahası onlar gibi tarihe geçme ihtimali bile lahmacundan daha yayık bir tebessüm kondurur yüzüne. Öyle ya neyin eksik senin onlardan değil mi ama?
Yani cancağızım; yazmak lazım.
Ergenlik dönemimde okuduğum bir kişisel gelişim kitabında - hangisi olduğunu şu an hatırlayamıyorum- "Kendinizi kötü hissettiğinizde yazın" diyordu; "Ne kadar saçma, ne kadar yazım kurallarına aykırı olursa olsun önemsemeden, tüm yazdıklarınızı çöpe atacağınızı bilmenin rahatlığıyla yazın. Rahatladığınızı, hafiflediğinizi hissedeceksiniz"...
Tam olarak cümleler böyle değildi ama buna benzer şeylerdi. O kitabı okumadan önce de zaten oraya buraya karalayan bir çocuktum ama bu cümleleri okuduktan sonra yapmış olduğum şeyin doğru olduğunu bilmenin rahatlığıyla devam ettim yazmaya. Sadece kendimi kötü hissettiğimde değil, her modda parmaklarımı susturamadım bir türlü. Çoğunu biriktirmedim belki yazdıklarımın ama yazmaktan asla vazgeçmedim. Vazgeçemedim.
Muhabbeti, sohbeti sevsem de çoğu zaman konuşarak anlatamam derdimi. Daha doğrusu konuşurken derdimi anlatabildiğimi tam olarak hissedemiyorum ben. Hep eksik kalıyor sanki cümlelerim.
Ama yazmak öyle mi ya! Caaaanım yazmak! Tepeden tırnağa hissettirir insana, derdini anlatabilmiş olduğunu. Öyle rahatlatır, öyle hafifletir...
Bir düşün; konuşurken laf arasında "ben manyağım" dedin, neden böyle bir şey dedin bilmiyorum, bir manyaklık yapmış olmalısın. (Üzülme canım ben de yapıyorum arada) Tamam, diyelim ki manyak olan da "manyağım" diyen de benim. Dedim de ne oldu sanki? Hiç! Uçtu gitti söylediğim. Ama yazsaydım onu bir kenara, manyaklığım baki kalacaktı. (Belki yazmanın iyi bir şey olduğunu kanıtlamak için uygun bir örnek olmadı bu. Başka bir örnek vereyim en iyisi)
O zaman şöyle düşünelim bir de; (sanırım bu sefer bu örneği senin üzerinde deneyebiliriz) sevgilin ya da hayatında değer verdiğin her kimse o, senin karşına geçse "aşkım, balım, kaymağım, şekerparem, sütlü nuriyem..." gibi sözler söylese sana, tabi lahmacun gibi yayılırsın ilk başta biliyorum. Ama etkisi ne kadar sürer? Arkanı dönene kadar. Hatta sürekli tekrarlasa bu güzel sözleri, alışkanlıkla duymamaya bile başlarsın bir zaman sonra. Ama o kişiden, hislerini anlatan bir mektup gelse eline şöyle Nazım'ın Piraye'ye ya da Vera'ya yazdıkları cinsinden, alıp döne döne, ezberleyene kadar okursun o satırları. Kendini dünyanın en unutulmaz romanında kıskandığın roman kahramanı gibi hissedersin. Biraz Maria Puder gibi hayali, biraz da Milena gibi gerçek bir kahraman oluverirsin. Dahası onlar gibi tarihe geçme ihtimali bile lahmacundan daha yayık bir tebessüm kondurur yüzüne. Öyle ya neyin eksik senin onlardan değil mi ama?
Yani cancağızım; yazmak lazım.
İçten paylaşımlarınız için sonsuz teşekkürler.Bana da beklerim. http://mutfakhazinem.blogspot.com.tr/
YanıtlaSilGelicem :)
SilHep yazmak lazım
YanıtlaSilHep... :)
SilYazmak, insana insan olduğunun göstergesi... Kurtuluşunun simgesi... İçinde biriktirdiklerini dili kelepçelendiği için kaleme emretmesi ve emri farz sayan kalemin inadına derinden dökülenleri yazması.
YanıtlaSilÇok.güzel bir yayın olmuş emeğinize sağlık..
kutluyore. çok çok iyi anlatmışsın. tamamiyle katılıyorum. ı agree with youuuuu :)
YanıtlaSilTeşekkürler :) also thanks...
SilBlogunuzu takibe aldım bana da beklerim gerçekten çok samimi yazıyorsunuz :) http://kitapsandali.blogspot.com.tr/
YanıtlaSilTeşekkür ederim. Kitap blogu olur da gelmem mi? :)
Silkişisel gelişim kitaplarına hiç inanmadım ama bu öneri gerçekten doğru. okul zamanlarımda ne zaman sıkılsam bir kağır ve kurşun kalem yeterdi bana. şimdi de blogum var çok şükür ve blog arkadaşlarım :) bu arada kelebek etkisiyle birlikte bir blog hediyeleşme etkinliği düzenledik, ilgini çekerse seni de aramızda görmek isteriz :)
YanıtlaSilYaaa, iyi ki var bloglarımız :) gelirim canım etkinliğe.
Silkalemin sivri olmayan tarafı sana bakacak/ naif bi şekilde elinde kavrayacaksın...çok eskidendi elime kalem alıp birşeyleri dışa vurmam.. şimdi klavyenin tıkırtıları hoşuma gidiyor/ yanında besliyecek kelimeler varsa tabi..unutmamak için yazmaya başlamıştım..unutturmamak için devam ettim.. kullandım/ kullanıldım ama hep değer verdim kelimelere.. senelerdir değiştiremediğim bi yazım tarzım oturdu..klavyadeki el yazınız der bir çoğu buna... ve ne zman yazılarından tanıyorsa insanlar seni o zaman kendin için yazmayı bıraktığını düşünüyorsun, düzelterek yazmaya / okunurluğuna bakıyorsun...
YanıtlaSilyazmak çirkin el yazınla / kırık klavyenle, sadece kelimelerin ardı ardına hareket edişini takib ettiğin zmaan sana istediklerini verir.. anlam yüklemeden sadece kişisel tarapiyse yazmak o zaman zevk almaya devam edersin..bence yani ;) ölesine...
Ne güzelmiş el yazınız :)
Silİlkokuldan beri günlük tutuyorum ve şuan 22 yaşındayım bütün günlüklerim duruyor ve hala yazmaya devam ediyorum çünkü yazdığım şeyler hiç unutulmuyor geri dönüp baktığımda hem eğleniyorum hem hatırlıyorum :))
YanıtlaSilNe güzel... Keşke ben de saklasaydım eski defterleri.
SilÖncelikle güzel ve açıklayıcı bir post olmuş elinize sağlık , Benim de en sevdiğim şeylerden biridir yazmak , Çünkü yazdığım zaman rahatlıyorum , stres atıyorum , mutlu oluyorum Hatta bu konuyla yazmanın ve okumanın önemini anlatan bir yazı yayınlamıştım Blogum da , Tekrar teşekkür ederim çok güzel bir post okudum sayenizde
YanıtlaSilEvet yazmak da okumak da çok güzel... Teşekkürler Gökhan.
YanıtlaSilRica ederim
Sil