Wikipedia

Arama sonuçları

16 Mayıs 2014 Cuma

Yasımız Var

Yaşamak her geçen gün zorlaşıyor. Eğer bir nebze vicdan sahibiysen, an geliyor ki aldığın nefesin utancın oluyor.

Hep duyduğum bir cümleydi: "İnsan hayatının çok ucuz olduğu bir ülkede yaşıyoruz" Fakat ne anlama geldiğini hiç bu kadar net görmemiş, hiç bu kadar net hissetmemiştim.

Üzülüyorum, kızıyorum, öfkeleniyorum haberleri, yorumları okudukça.  "Yas bile tutmayı beceremiyoruz. Nasıl bir millet olduk biz?" diye soruyorum kendime.

Sorulacak çok soru, verilmesi gereken de çok cevap var. Ama ne kurulucak herhangi bir cümle geride kalanları teselli etmeye yetecek, ne de akıtılan göz yaşları sayısından bile emin olamadığımız yiten canları geri getirecek...

Kelimeler anlamsız, açıklamalar ikna edici değil, resimler ise kömür gibi kapkaranlık...

Yorgunuz ve çok üzgünüz..

Cumhuriyet tarihimizin en kara lekesi, en iç acıtan katliamıdır bu yaşanılan, evet farkındayız... Hazmedilmesi güç, "olağan bir şey"miş gibi kabul edilmesi imkansız.

İyi koşullarda çalışılan; çocuğun çocuk, kadının kadın, insanın insan yerine konulduğu; herkesin adil bir şekilde yaşadığı bir ülke olamadığımız gerçeğiyle bir kez daha karşı karşıya kaldık, bunu da biliyoruz.

Dedim ya söylenmesi gereken çok şey var diye. Evet var, ama şimdi değil!

Yasımız var!









11 Mayıs 2014 Pazar

Bir Tek Annem Olsun Bana Bişey Olmaz

Ağladım ilk önce; korktum, çekindim. Yabancısı olduğum bu dünya ürkütmüştü beni. Kendimi savunmasız ve küçücük hissediyordum. Kim bilir ne gibi tehlikeler vardı beni bekleyen? Evet, çok korkuyordum...

Vay canına! Her şey, herkes ne kadar da büyüktü öyle! Kocaman gözler, kocaman kafalar, kocaman eller vardı etrafımda. Minicik görünüyor olmalıydım onların yanında.

Çevremdekiler büyük ve korkunç olmalarının yanı sıra biraz da gariptiler doğrusu; tuhaf tuhaf hareketler yapıyorlardı bana. Komiklerdi hatta bazen eğleniyordum diyebilirim. Evet, evet, sanırım benden hoşlandılar. Ha haa! Bana uzaktan öpücük bile yolluyorlar, gerçekten çok komik bunlar yaa! 

Ne oldu ama? Nereye kayboldular? Gözümü kapatmaya gelmiyor arkadaş, ne biçim bir yer burası? Tam da alışmıştım oysa. Sevmeye hatta güvenmeye bile başlamıştım. Arkamı döner dönmez neden hepsi yok oldu? Hiç tekin değilmiş demek ki bu koca kafalar, komiklikler yapıp kayboluyorlar sonra, olacak iş mi bu? 

Sadece biri bırakmıyor beni, sanırım bir tek ona güvenmeliyim. Üstelik içlerinde en güzel o kokuyor; geldiğim cennet var ya, tıpkı onun gibi… Zaten "O"nu kokusundan tanıyorum hemen. O koku sakinleştiriyor beni, ciğerlerime çektiğimde güven doluyor her bir hücrem... Ne kadar huzur verici!

Beni kucağına alıyor, sarmalıyor ve hiç bırakmıyor. Gözlerimi kapasam da gitmiyor, diğerleri gibi... Hiç korkmuyorum onun kollarında. Beni memnun etmek için elinden geleni yapıyor. İhtiyacım olan ne varsa fazlasıyla veriyor. Benden iyi biliyor neye ihtiyacım olduğunu ayrıca. Karnım acıkıyor doyuruyor, altımı temizliyor, canım sıkılıyor gezdiriyor. Gece uykum kaçıyor, bas bas ağlıyorum kalkıp benimle sabahlıyor. Hatta uyumam için danalı, bostanlı şarkılar söylüyor bana, buna pek anlam veremiyorum ama işe yarıyor sanırım. Kısaca hep beni düşünüyor. Ne iyi! Melek dedikleri şey bu olmalı!




Biraz büyüyorum... Konuşmaya başlıyorum, “O”nun kadar kelimeleri düzgün söyleyemesem de çok seviniyor, takdir ediyor bu çabamı. Her söylediğim kelimeye kahkahalar atıyor (biraz fazla mı gülüyor ne?); “O”nu izleyerek daha pek çok şey öğreniyorum ve cesurca sergiliyorum hepsini. Her birinde de çok heyecanlanıyor, çok mutlu oluyor. Hatta bazen abartıp ağlıyor, çok garip... Beni ne kadar sevdiğini iliklerime kadar hissediyorum. Ve bu güvenle yaşamaya devam ediyorum. Muhteşem!

Büyüyorum hayret edici bir hızla. Gelişiyorum, kendimi ispatlamaya çalışıyorum "Ben büyüdüm artık kimseye ihtiyacım yok" demek, kendi kararlarımı kendim vermek istiyorum. Zamanın, gelişen bir kavram olduğunu ve gelişen bu zamana “O”ndan daha iyi ayak uydurduğumu düşünüyorum. “O”nun düşüncelerini artık bebeklik günlerimdeki gibi sorgusuzca kabullenemiyorum. Kendi doğrularımı yaşamak ve herkese bu doğruları kabul ettirmek istiyorum.

Sadece "O"nun kahramanı olmak yetmiyor, dünyayı fethetmem gerektiğini düşünüyorum. Sevgi arsızı oluyorum. Daha fazla insan tanımak, daha fazla sevmek, daha fazla sevilmek ve çok daha fazla insana güvenmek istiyorum. "O" ise koruma içgüdüsünü hiç kaybetmeden, bana sürekli anlam veremediğim hatta gereksiz bulduğum uyarılarda bulunuyor. “O”nunla çatışmalara, kavgalara giriyorum bu yüzden...

Sonra “O” benim bu deliliklerimi, bu asiliklerimi hoş görüyor. (Her ne kadar bunu “ne halin varsa gör!” şeklinde dile getirse de böyle düşündüğünü tahmin ediyorum ben) Çünkü biliyor ki; bazı şeylerin yanlış olduğunu anlatamayacak bana, ancak ve ancak ben yaşayarak anlayabileceğim neyin yanlış neyin doğru olduğunu; işte bu yüzden kulağımın ucuyla dinlediğim öğütlerini de peşime katarak özgür bırakıyor beni, tam da istediğim gibi...

Kanatlarımı takıp uçmaya başlıyorum ben de. İlk başta bulutlar başımı döndürüyor, "Oh be, özgürlük gibisi yok" diyorum. Şaşkın ve meraklı gözlerle dünyaya tepeden bakıyorum, tanımaya çalışıyorum araştırmacı ruhumla dünyayı. “O”nun gözünden kaçanları, yakalamaya çalışıyorum ukala bir kâşif gibi. Etrafımda bana hayran hayran bakan gözleri fark ettikçe, gururum okşanıyor. Kendimi dünyanın en güzel, en cesur, en mükemmel uçan yaratığı zannediyorum. Tüm dünya bana hayran... Kendi kanatlarımla başım dönüyor adeta... Ne hoş!

Deliler gibi kanat çırpmaya devam ediyorum. Yükseliyorum; yükseğe, daha yükseğe, en yükseğe... Sonra, ne kadar yüksekte olduğumu merak edip aşağıya bakıyorum. O anda içim ürperiyor; her şey çok minicik kalmış, sesimi kimse duyamayacak kadar uzaklaşmışım herkesten ve kendimi olmak istediğimden de çok büyük ve bir o kadar da  yalnız hissetmeye başlıyorum aniden.  “Evrenden çıkmak üzereyim” diye telaşa kapılıp kanat çırpmayı kesiyorum. Zaten çok yorulmuştum, daha fazla kanat çırpacak gücüm de kalmamıştı diyorum kendimi teselli ederek.

Sonra o da ne? Kanatlarımı bir yerlere taktığımı fark ediyorum, kırmışım kanatlarımı. Daha çok paniğe kapılıyorum bu sefer. Başlıyorum kontrolsüzce düşmeye, düşerken de etrafımdakilerin alaycı bakışlarını hatta kahkahalarını fark ediyorum. Çaresiz gözlerle hızla düşmeye devam ediyorum. "Anneeeeeeee, anneeeeeeeee" diye ağlayarak, hoppp (!) popomun üstünde buluyorum kendimi. Dizlerim, kollarım her yerim yara bere içinde kalıyor. Canım çok acıyor. Kontrolsüzce ağlıyorum sadece... Ne yazık!

Dünyaya yeni gelmiş o bebek halim gibi savunmasız ve acemi hissediyorum tekrar kendimi. Korunmaya ve sarmalanmaya ihtiyacı olan küçücük bir bebek... 

Kafamı çevirdiğimde ise bir tek “O”nu görüyorum yanımda yine. Elinde pamuk, tentürdiyot ve şefkatli (aynı zamanda “gördün mü dünyanın kaç bucak olduğunu?” diye soran) bakışlarla yaralarımı sarmaya çalışan, milyonlarca kez dünyaya gelsem de milyonlarca kez “annem” olarak tercih edeceğim  o melek kadını buluyorum sadece... 

"Bir tek annem olsun bana birşey olmaz" şarkısı çalıyordu sanki fonda. Ve bana güven veren o kokuyu ciğerlerime, alabildiğince çekiyordum tekrar... Ne şans!

Şans diye bir şey varsa eğer, o da böylesine koşulsuzca sevilmek olmalı. 
Bu şansla yeryüzüne düşmüş bebeklerden koşulsuz sevgilerini esirgemeyen tüm meleklere sevgiyle....