Wikipedia

Arama sonuçları

27 Ocak 2015 Salı

Sana Dün Tepeden Baktım Aziz İstanbul

Sana dün tepeden baktım Aziz İstanbul... Aaa, bir de ne göreyim? Vallahi bir kez daha düşündüm; "gerçekten şairin dediği kadar var mısın, sahiden sade bir semtini sevmek bile bir ömre değer mi" diye. Ne yalan söyleyim, acıdım her yerinden binalar, vinçler yükselen o haline bakarken be!

Ne oluyoruz? Neye bu hazırlıklar? O da belli değil... Harıl harıl, şuursuzca binalar dikiliyor her bir köşene. Kıyamet kopacak da bir sen kalacaksın bu dünyada sanki. Ve bu yüzden de tüm dünya sana taşınacak gibi bir telaş var herkeste. Tüm dünyayı taşıyabilir misin sahiden? O kadar yüce gönüllü müsün Aziz İstanbulum?

Biliyorum çok bunaldın bizden. Arada bir nefes almak istiyorsun, eskisi gibi biraz hafiflemek, yeşillenmek istiyorsun. Haklısın da. Yeşiline göz dikmişler. Her bir köşenden ya koca koca binalar fışkırıyor ya da koca koca vinçler. Hayır ortaya muhteşem bir eser çıksa gam da yemeyeceksin ama o da çıkmıyor maalesef. Bi de hala Mimar Sinan'ın Süleymaniye detaylarında kullandığı zekasına hayret ediyoruz pişkin pişkin.

Son dönem yapılarından belli olduğu üzre, ne mimarlıkta ne de mühendislikte fazla yol kat edip sana pek bir faydamız olamadı maalesef (Alafranga tuvalete musluk takma icadımızı saymazsak) En fazla ilerlediğimiz meslek müteahhitlik oldu tahmin ettiğin gibi. E hal böyleyken de çıka çıka, hiç bir estetiği, hiç bir şifresi ve gizemi olmayan, ucube görününmlü binalar çıkıyor ortaya.

"Bu binaların özelliği ne?" diye sorarsan; pek emin değilim ama söylendiğine göre bazıları çok akıllıymış. Vallahi bak. Düğmeye bi basıyormuşsun perdeler iniyormuş, yaaa! Yeşil mi istiyorsun? Tabi onu da düşünmüş bu akıllı binaları diken süper zekalılar, her binanın önüne saksı koymuşlar. Hem o saksıları birleştirince bir sürü, bir sürü yeşil oluyormuş.Yetmez mi ki sana bu kadar yeşil?

Üzülme ama... Hem ne yapacaksın ki sen o kadar yeşili, o kadar ağacı? Central Park'ta, Hyde Park'ta var da ne oluyor değil mi ama? Hiç özenme onlara sen. Hem bize gerekmez öyle ferah ferah, temiz temiz açık alanlar. Alışık değiliz artık böyle yerlere. Otururuz evlerimizde biz "akıllı akıllı". Bizi dert etme Azizim, biz ki seni bu hale getirdik, bize zaten böylesi müstahak.





19 Ocak 2015 Pazartesi

English Diary: (18.01.2015) "Imagine"

Hi dear diary,

After our last conversation, many important events have taken place in the world. However, the most horrible was The Charlie Hebdo attack. Seventeen people were killed in this terror attack.

It was really an awful event. I think, the killing of people because of religion is so silly. I cannot understand that.

Anyway , I don't want to talk about sad subjects with you. I'd like to talk about pleasing subjects. Such as the song of John Lennon. Yes, you know which song I am talking about. Of course, it is "Imagine".

It's a realy good song. It's subject is still topical. So, I love this song so much. Okay, it could be a little utopian but it's a very happy song. And surely, everyone needs a little happiness due to the recent events. For that reason, let's sing together.




"Imagine theres no heaven
  It easy if you try
  No hell below us
  Above us only sky

  Imagine all the people
  living for today...

  Imagine theres no countries
  It isn't hard to do
  Nothing to kill or die for
  No religion too

  Imagine all the people
  living life in peace...

  Imagine no possessions
  I wonder if you can
  You need for greed or hunger
  A brotherhood of man

  Imagine all the people
  Sharing all the world...

  You may say I'm a dreamer
  But I'm not the only one
  I hope some day you'll join  us
  And the world will live as one"


14 Ocak 2015 Çarşamba

Kaçamak

Yılın bu zamanlarını hiç sevmiyorum. Ben muhasebeciyim. Bir muhasebeci için yıl, marttan hatta nisandan sonra başlar. Bu tarihlerden sonra da işleri anca yoluna koymuşken, bir bakıyorsun yıl bitivermiş. Hadi bakalım hooop sar başa tekrar. Bu kısır döngü her yıl böyle tekrarlanıyor ve ben bu durumu hiç sevmiyorum.

Şu anda, yapılması gereken banka, cari hesap mutabakatları, kur değerlemeleri, işlenmesi gereken fişler... hepsi ama hepsi birikmiş bir şekilde beni bekliyor. Peki, ben ne yapıyorum? Bir kaç gündür uğramadığım blogumla dertleşiyorum tabi ki. E napiyim özlüyorum ulenn seni! 

Gördün mü blogcuk? Aramızda mutabakat mektupları, tutmayan hesaplar, çarpraz kurlar olmasına rağmen yine seni düşünüp, bir yolunu bulup geldim yanına. Evet bunlar yüzünden bir kaç ay, fazla ilgilenemeyeceğim seninle ama ara ara bunaldıkça kaçar gelirim yine yanına, merak etme sen. Zaten yanına uğramayınca garip bir şekilde suçluluk hissediyorum. Böyle böyle, idare edeceğiz artık bir kaç ay ne yapalım? Sonra herşey çok güzel olacak!

Hele bir bahar gelsin bak; ben sana neler neler anlatacağım... Çiçekler açsın, kuşlar cıvıldasın, etraf mis gibi çim koksun bir de... (Ve lütfen, mümkünse bunlar hemen olsun!) O zaman gezmelere gideceğiz ve sana gittiğim yerleri, gördüğüm şeyleri anlatırım olur mu? Hiç bir yere gitmesem bile böyle güzel bir ortamda hayal gücüm zehir gibi çalışmaya başlar benim, sen merak etme hiç. Neler neler anlatırım o zaman, bir bilsen... 

Bu kasvetli ortamda ne anlatayım ki ben sana zaten? Bir yanda kış, kıyamet, kar, yağmur, çamur, soğuk, üşüyen hatta ölen insanlar; bir yandan kavga, kıyamet, aklını, şuurunu herşeyden önemlisi vicdanını kaybetmiş caniler... Oturup da bunları anlatayım da güzel canını mı sıkayım senin? 

Neyse boşver! Ben işimin başına gidiyorum, kur değerlemelerini bitirmem gerek. Sen de burada uslu uslu dur, emi! 



9 Ocak 2015 Cuma

Kardan Günlük

Aslında ilk başta niyetim -hazır gündem de bu kadar doluyken- ingilizce günlüğüm için bir şeyler yazmaktı. Sonra kendime engel olamadım uzatım da uzattım ve yazdıklarımı çevirmeye üşenerek "Bu da türkçe günlük olsun" dedim ve öylece bıraktım :) Ortaya şöyle bir şey çıktı:

Pazartesi:

Hava iyice soğudu, herkes kar yağacağını söylüyor. Bu söylentilerden dolayı annem her halde bir hafta sokağa çıkmamayı planlıyor; iş çıkışı almam için bana uzuuun bir liste verdi.

Deep Tone, İngilizce günlüğümü okuyup yanlışlarımı düzeltti. Ne tatlı, ne iyi birisi! Çok da güzel yazılar yazıyor. Havalar ısınsa da kitapçıya gidip kitabını alsam.

Okullar yarın tatil edildi. Yarın her yer bembeyaz olacakmış, bir de çok soğuk. Bu yüzden, gece yatmadan kaşkollarımı bulmam lazım, bugün çok üşüdüm.Ya bazanın altında ya da gardırobun üstünde olmalılar.

Salı:

İstanbul'da beklenen kar biraz geç saatlerde olsa da geldi. Okulları tatil eden Vali ve meteorolojinin içi rahat etmiş olmalı. Azıcık da olsa, zorla da olsa kar yağdı sonuçta.

İstanbul'daki çocuklar, tüm gün evlerindeki pencerelerden, nazlanan kar tanelerini beklediler. Kardan adam ve kartopu savaşı yapacak kadar lapa lapa yağan kar hayal ettiler.

Ankara'da ise Vali izinde olduğu için (!) okullar tatil edilmedi. Diz boyu karla kaplı yollardan geçerek, okullarına giden Ankaralı çocuklar da sınıflarının penceresinden, teneffüslerde yapmaya çalıştıkları ve yarım bıraktıkları kardan adamlarını, üzgün üzgün izlediler.

Biz de iş yerinde tüm gün " acaba kar yağıyor mu" diye hop oturup hop kalktık. Gerçi bizim için bir şey farketmiyordu ama belki de söylenildiği kadar şeker bir valiyse bizim vali; "Yoğun kar yağışı ihtimali (!) yüzünden, İstanbul'da tüm işler tatil edildi!" gibi bir açıklama yapabilirdi. Kendimi ne İstanbullu çocuklar kadar şanslı, ne de Ankara'lı çocuklar kadar şanssız hissettim. Ama herşeye rağmen en az tüm çocuklar kadar umut doluydum.

Sultanahmet'te bir karakola, intihar saldırısı yapıldı. Kadın olduğu söylenen canlı bomba öldü ve bir polisimiz şehit oldu.

Bizim servisin motoru Merter'den Küçükçekmece'ye kadar zor ısındı. "Dün üşenip de çıkarmadığım kaşkol, eldiven, şapka ne varsa hepsini bugün üşenmeyip bulmam lazım" diye düşündüm. Ah be sayın Vali, birazcık da emekçi kardeşlerini düşünsen? Keşke öğretmen olsaydım!

Annem, bugün hiç dışarı çıkmadığını söyledi. Sadece Gülşen ablaya inmiş. İlk önce düşündüm: normal zamanda da bir yere gitmez ki benim annem; sonra da ona "iyi yapmışsın" dedim.

Gece Valimiz, İstanbul'da okulların yarın da tatil olduğu müjdesini verdi. Aynı müjdeyi izinden dönen Ankara Valisi ve bir çok şehrin valisi de gözü kulağı haberlerde olan tüm öğrenciler için verdi ve böylece ülkemizdeki çoğu öğrenci ertesi gün okula gitmeyecek olmanın mutluluğu ve kardan adamla geçirecekleri saatlerin heyecanı ve hayaliyle uykuya daldı.

Çarşamba:

İstanbul'da herkes yine beklenildiği kadar beyaz olmayan ama beklenildiğinden daha soğuk olan bir havayla uyandı.

Çağla Şikel'le Emre Altuğ'un boşandığı haberleri zaten yeterince soğuk olan gündeme soğuk bir damga daha vurdu.(!)

Dünkü saldırıyı yapan kadın terörstin "Karadullar" diye tabir edilen bir terör örgütü militanı olduğu söylentisi çıktı. Ayrıca kadının hamile olduğu tespit edildi.

Fransa'da islama yönelik karikatürler yapan Charlie Hebdo dergisine saldırı düzenlendi. Bu saldırıdan 12 kişinin öldüğü haberi gündemi iyice ayaza çevirdi.

En ufak kar beklentisinde okulları tatil eden İstanbul Valisi Vasip Şahin, sosyal medyada fenomen oldu. Çok şükür ki bir valimiz de böyle bir konudan fenomen oldu.

Bu akşam serviste, sıcaklık -5C gösteriyordu. Ve ben indiğimde arabanın motoru hala ısınmamıştı, içerisi buz gibiydi. "İyi ki dün üşenmeyip şapkam, kaşkolum ve eldivenlerimi bulup takmışım" dedim kendi kendime. Ve onları ararken bazanın altında bulduğum "çok kışlıklar poşetini" dolabımın içine boca ettiğimi hatırlayıp "hafta sonu dolabımı düzenlesem iyi olacak" diyerek plan yaptım oracıkta.

Esma yengem, ingilizce günlüğümü okumuş ve Facebook'ta ingilizce yorum yapmış.Yazdıklarının çoğunu anladım ama anlamadığım bir kaç sözcük için sözlüğe baktım. Sonra, ben de ona ingilizce cevap yazdım. İngilizce cümle kurmaya çabalarken karın yağlarımın eridiğini hissediyorum. Bence bilim adamları bu konuyu araştırmalılar.

Akşam haberlerde; karda ve buzda düşmemek için, penguen gibi yürümemiz gerektiği söylendi. Ben üzerimdeki kıyafetlerden dolayı Robocop gibi yürümeyi tercih ediyorum.

Akşam saat 11:00'de valimiz okulların yarın da tatil olduğu haberini verdi ve çocukların içine tekrar cılız da olsa bir kardan adam umudu belirdi. Her şeye rağmen, umutlu bir şekilde uyumak güzeldi.

Perşembe:

İstanbullu çocukların tatil sevinci ve kar hayal kırıklığı bugün de devam etti.

İstanbul'daki milyonlarca çocuk, sosyal ağlarda diğer illerdeki çocukların diz boyu karlar içindeki fotoğraflarına bakıp, iç geçirerek, kendileri de ancak şuna benzer fotolar paylaştı:


-6C'yi gördük ama çocuklar hala doğru dürüst kardan adam göremedi. Fenomen valimiz de inat etti, bakalım hayırlısı. Ben de bir an önce yağsın ve bu saçma seremoni bitsin taraftarıyım. Hayır; okulla hiç bir alakam yok, ben de gerildim.

"Amaaan canım, havalar nasıl olursa olsun, bizim havamız iyi olsun değil mi ama, şeklinde bir espri yapayım da bi umut belki karın adam akıllı yağmasına katkım olur" dedim ama üzgünüm ki o da işe yaramadı.

Hükümet, doğum yapan kadınlara çocuk sayısına bağlı olarak para verileceğini açıkladı. Verilecek paranın 300 TL, 400 TL, 600TL çocuk sayısına bağlı olarak kademeli bir şekilde artacağı söylendi. Ben ilk önce bu paraların her ay verileceğini zannedip heyecanlandım. Sonra bir seferlik olduğunu anlayınca, bu şuursuz heyecanım kendiliğinden söndü.

İnternette gördüğüm "Kılıçdaroğlu'na ayyakkabı fırlatıldı" haberinin içeriğini okumaya üşendim. Magazin haberlerine geçtim.

Bu akşam, servisi 1 saat önce çalıştırdık. Bindiğimizde içerisi sıcaktı.

Bir çok ilde okullar, yarın yine tatil edildi. Buna Ankara'da dahildi. Tatile iyice alışan İstanbullu öğrenciler geç saatlere kadar Vali'den son bir müjde beklediler ama bu bekleyişleri boşunaydı. Çünkü kar, soğunu yanına almasa da İstanbul'u terk etmişti.

Hafta sonu İstanbul için sıcaklığın +10C lere kadar çıkacağı söylendi. E çıksın artık tabi, bu sene ne kış yaptı be arkadaş(!)












5 Ocak 2015 Pazartesi

İngilizce Günlük (04.01.2015)

İngilizce günlüğümde neler mi oluyor? Entrika dolu yaşantımı merak mı ediyorsunuz? Hepsi ama hepsi aşağıda... :)

Ne o? Bir kaç gündür benden ingilizce ses çıkmayınca "Hehehe, vazgeçti bu yine" diye mi düşündünüz yoksa? Her gün evrak kayıt defteri gibi düzenli tutmamı beklemeyin benden ama bırakmayacağım işte, hoşuma gitti çünkü yazarak ingilizce debelenmek.

--------------------------------------04.01.2015------------------------------------------------

Hi sweety!
It's the fourth day of the new year and the first sunday of 2015. However, today nothing has happened, the same old story. So, I don't know what to tell you about it. Besides, it was very cold. So, I didn't go out of home. I just slept, read, browsed on the Blogger... In other words; I goofed off ( I've just learned this verb and I'd like to use them :) )

The best bet, I'm gonna tell you about the book I'm reading; recently, I'm reading a book called "Abim Deniz" It is about the life of Deniz Gezmiş. Do you know Deniz Gezmiş? Of course, you don't know him. I would like to tell you about him, but my english is still not enough for it. Okey, maybe I can copy from wikipedia and I can try that.

Deniz Gezmiş was a Turkish Marxist-Leninst revolutionary and political activist in Turkey in the late 1960s. He and his companions have been considered by some as "Turkey's Che Guevara and his companions". He and his 2 friends were executed by being hung on 6 May 1972.

This book was written by Can Dündar and Deniz Gezmiş's brother Hamdi Gezmiş. I love to read real life stories. However, this story is a bit sad.

Anyway; after a while, I've longed for a cake. So, I stopped reading the book and  made a cake with raisins. Surely, you wonder how i did that. Okey, I'm gonna try to explain you how I did it, too.

First of all, i must say you the ingredients:
- 3 eggs
- 1,5 cups of sugar
- 1 cup of vegetable oil
- 1/2 cup of yoghurt
- 2 cups of flour
- 1 package vanilla powder
- 1 package baking powder
-  Lemon peel
-  Raisins

Than, i must tell you about preparation:
In a large bowl, place the eggs, oil and sugar. Beat with a mixer till it becomes foamy. Then add other ingredeints and mix them all.

Grease the cake pan and pour the cake mixture in. Preheat the oven to 160 C and bake for about 45 minutes until your cake turns to golden brown. To remove the cake from the pan, allow it to cool 10 to 15 minutes before removing. Enjoy!

That's it. It sounds so delicious, doesn't it?

Yes, that's all for today. See you again. Bye!


4 Ocak 2015 Pazar

Yazmak Lazım

Yazmak, çocukluğumdan beri vazgeçemediğim, kendimi en iyi ifade edebildiğime inandığım bir anlatım türü oldu benim için.

Ergenlik dönemimde okuduğum bir kişisel gelişim kitabında - hangisi olduğunu şu an hatırlayamıyorum- "Kendinizi kötü hissettiğinizde yazın" diyordu; "Ne kadar saçma, ne kadar yazım kurallarına aykırı olursa olsun önemsemeden, tüm yazdıklarınızı çöpe atacağınızı bilmenin rahatlığıyla yazın. Rahatladığınızı, hafiflediğinizi hissedeceksiniz"...

Tam olarak cümleler böyle değildi ama buna benzer şeylerdi. O kitabı okumadan önce de zaten oraya buraya karalayan bir çocuktum ama bu cümleleri okuduktan sonra yapmış olduğum şeyin doğru olduğunu bilmenin rahatlığıyla devam ettim yazmaya. Sadece kendimi kötü hissettiğimde değil, her modda parmaklarımı susturamadım bir türlü. Çoğunu biriktirmedim belki yazdıklarımın ama yazmaktan asla vazgeçmedim. Vazgeçemedim.

Muhabbeti, sohbeti sevsem de çoğu zaman konuşarak anlatamam derdimi. Daha doğrusu konuşurken derdimi anlatabildiğimi tam olarak hissedemiyorum ben. Hep eksik kalıyor sanki cümlelerim.

Ama yazmak öyle mi ya! Caaaanım yazmak! Tepeden tırnağa hissettirir insana, derdini anlatabilmiş olduğunu. Öyle rahatlatır, öyle hafifletir...

Bir düşün; konuşurken laf arasında "ben manyağım" dedin, neden böyle bir şey dedin bilmiyorum, bir manyaklık yapmış olmalısın. (Üzülme canım ben de yapıyorum arada) Tamam, diyelim ki manyak olan da "manyağım" diyen de benim. Dedim de ne oldu sanki? Hiç! Uçtu gitti söylediğim. Ama yazsaydım onu bir kenara, manyaklığım baki kalacaktı. (Belki yazmanın iyi bir şey olduğunu kanıtlamak için uygun bir örnek olmadı bu. Başka bir örnek vereyim en iyisi)

O zaman şöyle düşünelim bir de; (sanırım bu sefer bu örneği senin üzerinde deneyebiliriz) sevgilin ya da hayatında değer verdiğin her kimse o, senin karşına geçse "aşkım, balım, kaymağım, şekerparem, sütlü nuriyem..." gibi sözler söylese sana, tabi lahmacun gibi yayılırsın ilk başta biliyorum. Ama etkisi ne kadar sürer? Arkanı dönene kadar. Hatta sürekli tekrarlasa bu güzel sözleri, alışkanlıkla duymamaya bile başlarsın bir zaman sonra. Ama o kişiden, hislerini anlatan bir mektup gelse eline şöyle Nazım'ın Piraye'ye ya da Vera'ya yazdıkları cinsinden, alıp döne döne, ezberleyene kadar okursun o satırları. Kendini dünyanın en unutulmaz romanında kıskandığın roman kahramanı gibi hissedersin. Biraz Maria Puder gibi hayali, biraz da Milena gibi gerçek bir kahraman oluverirsin. Dahası onlar gibi tarihe geçme ihtimali bile lahmacundan daha yayık bir tebessüm kondurur yüzüne. Öyle ya neyin eksik senin onlardan değil mi ama?

Yani cancağızım; yazmak lazım.


1 Ocak 2015 Perşembe

İngilizce Günlük


Yeni yılın ilk gününden fire vermeyim dedim ve sözümü tutarak aldığım günlüğe ingilizce ve acemice bir şeyler karalamaya başladım.

Almış olduğum kararı uygulamış olmanın rahatlığı ve okuduktan sonraki düşüncelerinizin merakıyla ilk yazıyı da sizle paylaşmak istedim.

Tamam itiraf ediyorum ilk okuttuğum kişi Özge hocaydı. Onun düşüncesi benim için çok önemliydi çünkü.

Benim 3 sene önce gittiğim kurstan hayatıma kattığım değerli dostlarımdan oldu Özge hoca. Kurs bitse de dostluğumuz baki kaldı. Ona buradan, hem öğrettikleri için hem de dostluğu için çok teşekkür ediyor ve sizi ingilizce günlüğümle başbaşa bırakıyorum.

...............

"Hello Dear Diary;

Good to see you again. For a long time no contact with you. You may have wondered where I've been. So, I've come back again and I've decided to tell about myself in english. By this way I'll be able to improve my english.

First of all, I want to say: "happy new year!" and I hope it's a good year for all of us.

It's the first day of new year. I want to write to you till end of the year. İ'll try that and  i must manage this time.

Sometimes, I'll share what I wrote to you, on my blog... Yes, I have a blog and a lot of blogger friends. I've told them about you. For this reason, they wanna read you.

You know; I love to write. It doesn't matter for me; in english or in turkish. As long as I can improve my english, I can tell about everything.

Probably, this is an interesting post for a diary. However I don't like that; "hi dear, I woke up at 7:00 o'clock. I had breakfast. Then I went to work at 8:00 o'clock... bla bla..." I hate to write like this on diary. I think it is so rubbish, so foolish. It doesn't seem warm. Being friendly is better than like this. I prefer telling you about the novels I read and the posts on my blog. Maybe, if I skin through, I can tell you that I experinced.

Anyway dear diary, I think it's enough for the first post. In any case I'll came again. We have a lot of time to talk together too.

See you later

Take care of you"