Wikipedia

Arama sonuçları

30 Nisan 2015 Perşembe

Atarlı Gizem ve Erasmuslu Jack ile İngilizce Gramer (Conjunctions 2)

Herkese selam,

Atarlı Gizem'in maceralarını merak mı ediyorsunuz? Dındırı dındırı...  azzz sonraaa!
:)))

Öncelikle bize uzun cümleler kurmamızı sağlayan conjuctions yani bağlaçlarımızı hatırlayalım; (Hatırlamak zorunda da değilsiniz tabi, atlayabilirsiniz. Ben sizin yerinizde olsam bu teorik bilgileri atlar hikayeyi okumaya başlardım :) Ama yine de hikaye sırasında kullanmam gereken bağlaçları takip etmek açısından şuracıkta kalsınlar:

1- Birleştirme Bağlaçları (Coordinate Conjunction) (and, or, nor, yet, so, for....)

2- Denklik Bağlaçları ( Correlative Conjunction) (altough, still, as...as, as good as, despite, in spite of...)

3- Yan Cümle Bağlaçları ( Subordinate Conjunction) (after, as if, as soon as, before, until, because, as long as, whether, if, in order that, unless, even tough, altough, when, while, in case ..)

4- Birleşik Zarf (Conjunctive Adverbs) (However, also, otherwise, moreover, therefore, besides, finally, now that, by the time, nonetheless, nevertheless, notwithstanding...)

ve eğlenmeye kaldığımız yerden devam edelim.

-----------------------------------------------------------------------------------------------------

Telefonu sinirli bir şekilde kapatan Gizem kendi kendine söylenmeye başlar: 

-Oh my god! Although I told him that I don't love him several times, he still making advances at me.  (Aman tanrım, ona defalarca onu sevmediğimi söylememe rağmen hala bana kur yapıyor)

("Although" yerine "in spite of" ya da "despite" bağlaçlarını da kullanabilirdik. Onlar da "rağmen" anlamına geliyor ama onların bazı şartları var; kendilerinden sonra isim gelmesi gerekiyor, fiil geliyorsa da "the fact that" eklenmesi gerekiyor falan filan, şu an onlarla uğraşamayacağım ama siz yine bilin)

Gizem, böyle böyle söylenirken,  birden kendi kendiyle ingilizce konuştuğunu farkeder ve sonra anadiliyle düşünmeye başlar; (ingilizce düşüncelerini "böyle böyle" geçiştirdim farkındayım ama olayı türkçe bağlamam lazım :) )

"Vay be aşmışım ben. Şaka maka, şapşal Jack sayesinde ingilizcem gelişti. Aslında, düşündüm de fena çocuk değil bu Jack. Yani bir şans versem mi acaba? Bunca yıl kendini beğenmiş Cesur'un peşinden koştum da ne oldu? Hem belki böylece Cesur beni kıskanır da farkıma varır. Ama Jack'i tekrar arayamam ki. Sonuçta tükürdüğümü yalayamam, onurlu bir kızım ben. Birini arayıp Jack'i partiye getirmesini söylemeliyim, ama kimi? Bilmiyorum ama içimden bir ses, bu kişi ingilizce konuşan biri olmalı diyor nedense? Ve hatta içimdeki bu ses, yapacağım bu konuşmada bağlaçları çok kullanmamı söylüyor. Kimi kimi, kimi.... Buldum, Jack'in arkadaşı erasmuslu Mary vardı, onu da çağırayım partiye, Jack'i alıp gelsin."...

diyerek, havalı bir şekilde fırlattığı telefonu süt dökmüş kedi gibi tekrar eline alarak bu kez Mary'nin numarasını tuşlar Gizem.

Lalilalilalilalilaliiii (Bu da Mary'nin telefon melodisi :))

-Hello... Mary is speaking ( bu ingilizler de telefona böyle bakıyor işte)

- Hi Mary, It's Gizem. How are you?

-Oooh Gizem hi. Not bad, how are you? 

- Not bad, too. Dear Mary, I need to your help about Jack. (Ben de fena değilim. Maryciğim Jack'le ilgili bir konuda yardımına ihtiyacım var)

_ Hımm this is interesting. How can I help you, honey? (Hımm ilginç. Sana nasıl yardımcı olabilirim tatlım?) 

- Listen, I think I've broken his heart, moreover, this isn't the first time. (Dinle, Sanırım ben onun kalbini kırdım üstelik bu ilk olmuyor) ("moreover"ı kullandık dikkat ettiniz değil mi? Ay canım ne güzel de bağladı ikinci cümleyi yaaa! :))

-Ok. Don't worry about it! Now that you are regretful, I can talk to him about you (Tamam, bu konuda endişelenme. Madem ki pişmansın ben seninle ilgili onunla konuşabilirim) (Burada kullanılan "now that" yani "madem ki" bağlacını "that"'i atıp kısaca "now" olarak da kullanabiliyoruz)

-No,no don't say anything! I just want to you bring him to Efsun's birthday party tonight. I'll take it from there. ( Hayır, hayır sakın söyleme! Ben sadece onu bu gece Efsun'un doğum günü partisine getirmeni istiyorum. Gerisini ben hallederim) 

-Ok then.  (Taman o zaman)

-I hope, he still has the same feelings for me even though I hang up on him. (Her ne kadar telefonu suratına kapatmış olsam da, umarım, hala bana karşı aynı şeyleri hissediyordur) 

-Don't worry honey, leave this with me. I will bring him in spite of the rain (endişelenme tatlım, bu işi bana bırak. Yağmura rağmen onu getireceğim) (Evet birden yağmur bastırdı, ben de bu arada "in spite of" u kullanayım dedim :) )

-Okey then. Looking forward to hearing from you. ( Tamam o zaman. Senden haber bekliyorum)

-Ok. See you!

(Sonraki bölümde görüşmek üzere, size de see you!)

23 Nisan 2015 Perşembe

Atarlı Gizem ve Erasmuslu Jack ile İngilzce Gramer Dersi (Conjunctions)



Herkese selam,
Bugün canım gramer çalışmak istedi. Ama tek başıma sıkıcı oluyor, size de haber vereyim, birlikte çalışalım dedim. Şşşşşt, gitme yaaa! Öyle bildiğin gibi bir gramer dersi olmayacak bu, çok eğleneceğiz vallahi bak! :)

Uzun cümleler kuramamak, ingilizceyi yeni öğrenmeye başlayan herkesin ortak sorunudur herhalde. İnsan ilk başlarda, kurduğu hiç bir cümleden memnun olamaz bir türlü. Hatta kendi kurduğu cümlelerle ingilizceden soğur. Hani pratik yapmak istersin de aklına gelen ilk şey, bir gününü anlatmaya çabalamak olur da başlarsın sırlamaya ya; "I get up. I have a shower. I have breakfast...."

Böyle devam ederken, hissedersin ki eksik olan bir şeyler var kurduğun cümlelerde. Yani cümleler basit ingilizce cümleleri ama hiçbir filmde rastlamamışsındır bu tarz cümlelere. Bari araya "then" falan ekleyim de bir şeye benzesin dersin ve en son, can havliyle "then, I go to my office..." gibi bir şekil vermeye çalışırsın ama yine de içine sinmez bir türlü.

Hayatında hiç gramer çalışmamış olsan da eksik birşeylerin olduğunu iç güdüsel olarak hissedersin bu aşamada. E kulak dolgunluğu var sonuçta, değil mi ama? Filmlerde duyduğun, "also, actually, besides, whatever, because, altough..." sözcüklerini sen de çılgınlar gibi kullanmak istersin. Hatta bu isteği güncel yaşama aktarır, o muheteşem ingilizcende kullanamayı beceremediğin o sözcükleri türkçe cümlelerinde kullanırsın saçma biçimde. "Anyway, konumuz neydi?" gibi cümleler kurarsın sırf bu sözcükleri kullanmak için.

İşte, ingilizcede cümleleri böyle afilli yapan bu sihirli sözcüklere bağlaç (Conjunction) deniyor. Türkçede de var bu bağlaçlardan ama biz üstünde durmayız pek, önemsiz gibi görünür. Tek başlarına hiç bir işe yaramazlar ama sözcükleri bağlayarak cümleleri güzelleştirirler işte böyle.

Ay biliyorum sıkıcı olmaya başladı. Tamam, anlatımımı renklendireceğim bekle biraz. Öncelikle bağlaçların listesini vereceğim. Sonra bir senaryo oluşturacağım ve onları da o senaryoda kullanmaya çalışacağım. Böyle gramer dersi de başka yerde bulamazsınız, kıymetimi bilin.:)

Şimdi, bu bağlaçlar da kendi aralarında 4 gruba ayrılıyor. O hangi gruptu, bu neydi diye formül ezberler gibi ezberlemek istemiyorum ama sadece doğru yerde hemen aklıma getirebilmem için bir gruplama yapmak da gerekli. Bunun için senaryodan önce bu gruplamayı yapalım biz. Öyle çok incelemeye gerek yok. Bir göz atalım ve hemen aşağıya geçelim. Olmazsa sonra çıkıp tekrar bakarız, zaten çoğunu biliyoruz.

1- Birleştirme Bağlaçları (Coordinate Conjunction) (and, or, nor, yet, so, for....)

2- Denklik Bağlaçları ( Correlative Conjunction) (altough, still, as...as, as good as, despite, in spite of...)

3- Yan Cümle Bağlaçları ( Subordinate Conjunction) (after, as if, as soon as, before, until, because, as long as, whether, if, in order that, unless, even tough, altough, when, while, in case ..)

4- Birleşik Zarf (Conjunctive Adverbs) (However, also, otherwise, moreover, therefore, besides, finally, now that, by the time, nonetheless, nevertheless, notwithstanding...)

Şimdi güzel bir senaryo düşünelim ve başlayalım eğlenmeye :)

Efsun'un doğum günü olsun. (Böyle entrikalı isimler seçeyim ki ilgi çekici olsun ) Efsun'un kankisi Gizem de süpriz doğum günü partisi hazırlasın arkadaşı için. (Demiştim, çok eğleneceğiz) Gizem, aşık olduğu Cesur'u arayıp, Efsun'un doğum gününe davet etmek istesin onu ve konuşma başlasın. (Dur bir dakika dur, Gizem'in Cesur'u arayıp ingilizce konuşması biraz saçma di mi? Olmaz. Mantıklı bir senaryo olması lazım. Tamam halledeceğim ben şimdi) Gizem telefonu eline alsın ve "Ay dur önce bizim erasmuslu Jack'i arayım da sonra Cesur'a haber veririm" diye düşünsün (Allahım çok yaratıcıyım)

Lülülülülülülülülü (Bu Jack'in telefonunun zil sesi, telaşlanmayın :)

-Hello

-Hi Jack, It's Gizem. How are you?

-Oooh, hi Gizem. How nice to hear your voice, I'm Ok, and you baby?

-Good. Listen! It's Efsun's birthday and I decided to have a party for her.

(e ufak ufak başladık bağlaçları kullanmaya, altlarını çizdim farkettiysen, cümlelerin çevirisini de yapayım mı he?)

-Wow! Is it Efsun's birthday? (Vay, Efsun'un doğum günü mü?)

-Yes, I just wanted to know you if you would like come to Efsun's birthday party this evening.  (Evet, bu akşam Efsun'un doğum günü partisine gelmek isteyip istemeyeceğini öğrenmek istedim.)

(Vay be cümleye bak, ne kadar afilli değil mi? "If" burada olup olmamak anlamını katmış. Birşeyin olup olmayacağını öğrenmek, söylemek için "if" ya da "whether" kullanılıyor. "whether" da olurdu ama onu aşağıdaki cümleye sakladım)

- Oooh, really? Is it birthday party? Well, I don't know. Whether I come or not  really depends on you. (ooo parti he? Şeyyyy, bilmiyorum kiii. Benim gelip gelmeyeceğim sana bağlı beybisi)

( Jack, sanki kızımıza mı yazılıyor ne? Neyse ya, biz gramerimize bakalım :) )

-Oh my goodness! What are you talking about stupid? (Aman Allahım, sen neden bahsediyorsun sersem?) (Gördünüz di mi? Gizem de anlamış bu durumu, ayrıca tam Amerikan filmlerindeki gibi konuştu Gizem, ay çok heyecanlı...)

-Come on baby. As I said before, I love you. (oooo, yok ben bu kadarını çeviremeyeceğim) (Hadi dayanamadım "conjunction" aşkına çevirmem gerekiyor. Diyor kiiii; ben diyor, sana diyor, daha önce de söylediğim gibi seni seviyorum diyor.)  Hımm demek bunların bir de geçmişi var. Vallahi ben de bilmiyordum şu an uydurdum :) sırf "as" i kullanayım diye :)

-D'oh! I thought that this subject was closed. That's enough. I've just called you as a friend. However, I shouldn't have called you. Therefore, I'm an idiot. (Aman allahım, bu konunun kapandığını sanıyordum. Bu kadar yeter. Seni ben bir arkadaş gibi aramıştım. Ama aramamalıydım. Bu yüzden ben bir salağım)
Çattttttttttttttt (Bu Jack'in yüzüne kapanan telefon sesi oluyor tabi ki)

Atarlı Gizem ve Erasmuslu Jack'in hikayesine kaptırıp bağlaçlara dikkat etmeyi unutmamışsınızdır umarım :) Tabi ben listede yer alan bağlaçların hepsini kullanamadım maalesef.

Anyway (!), yazı uzamaya başladı :) Belki hikayenin devamını, diğer bağlaçlarla bezenmiş afilli cümlelerimizle sürdürürüz sonra, he ne dersiniz?




19 Nisan 2015 Pazar

Mim (Aslı Seymen'den) "Nasıl Bir Kitap Olurdum?"

Sevgili Aslı Seymen mimlemiş beni. Ben de bayılırım kitaplı mimlere, cevapladım hemen.

Bir kitap olsam adı: 

İnsan olarak adımı Dilek koymuşlar. Herhalde kitap olarak da "Bir Dilek Tut" gibi bir şey olurdu (çok yaratıcı değil ama o geldi aklıma işte :) )

Nasıl bir kitap olurdum: 

Komik, eğlendiren bir roman olmak isterdim. Ama içindeki espriler ince espriler olsun, öyle herkesin anlayabileceği kadar basit de olmak istemezdim. Yani beni hakedenler anlasın isterdim. Ne bileyim işte böyle tuhaf bir kitap olayım ben. :)




Kitap kapağında: 

E kitap ismine uygun olmalı ya, roman kahramanı her kimse o, doğum günü pastası üflerken dilek tutsun, işte onu karikatürize eden bir kara kalem çalışması olmalı kapağımda, ya da ne bileyim şu yukarıdaki gibi bir şey olabilir mesela.

Kime ithaf olurdunuz: 

İnce espriden anlayan herkese ithafen...

Arka kapak yazısı: 

"Ey okuyucu, bu kitabı eline aldıysan bir kere, bırakmak olmaz. Başa dönüp başlayacaksın ve başladığın bu işi yüzünün akıyla tamamlayacaksın" gibi saçmalardım herhalde. Çünkü beni yazan ve yayımlayan kişiler çok satılmamı isteyecektir muhtemelen.

Önsöz: 

"İyi alıştınız dizi, program özetlerine. Önsöz, ipucu mipucu yok size, okuyun da görün işte, hıh!" tarzında bir önsözümün olmasını isterdim, ama muhtemelen yayımcım buna müsade etmezdi. :))) 

Tabi tüm bunlar beni yazacak olan yazarın yaratıcılığına kalmış biraz da. Umarım yazarım istediğim gibi bir yazardır :) Sahi ya, niye yazar seçtirtmemiş bu mim bize? Hayal etmiyor muyuz zaten, evet yazarımı da ben seçeyim o zaman. Ben Oğuz Atay'ın yaşasaydı, yazacağı en güzel kitap olayım e mi?

Peki ya sen? Sen nasıl bir kitap olurdun? "Ay çok güzel ya, ben de yaparım bu mimi" deyip ama yeni bir yayın oluşturmaya üşeniyorsan hemen aşağıya yorum yaparak da hayalini paylaşabilirsin. Üşenmeyip de yeni bir yayın oluşturursan da haber et, sayfana gelip görelim bakalım nasıl bir kitap olurdun :) 







15 Nisan 2015 Çarşamba

Düğünlerin Yıldızı Siz Olun


Eee düğün mevsimi geliyor, çoğu insanda bir telaş, bir telaş... Kimisi evlenme telaşında, kimisi ne giyeceğim telaşında, kimisi ne desem de gitmekten kurtulsam telaşında. Aman canım yaz gelsin yeter ki, sizin de telaş ettiğiniz şeylere bak :)

Düğünler beni çok eğlendirir. Yani bazen şöyle bir düğün salonu açıp, çekirdek çitleyerek tanıyım tanımayayım tüm düğünleri seyretmek isterim. Kabarık saçlı, süslü süslü kadınların gerdan bükemeyerek oynamaya çalışması, "ağır aabi" takılan adamların "hoplayıver çekirge" eşliğinde zıplayarak dans etmesi çok eğlendirir beni. :)

Bir de düğünlerde herkesi zorla piste kaldırmayı kendine görev edinmiş kişiler vardır. Ben oynamayı sevmeyenler gibi gıcık olmam onlara, hatta hiç kıramam onları, hemen kalkarım göbek ata ata :) Neden? Çünkü düğün bitene kadar rahat etmek için :) Bir kere kalkmazsan düğün bitene kadar rahat bırakmıyorlar sonra. Bir kere kalk, bir iki dönüver etrafında, el şaklat olsun bitsin işte. Ne üzüyorsun pistin yıldızını?

Oynamak çok eğlencelidir çook, ama bütün iş oynamaya başlamaktadır. Yani, nedense oynamaya başlamak için hep çekimser davranılır. "Amaaan pist dolsun arada kaynak yaparız" diye bir düşünce olur herkeste. Eeee, sen kalkmazsan, ben kalkmazsam nasıl olacak bu düğün? Değil mi ama? :))  Bence piste ilk çıkan o cesur yürek kutlanmalı, düğünün asıl yıldızı odur çünkü. Özellikle piste ilk çıkıldığında garip bir çekingenlik olur ya, nasıl da kahramanca üstesinden gelir o durumun? Ay kıyamam ona... :)

Böyle ne biliyim, başını hafiften yana eğerek "öhöm öhöm, aslında ben hiç anlamam bu oyun işlerinden ama ayıp olmasın diye kalktık işte" diyen Lady Di gibi mi davransa yoksa "her şeyi boşvermiş Yıldız Tilbe" havalarına mı bürünse, bilemez.. Ama her haliyle çok tatlı olur bence  :)

İlk şarkıyı, bu iki zıt kişiliğin arasında gelgitler yaşayarak bitirdikten sonra 2. şarkıda daha bir normale döner sanki, yani içindeki o Lady Di'den kurtulduğunu hissetmeye başlar yavaş yavaş. Eee, 3. şarkıda da içindeki yaramaz Yıldız Tilbe'yi zaptedemez artık... Ondan sonrası tufan zaten :)

"Ay dışardan nasıl görünüyorum" gibi düşünceler, insanı rahat bıraksa, dünyanın en rahatlatan aktivitesidir oynamak. Ben de severim elbette, ama bazı düşüncelere engel olamıyorum işte. Özellikle düğün salonunda gerçekleşen düğünlerde halay çekerken, "kazada, terör saldırısında falan ölüp gitsem buradaki kamera kayıtlarındaki görüntülerimi ana haber bültenlerine verirler mi ki? diye ürkerim mesela. Tövbe tövbe, millet halay çekerken böyle şeyler düşünüyorum ben de işte.

Neyse, uzun lafın kısası, düğünler de oynamak da güzeldir.Ve herkesin içinde de yaramaz bir Yıldız Tilbe muhakkak vardır. Ay hiç, ben bilemem falan demeyin, çekinmeyin özgür bırakın onu, düğünlerin asıl yıldızı siz olun. Hahaha!

10 Nisan 2015 Cuma

English Diary (09.04.2015) "A Little Bit Of Everything"

Selam arkadaşlar,

Dün paylaştığım yazıyı ingilizceye çevirmeye çalıştım bugün, (tabi ki Esmuş yengemin katkılarıyla)
Daha önce yazılmış bir yazıyı ingilizceye çevirmek çok zor. Çünkü aslına sadık kalmak istiyorsun ama anlatmak istediğini o şekilde tam olarak anlatamıyorsun, bazı yerleri kesip atman gerekiyor, bazı yerlere ilave yapman gerekiyor. Yani resmen yazıyı baştan yazıyorsun.

Ben ingilizce günlük tutmaya başlarken önce türkçe yazıp daha sonra onu ingilizceye çevirmeye kalkmış ama bunun ne kadar zor olduğunu görünce bu yöntemden vazgeçip direkt İngilizce yazarak mevzuya dalmıştım :) ve kör topal bugünlere geldim işte gördüğünüz gibi.

Kendimi gramer olarak geliştirdiğimi, kelime hazinemin her geçen gün arttığını, bazı şeylerin yerine oturduğunu çok iyi hissediyorum ama tabi hala konuşurken tutulup kalıyor, Mustafa Topaloğlu'na bağlanıyorum, orası ayrı :)

Bu yüzden önümüzdeki günlerde konuşmaya yönelik bir şeyler yapmak istiyorum (vakit bulabilirsem tabi) Örneğin günlüklerimi seslendirmek istiyorum, belki siz de bana yorumlarınızı seslendirip okursunuz he nasıl fikir?

Neyse, aklımdaki çılgın projeler işte :)

Lafı daha uzatmadan günlüğümle baş başa bırakıyorum sizi.

(Dünkü yazımı okumadıysanız şurada : Herşeyden Az Biraz ) İngilizcesi de (biraz kırptım ama) aşağıda, buyrunuz:


---------------------------------------------------09.04.2015----------------------------------------------------

Hi there;

I've just realized that I didn't write any posts in April. Besides, I don't even know when it was 9 April. So, I decided to write this post, but I have no idea, how it's going to be.

Actually, I want to tell about a lot of things but I can't choose one of them. Because, I cannot focus on a subject. Recently, I've been doing a little of everything. It's just how I've been feeling these days. So, let me I try to explain whats been happening in my life;

First of all, my work is very busy. Especially, our department is very busy in March and April every year, thereupon, my company in a large project at the moment while we are also attending an exhibition, meaning I have had no spare time at work.

My mom still can't sleep well at nights. Besides, Ali is usually working at nights. So, we cannot see each other. As you understand, everyone is living in shifts at our home.  That's just the way it is at home, too.

Last book I read was "Eylembilim". I want to start reading a new book but, I can't decide on which one. I don't even have time to choose a book, let alone finish it :) Anyway, Ok, I've just decided, I am going to start to read a book by Aziz Nesin. I think, he is the best writer to make me feel good.

There was also pilates in my life, wasn't there? I think, there still is. Although it's not like it was in the first days, I'm doing a little bit.

I haven't logged in to my social accounts recently as I've been so busy. However, I still receive some strange notifications from Facebook, like this; "Tülay added a new photo", but I don't know, who is Tülay. I guess, it's so rubbish.

Yesterday, I received a silly notification again and I clicked it this time. So, I went to home page immediately and than I started reading several news. Finally, I saw a sensitive post that Öznur shared (Öznur is Burçin's sister. Burçin is my childhood friend who sadly died 14 years ago.) I was deeply touched when I read Öznur's post and then I remembered our childhood and the days we did crazy things. We were very happy children who always laughed. I miss those years and her...

Anyway, I'm afraid this post is going to be too sad, so enough of the sentimentality, as you can see I'm like this these days, a litle bit of everything; sadness and happiness, stress and relaxation, sleep and sleeplessness, sensuality and insensitiveness... a little bit of everything. Like life...

Bye!




9 Nisan 2015 Perşembe

Herşeyden Az Biraz

Herkese selam,
Bir baktım Nisan ayında hiç yazı yazmamışım, Nisan'ın 9'u ne zaman oldu onu da anlamadım ya, neyse. Yani bu yazıyı biraz da sadece yazmak için yazıyorum ve nasıl bir yazı olacağı hakkında şu an hiç bir fikrim yok.

Gündemde ve kafamda yazılacak çok şey var aslında ama ben içlerinden bir seçim yapıp da sadece bir konuya odaklanamıyorum. Bu ara böyleyim. Her çiçekten az az bal alarak yaşıyorum. Azıcık ondan, azıcık bundan her bir şeye öyle yetişmeye çalışıyorum işte. Hal böyle olunca da hayatımdan size aktarabileceğim şöyle kısa kısa notlar geçiyor:

İşyerinde yoğun bir dönem geçiriyoruz, şirket olarak yeni bir projeye hazırlanıyoruz ve ayrıca fuara katılıyoruz. Bu yoğunluğun üstüne, departman olarak da bizim ekstra olarak her yıl rutin yaşadığımız mart nisan yoğunluğumuz var. İş yerinde durumlar işte böyle.

Evde ise garip bir vardiya sistemi sürmekte. Annem kışlık bunalımında yine, uykusuzluk problemi devam ediyor. Ona bir hobi bulmam lazım. Ali ise bu aralar hep gece çalışıyor, ikimiz hiç görüşemiyoruz. Yani evde hepimiz vardiyalı yaşıyoruz.

En son Eylembilim'i okudum. Yeni bir kitaba başlayacağım ama seçim yapmaya bile fırsatım olmadı. Hayır seçmeye bile fırsat bulamazken okumaya nasıl fırsat bulacağım o beni düşündürüyor. Neyse tamam şu an seçtim Aziz Nesin okuyacağım. Bu aralar bana iyi gelecek tek yazar Aziz Dede...

Pilates vardı bir de benim hayatımda di mi? Hala var galiba, yani ilişkimiz ilk günkü sıcaklığını korumasa da, ondan da az biraz var işte.

Sosyal ağlara da pek uğradığım yok bu ara. Haftalar olmuştur ki Instagrama girmemişimdir. Eski cazibesi yok artık. Hep aynı kareler... "Twitter kapandı" deniliyor, "doğru mu gerçekten" diye ona bile bakamadım. Anlayın işte, o kadar bile umurumda değil.

Facebook bana saçma bir şekilde alakasız konularda sık sık etkileşim göndermeye devam ediyor, en vefalısı da o sanırım, beni asla unutmuyor :)

Facebook yine şöyle bir etkileşim göndermişti "Tülay shared a new photo"... Kim bu Tülay yahu? Ne zaman ekeldim böyle birini hatırlamıyorum bile. Neyse biraz gezineyim de kafam dağılsın diye tıkladım Tülay'ın benim için hiç bir anlam ifade etmeyen fotoğrafına ve böylece giriş yaptım gerçek görünümlü sanal dünyaya.

Tülay'ın fotosundan jet hızıyla ana sayfaya geçtim ve orada gezinirken Öznur ablanın o kalbime dokunan cümleleriyle karşılaştım. Bir kaç kere okudum kardeş acısıyla yanan birinden dökülen o cümleleri. Bu boğazımı düğümleyen cümleleri okuyunca 14 sene öncesine gittim. Çocukluk arkadaşım Burçin'i kaybedeli tam 14 sene olmuş...

Sonra, daha öncesine, çocukluğumuza, onunla yaşadığımız o deli dolu, gamsız, bol kikirdemeli yıllara gittim. Bir daha asla geri gelmeyecek o güzel yıllara... Onu çok özlediğimi farkettim...

Burçin ve ben... Bol kahkahalı yıllarımızdan



Neyse, bunalım bir yazı olmaya başladı bu. Bugünlerde böyleyim işte, her şeyden birazcık... Hüzünden, neşeden, stresten, rahatlıktan, uykudan, uykusuzluktan, sinirden, vurdum duymazlıktan, herşeyden az biraz... Hayat gibi...

Bu tempoda bloglarınızı da fazla takip edemiyorum. Bu, "herşeyden az biraz durumu" blogger için de geçerli anlayacağınız. Fırsat buldukça, arada bir bakıyorum ve ilgimi çeken postları gördükçe okumaya çalışıyorum ama, kaçırdığım postlarınız olursa da kusuruma bakmayın artık. Normale dönünce  geri dönüp de okurum yazdıklarınızı çok çok.

İngilizce de yazamadım ne zamandır, farkındayım. Ama hergün ingilizce birşeyler okumaya çalışıyorum. Hiç bir şey okumasam gelen mailleri okuyorum. Aklıma geldi de şimdi, bu yazıyı çevirmeye çalışıyım ben. Evet, evet günlük gibi oldu bu. Ama şimdi değil, "az biraz sonra" :)

Bu yazı da yeterli sanırım şimdilik. "Az biraz" yazdım işte değil mi ama?