Wikipedia

Arama sonuçları

ingilizce gramer etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
ingilizce gramer etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

31 Mayıs 2015 Pazar

Atarlı Gizem ve Erasmuslu Jack ile İngilizce Gramer - Part 4 (Both, Either, Neither )

Duymayan kaldı mı bilmiyorum ama haftaya tatile gidiyorum :)  Hazırlık, işler güçler derken ingilizce çalışmayı aksattım biraz. Hal böyleyken, gitmeden diyoruuum... çalışalım mı biraz diyoruuum... he ne dersiniz? Arayı açtıkça, sonra daha çok üşeniyorum ben.  :)

Bunu yazması çok sıkıcı ama geçen bölümü okumayanlar ya da unutmuş olanlar için bir özet yapmam lazım. Yeni hikayenin heyecanlıyla fazla detaya girmeden jet bir özet geçiyorum hemen.

 Geçen bölümde "will" ile "be going to" arasındaki farkı anlayabilmek için Gizem'i meşhur doğum günü partisinin olacağı kafeye yollamıştık. Kendisine aşık olan Jack'e bir önceki bölümde atarlandığı için pişman olan Gizem, o partide ingilizcesini geliştirmek için Jack'le arasını düzeltmeyi ümit ediyordu.

Arkadaşlarını beklerken garsona atarlandığı sırada kafeye ilk gelen Cesur olmuştu. Atarlı olan Gizem'in aynı zamanda ayran gönüllü olduğunu da Cesur'a ayran ayran bakmasından anlamıştık :) Ama asıl merak ettiğimiz şey, Jack geldiğinde ne olacağıydı ki Jack de içeri girdiğinde "will"'ler "going to"lar da tükenmişti. Ben de en heyecanlı yerinde kesivermiştim bu saçmalığı :)

Ama bu garip hikayemsi şeyin sonunda anladık ki; will"ler "going to"lar böyleymiş işte; gelecekle ilgili konuşma anında karar verilen bir durum varsa " yapayım, edeyim" demek için "will", önceden planlanmış bir durumdan bahsediliyorsa "yapacağım, edeceğim" demek için de "going to" kullanacakmışız.

İngilizcede "tense" konuları derya, ben de garip bir sandalım arkadaşlar :) bu yüzden ben o topa fazla girmeyeyim şimdilik diyorum. :)

Tenseleri bir kenara ittirip, "both, either, neither" üçlemesine değinmek istiyorum bugün. Biliyorum çok garip bir çalışma sistemim var :) ne zaman neyi çalışacağım hiç belli olmuyor. Allahtan böyle kıytırık bir hikaye uydurdum da nereye istersem oraya çekiyorum :)

Veee entrika ve heyecan dolu olayların anlatıldığı muhteşem hikayemdeki kahramanlarımın başına neler geleceğini merak ederek başlıyorum hemen Part 4'e .

Siz de hazır mısınız gençlik? "Let's go!" o zaman :)

----------------------------------------------------------------------------------

Kendi kendiye Türkçe konuştuğunu fark eden Gizem, bakışlarını hızlıca Cesur'dan Jack'e çevirerek;
 "Hımm, Jack is also handsome like Cesur!" (hımm, Jack de Cesur gibi yakışıklıymış canım) diye geçirir içinden ve "Oh my gosh! Both Cesur and Jack are very handsome" (aman tanrım, hem Cesur, hem de  Jack  çok yakışıklı) diyerek ingilizce saçmalamaya devam eder.

Yeri gelmişken (biraz zorlama da olsa yeri geldi sonuçta :)) öncelikle şunu belirtmeliyim ki; bir cümlede "both" "either" ve "neither" varsa orada "iki şeyden" bahsediliyor demektir.

"Both" bu iki şey için "her ikisi de" anlamını verir, "either" "iki şeyden ya şu ya bu" anlamını verir, "neither" ise "ikisi de değil, hiçbiri" anlamını verir.

Yani Gizem son cümlede, Jack ve Cesur yakışıklı olduğu için "both"u kullanmıştı. Bu iki yakışıklıdan birini seçmek zorunda kalsaydı "ya Cesur'u ya Jack'i seçmeliyim" demek için "either"ı, ikisini de yakışıklı bulmasaydı "neither"i kullanacaktı. :)

Jack Gizem'in yanına giderek;

-Hi Gizem! You look so beautiful. (Selam Gizem! Çok güzel görünüyorsun.)

... der ve Gizem'in eline kazanovalara yakışır bir hareketle, bir öpücük kondurur. Bunun üzerine lahmacun gibi yayılan Gizem de bir yandan Cesur'u kıskandırdığını sanmış olmanın verdiği garip bir ukalalık ve yapmacıkla;

-Ooh dear Jack, you also look so handsome as usual! (ooo Jackciğim, sen de her zamanki gibi çok yakışıklısın) der. Bunun üzerine pek bir alçak gönüllü olan erasmuslu Jack de;

-Yeah baby, I guess, you and I will be great couple. Both of us look great. Mary told me that you wanted to make peace with me. (evet bebek, bence, sen ve ben muhteşem bir çift olacağız. Her ikimiz de muhteşem görünüyoruz. Mary bana senin benimle barışmak istediğini anlattı)

Fark ettiyseniz burada "both" dan sonra "of" gelmiş. Çünkü "both"dan sonra zamir gelirse (us, you, me...) araya bir "of" koymak gerekiyor (isterseniz "ooof offf" da koyablirsiniz :) ). "both of you" "both of us" kulağımıza aşina geliyor zaten. Sürekli kullanılan kalıplar bunlar. "Her ikiniz de", "her ikimiz de" anlamına geliyor işte.

Kafe kısa zamanda Gizem'in arkadaşlarıyla dolar. Gizem'in Efsun için düzenlediği sürpriz partiye çağırdığı herkes gelmişti.

Sadece bir kişi yoktu. O da, o da....... Oh my goodness! (ay pardon ben de ingilizce düşünmeye başladım) aman allahım :)  Efsun! Evet, Efsun yoktu yahu! Şaşkın kız Gizem, Cesur mu Jack mi derken, Efsun'u bir bahane uydurup kafeye çağırmayı unutmuştu.

Gizem Efsun'u kendisi için düzenlenen bu partiye nasıl getirtebilirdi? Tabi ki iki seçenek olmalı ki biz de o arada "either"i kullanabilelim ve hatta o iki seçenek de gerçekleşmez de "neither" ı da kullanabilirsek tadından yenmez :)

Gizem'in yüzündeki şaşkın ifadeyi hemen anlayan Jack Gizem'e sorar;

-Gizem, you look worried, is everything ok? (Gizem endişeli görünüyorsun, her şey yolunda mı?)

- I think, we have a problem. I've forgotten to call Gizem.

-Huh! Well, Ok. keep calm and relax baby. Let me think about it. (Ha! Şeyy, tamam. Sakin ol ve rahatla bebişim. Ben bir düşüneyim.


------------------------------------------Jack is thinking............... :) (Jack düşünüyor)

-Okay baby; either Cesur or I'll call her here. (Tamam bebişim, ya Cesur ya da ben onu buraya çağıracağız.

Jack'in bu dahice (!) fikri sayesinde biz de "either" ın ne işe yaradığını görüyoruz :)  Jack "Ya Cesur arayacak ya ben" demek için kullandı (either Cesur or I) .

- Ooh Jack! You are very smart. I'll let you talk about it with Cesur,  you can do that right now. I need to go to the toilet to freshen. (ooo Jack sen çok zekisin yaa! Hadi siz Cesur ile konuşun ve bu işi hemen halledin. Benim makyajımı tazelemek için tuvalete gitmem gerek)



diyerek yüzünde hınzır bir gülümsemeyle tuvalete doğru gider Gizem. "Allahım beğendiğim iki erkek de benim için seferber oldu hahahaha" diye kahkaha atar içinden.

Döndüğünde Jack ve Cesur'u yan yana hareretli konuşurken bulur ve

"What's the problem boys?" diye sorar her ikisine de. (sorun ne çocuklar?)

Jack üzgün ve mahçup bir tavırla

-I'm so sorry honey, Efsun didn't accept neither of us. (Çok üzgünüm tatlım, Efsun her ikimizin teklifini de kabul etmedi)

Görüldüğü gibi iki durumun her ikisinin de olmadığını belirtmek için "neither" kullanılıyor.

Gizem'in sinirden saçları karıncalanmaya başladı tekrar. Etrafa baktı, tüm arkadaşları çılgınca partinin keyfini çıkarıyordu ama Efsun hala ortalıkta yoktu.



Ve bu iki yakışıklı görünen adam bir haltı becerememişti. Gizem atarlanmasaydı da ne yapsındı?

-You idiots. F.. you! (Sizi beyinsizler. Canınız cehenneme!) diyerek atarlı bir şekilde hava almak için dışarı çıkarken garson, Gizem'in yolunu keser ve

- Excuse me madame, if you want I can help you abut your matter. (Afedersiniz bayan, eğer isterseniz size sorununuzla ilgili yardım edebilirim) der.

Garson'un ilgisine ve öz güvenine şaşıran Gizem garsona alıcı gözüyle bir süzer ve hepimizin aklından geçen o soruyu sorar

-How are you going to do this? (Bunu nasıl yapacaksın?)

--------------------------

Evet , Gizem yoldan daha fazla çıkmadan bu bölümü bitirelim dedim :) "both, either ve neither" konusu bu kadar. Anlatacak fazla bir şey yok zaten. Bulundukları bir kaç cümleye dikkat edildiğinde mantığı çözülüyor zaten. Ama ben tekrar yapmak istedim. Aklımın estiği bir başka gramer konusunda Atarlı Gizem'in maceralarında görüşmek üzere. Take care! :)

Not: Hikayenin gidişatı ya da çalışmamı istediğiniz gramer konuları hakkında önerileriniz varsa bana yazın lütfen, beraber çalışıp eğlenelim. :)

19 Mayıs 2015 Salı

Atarlı Gizem ve Erasmuslu Jack ile İngilizce Gramer -Part3 (Will & Be Going To)

Araya bir sürü konu girdi, ingilizce derslerimizi aksattık bu ara. Olmuyor ama böyle, siz de hiç demiyorsunuz ki; "Ne oldu bizim conjunctionlar, Gizemler?"  :)

Laf aramızda bu conjunctionlar biraz sıktı değil mi? Sizi bilmem ama ben fazla sıkıntıya gelemem. Konuyu değiştirelim mi ne dersiniz? Ben derim ki biz geleceğe bakalım ve  "will" ve "be going to" çalışalım.

"Future tense" kullanırken nerede "will" nerede "be going to" kullanmamız gerektiğini hep karıştırırız ya, işte bu yüzden bu konu hakkında bizimkilerden yardım alalım diyorum. Bizimkiler canım, hatırlıyorsunuz değil mi?

Kimler vardı? Bir düşünelim:
Gizem'i biliyoruz zaten atarlı olan hani.. Jack vardı bir de erasmuslu olan Gizem'e aşıktı hani. Gizem ilk başlarda pas vermemişti ona ama sonra pişman olmuştu ve aralarını düzeltmesi için erasmuslu Mary'i aramıştı ve ondan Jack'i  Efsun'un doğum günü partisine getirmesini istemişti. Orada herşeyi düzeltmeye çalışacaktı.

Böyle bir saçma flashbackten sonra bu emo hikayenin devamı için sorarım size; arrrrrr yuuuuuu rediiiiiii? :)

PART3---------------------------------------------------------------------

Telefonu kapattıktan sonra Gizem, (en son Mary ile konuşmuştu hatırlarsanız) pencerenin önünde düşünceli pozlarda dururken birden gökyüzüne baktı, yağmur dinmişti ama hava hala bulutluydu ve kendi kendine;

"Look at the black clouds! It's going to rain again" dedi.
( Kara bulutlara bak, yine yağmur yağacak)
Yine kendi kendine ingilizce konuşuyordu. (Ne güzel değil mi keşke biz de bunu yapabilsek, o zaman böyle saçma şeyler uydurmak zorunda kalmazdık)

Gizem yukarıda farkettiyseniz "It's going to"yu kullandı. Neden? Çünkü gelecekle ilgili kesin delillere dayanan tahminlerde bulunurken "be going to" kalıbı kullanılıyor da ondan. Burada kara bulutlar delil oluyor. E Gizem de akıllı kız sonuçta böyle bir delil varken yağmurun yağacağını anlıyor ve yapıştırıyor "going to"'yu hemen.

Sonra saate baktı, artık parti için hazırlanması gerekiyordu ve her kadının gardırop önünde sorduğu o sihirli soruyu sordu kendine;

"What will I wear tonight?"  (Bu gece ne giyeceğim ben?)
Normalde "what should I wear" da diyebilirdi (Ne giysem?) ama konumuz "will" olduğu için böyle demesi gerekiyordu.

"Anyway, I will wear my little black dress. " (Neyse, siyah mini elbisemi giyerim)

Burada Gizem, gece ne giyeceğine bir anda karar verdiği için cümleyi "will"le kurdu. Önceden planlasaydı ne giyeceğini "I'm going to wear my little black dress" diyecekti. Aslında yine diyebilir pek bir şey farketmez, yani bu biraz türkçede olduğu gibi "giyerim" ya da "giyeceğim" demek gibi bir şey. Önceden planlarsan "going to" ile "şunu giyeceğim"  o anda karar verirsen de "will"le "şunu giyerim" demiş oluyorsun.

Neyse, şimdi nasıl hazırlandığını uzun uzadıya anlatmayayım bir an önce hazırlanıp parti yerine gitsin de ne olacaksa olsun değil mi ama?

Gizem, Efsun'un doğum günü için arkadaşlarıyla her zaman takıldıkları cafeyi ayarlamıştı. Babası çok zengindi, para sorunu yaşamıyordu ve bu yüzden arkadaşı için hiç bir masraftan kaçınmadı. Aslında cimri biriydi ama Efsun'a çok değer veriyordu. (Bu kadar ayrıntıya neden girdim bilmiyorum, belki ileride lazım olur :))

Gizem cafeye girdiğinde etrafı inceledi. Aslında herşey çok güzeldi. Ama kahramanımızın atarlanması ve "will"'li ya da "be going to" lu bir cümle kurması gerekiyor. Ama Gizem "future tense"te karşılaştığımız başka bir karışıklığa değinmek için garsonu yanına çağırıp hepimizin kafasını allak bullak edecek şu konuşmayı yapar:

- Hurry up! People are coming, soon. Everything should be ready, right now! (Acele edin! İnsanlar birazdan gelecek. Derhal, herşey hazır olmalı!)

Kafamız karışmasın. Burada altını çizdiğim "are coming" ifadesi şimdiki zaman yani "present continuous" kalıbı olmasına rağmen gelecek zamanı anlatıyor. "be going to" planlanmış olaylarda kullanılıyordu değil mi? işte "present continuous" kalıbı da yine önceden planlanmış ama gerçekleşmesi çok kesin olan cümlelerde kullanılıyor. İnsanların gelmesine artık kesin gözüyle bakıldığı için "present continuous" kullanmayı tercih ediyor Gizem.

Aslında böyle bir durumda hepsi kullanılır. Yani biz bu cümleyi "will" le de kursak "be going to" ile de kursak "present continuouns" la da kursak karşımızdaki bizi anlar. Ama bu detayları bilirsek doğru  yerde doğru vurguyu yapmış oluruz.

Garson da kendinden ve herşeyden emin bir şekilde Gizem'e cevap verir;

- Don't worry madame, everything is going to be okay tonight. (Endişelenmeyin hanımefendi, bu gece herşey yolunda olacak) However, I don't understand why you're speaking with me in english. (Fakat benimle neden ingilizce konuştuğunuzu anlamıyorum)

(Ah sorma Garson kardeş, hepsi benim yüzümden :)) (Bu arada, garsonun kesin ve kendinden emin olduğunu belirtmek için " be going to" yu kullanması gözümüzden kaçmadı :) )

Neyse, Garson Gizem'i sakinleştirmeye çalışırken, birden içeriye Cesur girer.  (Cesur'u hatırladınız di mi? Gizem aslında Cesur'u beğeniyordu ama Cesur ona pas vermiyordu)

-Ohh, Dear Cesur welcome! How nice to see you here. (Ooo sevgili Cesur hoşgeldin! Seni burada görmek ne güzel.)

Cesur'la garson şaşkın bir şekilde birbirlerine bakarlar ve Gizem'in ingilizce konuşmasına bir anlam veremezler. İki seçenek vardı; ya Gizem kafayı sıyırmıştı ya da kızların böyle partiler için aptal saptal konseptleri vardır ya, o sebeple böyle davranıyordu. Cesur ikincisine inanmayı tercih eder ve Gizem'e konsepti bozmamak için ingilizce yanıt verir;

- Ohh, Thank you Gizem. How are you? Everything looks amazing! (Hoşbulduk Gizem. Naber? Herşey muhteşem görünüyor.)

-Really? I hope, Efsun will like it, too (Gerçekten mi? Umarım Efsun da beğenir)

Yukarıdaki gibi, gelcekte gerçekleşmesinden emin olamadığımız olayları anlatırken yine "will" kullanıyoruz. Bir de cümlede "hope", "think" "promise" gibi sözcükler varsa "will" kullanılıyor.

Gizem Cesur'a alıcı gözlerle bakar "OMG! he is very handsome" der kendi kendine. Sonra gözü kapıya kayar birden. Karşıdan gülümseyerek gelen Jack ve Mary'i görür. "Üff ya nereden çıktı şimdi bunlar, ne güzel Cesur'la konuşuyordum" der kendine (Evet şaşırtıcı bir şekilde Türkçe konuşur kendisiyle bu sefer)


Not: Resimler Google Görsellerden alınmıştır. Bu sebeple her resimde kişiler farklı bir şekilde karşımıza çıkıyor :)


30 Nisan 2015 Perşembe

Atarlı Gizem ve Erasmuslu Jack ile İngilizce Gramer (Conjunctions 2)

Herkese selam,

Atarlı Gizem'in maceralarını merak mı ediyorsunuz? Dındırı dındırı...  azzz sonraaa!
:)))

Öncelikle bize uzun cümleler kurmamızı sağlayan conjuctions yani bağlaçlarımızı hatırlayalım; (Hatırlamak zorunda da değilsiniz tabi, atlayabilirsiniz. Ben sizin yerinizde olsam bu teorik bilgileri atlar hikayeyi okumaya başlardım :) Ama yine de hikaye sırasında kullanmam gereken bağlaçları takip etmek açısından şuracıkta kalsınlar:

1- Birleştirme Bağlaçları (Coordinate Conjunction) (and, or, nor, yet, so, for....)

2- Denklik Bağlaçları ( Correlative Conjunction) (altough, still, as...as, as good as, despite, in spite of...)

3- Yan Cümle Bağlaçları ( Subordinate Conjunction) (after, as if, as soon as, before, until, because, as long as, whether, if, in order that, unless, even tough, altough, when, while, in case ..)

4- Birleşik Zarf (Conjunctive Adverbs) (However, also, otherwise, moreover, therefore, besides, finally, now that, by the time, nonetheless, nevertheless, notwithstanding...)

ve eğlenmeye kaldığımız yerden devam edelim.

-----------------------------------------------------------------------------------------------------

Telefonu sinirli bir şekilde kapatan Gizem kendi kendine söylenmeye başlar: 

-Oh my god! Although I told him that I don't love him several times, he still making advances at me.  (Aman tanrım, ona defalarca onu sevmediğimi söylememe rağmen hala bana kur yapıyor)

("Although" yerine "in spite of" ya da "despite" bağlaçlarını da kullanabilirdik. Onlar da "rağmen" anlamına geliyor ama onların bazı şartları var; kendilerinden sonra isim gelmesi gerekiyor, fiil geliyorsa da "the fact that" eklenmesi gerekiyor falan filan, şu an onlarla uğraşamayacağım ama siz yine bilin)

Gizem, böyle böyle söylenirken,  birden kendi kendiyle ingilizce konuştuğunu farkeder ve sonra anadiliyle düşünmeye başlar; (ingilizce düşüncelerini "böyle böyle" geçiştirdim farkındayım ama olayı türkçe bağlamam lazım :) )

"Vay be aşmışım ben. Şaka maka, şapşal Jack sayesinde ingilizcem gelişti. Aslında, düşündüm de fena çocuk değil bu Jack. Yani bir şans versem mi acaba? Bunca yıl kendini beğenmiş Cesur'un peşinden koştum da ne oldu? Hem belki böylece Cesur beni kıskanır da farkıma varır. Ama Jack'i tekrar arayamam ki. Sonuçta tükürdüğümü yalayamam, onurlu bir kızım ben. Birini arayıp Jack'i partiye getirmesini söylemeliyim, ama kimi? Bilmiyorum ama içimden bir ses, bu kişi ingilizce konuşan biri olmalı diyor nedense? Ve hatta içimdeki bu ses, yapacağım bu konuşmada bağlaçları çok kullanmamı söylüyor. Kimi kimi, kimi.... Buldum, Jack'in arkadaşı erasmuslu Mary vardı, onu da çağırayım partiye, Jack'i alıp gelsin."...

diyerek, havalı bir şekilde fırlattığı telefonu süt dökmüş kedi gibi tekrar eline alarak bu kez Mary'nin numarasını tuşlar Gizem.

Lalilalilalilalilaliiii (Bu da Mary'nin telefon melodisi :))

-Hello... Mary is speaking ( bu ingilizler de telefona böyle bakıyor işte)

- Hi Mary, It's Gizem. How are you?

-Oooh Gizem hi. Not bad, how are you? 

- Not bad, too. Dear Mary, I need to your help about Jack. (Ben de fena değilim. Maryciğim Jack'le ilgili bir konuda yardımına ihtiyacım var)

_ Hımm this is interesting. How can I help you, honey? (Hımm ilginç. Sana nasıl yardımcı olabilirim tatlım?) 

- Listen, I think I've broken his heart, moreover, this isn't the first time. (Dinle, Sanırım ben onun kalbini kırdım üstelik bu ilk olmuyor) ("moreover"ı kullandık dikkat ettiniz değil mi? Ay canım ne güzel de bağladı ikinci cümleyi yaaa! :))

-Ok. Don't worry about it! Now that you are regretful, I can talk to him about you (Tamam, bu konuda endişelenme. Madem ki pişmansın ben seninle ilgili onunla konuşabilirim) (Burada kullanılan "now that" yani "madem ki" bağlacını "that"'i atıp kısaca "now" olarak da kullanabiliyoruz)

-No,no don't say anything! I just want to you bring him to Efsun's birthday party tonight. I'll take it from there. ( Hayır, hayır sakın söyleme! Ben sadece onu bu gece Efsun'un doğum günü partisine getirmeni istiyorum. Gerisini ben hallederim) 

-Ok then.  (Taman o zaman)

-I hope, he still has the same feelings for me even though I hang up on him. (Her ne kadar telefonu suratına kapatmış olsam da, umarım, hala bana karşı aynı şeyleri hissediyordur) 

-Don't worry honey, leave this with me. I will bring him in spite of the rain (endişelenme tatlım, bu işi bana bırak. Yağmura rağmen onu getireceğim) (Evet birden yağmur bastırdı, ben de bu arada "in spite of" u kullanayım dedim :) )

-Okey then. Looking forward to hearing from you. ( Tamam o zaman. Senden haber bekliyorum)

-Ok. See you!

(Sonraki bölümde görüşmek üzere, size de see you!)

23 Nisan 2015 Perşembe

Atarlı Gizem ve Erasmuslu Jack ile İngilzce Gramer Dersi (Conjunctions)



Herkese selam,
Bugün canım gramer çalışmak istedi. Ama tek başıma sıkıcı oluyor, size de haber vereyim, birlikte çalışalım dedim. Şşşşşt, gitme yaaa! Öyle bildiğin gibi bir gramer dersi olmayacak bu, çok eğleneceğiz vallahi bak! :)

Uzun cümleler kuramamak, ingilizceyi yeni öğrenmeye başlayan herkesin ortak sorunudur herhalde. İnsan ilk başlarda, kurduğu hiç bir cümleden memnun olamaz bir türlü. Hatta kendi kurduğu cümlelerle ingilizceden soğur. Hani pratik yapmak istersin de aklına gelen ilk şey, bir gününü anlatmaya çabalamak olur da başlarsın sırlamaya ya; "I get up. I have a shower. I have breakfast...."

Böyle devam ederken, hissedersin ki eksik olan bir şeyler var kurduğun cümlelerde. Yani cümleler basit ingilizce cümleleri ama hiçbir filmde rastlamamışsındır bu tarz cümlelere. Bari araya "then" falan ekleyim de bir şeye benzesin dersin ve en son, can havliyle "then, I go to my office..." gibi bir şekil vermeye çalışırsın ama yine de içine sinmez bir türlü.

Hayatında hiç gramer çalışmamış olsan da eksik birşeylerin olduğunu iç güdüsel olarak hissedersin bu aşamada. E kulak dolgunluğu var sonuçta, değil mi ama? Filmlerde duyduğun, "also, actually, besides, whatever, because, altough..." sözcüklerini sen de çılgınlar gibi kullanmak istersin. Hatta bu isteği güncel yaşama aktarır, o muheteşem ingilizcende kullanamayı beceremediğin o sözcükleri türkçe cümlelerinde kullanırsın saçma biçimde. "Anyway, konumuz neydi?" gibi cümleler kurarsın sırf bu sözcükleri kullanmak için.

İşte, ingilizcede cümleleri böyle afilli yapan bu sihirli sözcüklere bağlaç (Conjunction) deniyor. Türkçede de var bu bağlaçlardan ama biz üstünde durmayız pek, önemsiz gibi görünür. Tek başlarına hiç bir işe yaramazlar ama sözcükleri bağlayarak cümleleri güzelleştirirler işte böyle.

Ay biliyorum sıkıcı olmaya başladı. Tamam, anlatımımı renklendireceğim bekle biraz. Öncelikle bağlaçların listesini vereceğim. Sonra bir senaryo oluşturacağım ve onları da o senaryoda kullanmaya çalışacağım. Böyle gramer dersi de başka yerde bulamazsınız, kıymetimi bilin.:)

Şimdi, bu bağlaçlar da kendi aralarında 4 gruba ayrılıyor. O hangi gruptu, bu neydi diye formül ezberler gibi ezberlemek istemiyorum ama sadece doğru yerde hemen aklıma getirebilmem için bir gruplama yapmak da gerekli. Bunun için senaryodan önce bu gruplamayı yapalım biz. Öyle çok incelemeye gerek yok. Bir göz atalım ve hemen aşağıya geçelim. Olmazsa sonra çıkıp tekrar bakarız, zaten çoğunu biliyoruz.

1- Birleştirme Bağlaçları (Coordinate Conjunction) (and, or, nor, yet, so, for....)

2- Denklik Bağlaçları ( Correlative Conjunction) (altough, still, as...as, as good as, despite, in spite of...)

3- Yan Cümle Bağlaçları ( Subordinate Conjunction) (after, as if, as soon as, before, until, because, as long as, whether, if, in order that, unless, even tough, altough, when, while, in case ..)

4- Birleşik Zarf (Conjunctive Adverbs) (However, also, otherwise, moreover, therefore, besides, finally, now that, by the time, nonetheless, nevertheless, notwithstanding...)

Şimdi güzel bir senaryo düşünelim ve başlayalım eğlenmeye :)

Efsun'un doğum günü olsun. (Böyle entrikalı isimler seçeyim ki ilgi çekici olsun ) Efsun'un kankisi Gizem de süpriz doğum günü partisi hazırlasın arkadaşı için. (Demiştim, çok eğleneceğiz) Gizem, aşık olduğu Cesur'u arayıp, Efsun'un doğum gününe davet etmek istesin onu ve konuşma başlasın. (Dur bir dakika dur, Gizem'in Cesur'u arayıp ingilizce konuşması biraz saçma di mi? Olmaz. Mantıklı bir senaryo olması lazım. Tamam halledeceğim ben şimdi) Gizem telefonu eline alsın ve "Ay dur önce bizim erasmuslu Jack'i arayım da sonra Cesur'a haber veririm" diye düşünsün (Allahım çok yaratıcıyım)

Lülülülülülülülülü (Bu Jack'in telefonunun zil sesi, telaşlanmayın :)

-Hello

-Hi Jack, It's Gizem. How are you?

-Oooh, hi Gizem. How nice to hear your voice, I'm Ok, and you baby?

-Good. Listen! It's Efsun's birthday and I decided to have a party for her.

(e ufak ufak başladık bağlaçları kullanmaya, altlarını çizdim farkettiysen, cümlelerin çevirisini de yapayım mı he?)

-Wow! Is it Efsun's birthday? (Vay, Efsun'un doğum günü mü?)

-Yes, I just wanted to know you if you would like come to Efsun's birthday party this evening.  (Evet, bu akşam Efsun'un doğum günü partisine gelmek isteyip istemeyeceğini öğrenmek istedim.)

(Vay be cümleye bak, ne kadar afilli değil mi? "If" burada olup olmamak anlamını katmış. Birşeyin olup olmayacağını öğrenmek, söylemek için "if" ya da "whether" kullanılıyor. "whether" da olurdu ama onu aşağıdaki cümleye sakladım)

- Oooh, really? Is it birthday party? Well, I don't know. Whether I come or not  really depends on you. (ooo parti he? Şeyyyy, bilmiyorum kiii. Benim gelip gelmeyeceğim sana bağlı beybisi)

( Jack, sanki kızımıza mı yazılıyor ne? Neyse ya, biz gramerimize bakalım :) )

-Oh my goodness! What are you talking about stupid? (Aman Allahım, sen neden bahsediyorsun sersem?) (Gördünüz di mi? Gizem de anlamış bu durumu, ayrıca tam Amerikan filmlerindeki gibi konuştu Gizem, ay çok heyecanlı...)

-Come on baby. As I said before, I love you. (oooo, yok ben bu kadarını çeviremeyeceğim) (Hadi dayanamadım "conjunction" aşkına çevirmem gerekiyor. Diyor kiiii; ben diyor, sana diyor, daha önce de söylediğim gibi seni seviyorum diyor.)  Hımm demek bunların bir de geçmişi var. Vallahi ben de bilmiyordum şu an uydurdum :) sırf "as" i kullanayım diye :)

-D'oh! I thought that this subject was closed. That's enough. I've just called you as a friend. However, I shouldn't have called you. Therefore, I'm an idiot. (Aman allahım, bu konunun kapandığını sanıyordum. Bu kadar yeter. Seni ben bir arkadaş gibi aramıştım. Ama aramamalıydım. Bu yüzden ben bir salağım)
Çattttttttttttttt (Bu Jack'in yüzüne kapanan telefon sesi oluyor tabi ki)

Atarlı Gizem ve Erasmuslu Jack'in hikayesine kaptırıp bağlaçlara dikkat etmeyi unutmamışsınızdır umarım :) Tabi ben listede yer alan bağlaçların hepsini kullanamadım maalesef.

Anyway (!), yazı uzamaya başladı :) Belki hikayenin devamını, diğer bağlaçlarla bezenmiş afilli cümlelerimizle sürdürürüz sonra, he ne dersiniz?