Wikipedia

Arama sonuçları

12 Nisan 2013 Cuma

Titrerim Mücrim Gibi Baktıkça İstikbalime


Geçenlerde internette bir fotoğraf gördüm. Bir sergide yer almış olan bu fotoğrafta, gayet ciddi görünümlü, kucağında notebook olan bir adam, "kağnı" olduğunu tahmin ettiğim bir aracın üstünde, çok önemli bir araştırma yapıyor edasıyla oturuyordu. Sergi, insan ve portrelerle alakalı bir sergiydi. Fotoğrafın konusu "kuşak çatışması" idi. Fotoğrafın altında -tam olarak emin olmamakla birlikte- şuna benzer mısralar vardı: 
"Neler gördük biz bu zaman diliminde,
Kara sabanı da uzay mekiklerini de, 
Posta pulunu yalamayı da, anlık mesajlaşmayı da, 
Neler sığdı bir ömre, nelere tanıklık ettik, 
Şans mıdır şansızlık mıdır? Bilinmez... "

Ana düşünce buydu; 
"Biz çok önemli devirlere şahitlik yapan bir nesiliz" 

Aynı zamanda bizden öncekilerle sonrakiler arasında sıkışıp kalmış, yarı analog yarı dijital bir nesiliz biz. Hiçbir dönemin kabul etmediği kimine göre “zamane” kimine göre “demode” olduğumuzun da gayet farkındayız. Çünkü ne teknolojinin kölesi olabildik ne de teknolojiden uzak kalabildik. İçindeki fotoğrafları sabırsızlıkla merak ettiğimiz analog fotoğraf makinelerine de sahip olduk, sevmediğimiz pozları rahatlıkla silebildiğimiz dijital makinelere de. Albümlerde saklanan, sararma derecesi ile geçmişe duyulan özlemimizin aynı oranda arttığı fotoğraflarımız da oldu, dokunamadığımız ama ışıl ışıl, capcanlı duran fotoğraflarımız da. Her türlü televizyonda film izlemişliğimiz olmuştur ayrıca, siyah-beyazından Full HD sine kadar. Sonra, sokak oyunlarını da biliriz, pc oyunlarını da. Okul ödevlerimizi kütüphanelerde de yaptık, internet cafelerde de.  

Öyle hızla değişen dönemlerden geçtik ki; teknolojinin o fiber optik kablosunun ucu bir şekilde bize de dokundu istesek de istemesek de. Kimi zaman kolaylıkla benimsedik bu durumu kimi zaman zorlandık ayak uydurmakta. Mücrim gibi olmasa da birer cep telefonu gibi titrer olduk baktıkça istikbalimize. Asıl şaşırtıcı olan da bu gelişmeleri takip etme derecesinin, yaşla ters orantı göstermesi ki her nesil kendisinden bir önceki nesilden teknoloji dersi alır hale geldi.      

Farklı kuşaklardan olan ve aynı evde yaşayan 3 kişi hayal edin. Birden elektriğin kesildiğini farz edin ve bu 3 kişinin tepkilerinin nasıl olacağını düşünün. 
Hemen yardımcı olayım size;
Birinci kişi, her elektrik kesilmesinde verdiği tepkiyi gösterecektir muhtemelen " Ayyyyyy görüyor musun, dizinin en heyecanlı yerinde gitti elektrik"ler" yine" şeklinde söylenerek yerinden kalkarak mum yakmak isteyecektir ki mum yakan kişi genellikle bu kişi olur. İkinci kişi; "gelir birazdan ya, gelmese de tekrarını veriyorlar oradan seyredersin" şeklinde gayet rahat bir tavır sergileyerek cool bir arabulucu  rolünü burada da konuşturur. (Yazı boyunca içinde olduğum İkinci kuşağa iltimas yapacağım peşin olarak söyleyeyim.) üçüncü kişi; “Elektrik arızayı mı arasak? Bu ne ya? Hangi devirde yaşıyoruz? İnternette işim vardı benim” şeklinde tahammülsüz ve asabi bir tavır sergilemektedir. (Bu kuşağa herhangi bir gıcığım yoktur, yanlış anlaşılmasın) Sonra herkesin aşina olduğu o diyalog başlatılır birinci kuşak tarafından ( monolog da diyebiliriz aslında) "Eski insanlar elektriksiz nasıl yaşıyorlarmış yaaaa, mum ışığında? Ne televizyon, ne buzdolabı hiçbir şey yokmuş, çok çekmişler çok! Biz onlar kadar çekmesek de sizin kadar da şanslı değildik. Ben hatırlıyorum televizyonsuzluğu mesela. Radyomuz vardı bir tek bizim, temsil günleri olurdu haftada bir defa, sabırsızlıkla onu beklerdik. Gazetelerden fotoroman okurduk. Sonra, böyle buzdolapları nerde? Tel dolaplarımız vardı, her şey günlük tüketilirdi (yine o -kendisiyle tanışma fırsatım olmasa da, elektriksiz gecelerimde hep hayalini kurduğum gözümde şehir efsanesine dönüşen- tel dolap) Akşamları sobanın etrafında sohbetler edilirdi. Daha bir başkaydı canım eskiden, bugünkü gibi herkes başka odalara çekilmezdi" diyerek geçmişe olan özlemini hissettirirdi hafiften, az önce kendini kaptırarak dizi izleyen kişi o değilmişçesine. İkinci kişi ilgili bir şekilde birinci kişinin anlattıklarını dinlerken üçüncü kuşak bu esnada cep telefonundan internete bağlanıp “Uff ya! Yıl olmuş 2013 hala elektrik kesiliyo!" şeklinde durumunu güncellemektedir. 
  
Birinci kuşağın özlemle hatırladığı dönem de, ikinci kuşağın dengeyi korumaya çalıştığı içinde bulunduğumuz dönem de, üçüncü kuşağın bile ayak uydurmakta zorlanacağı bundan sonraki dönemler de hepsi bir bütün aslında. Hiçbirinin değeri, diğerleri yaşanmadan bilinemez. Teknolojinin nimetlerinden sonuna kadar yararlanılsa da, geçmiş her zaman kutsaldır. En ufak bir elektrik kesintisinde, sandıklardan çıkarıverirsin sararmış fotoğraflarla birlikte anılarını, sonra başlarsın anlatmaya içlerinden seçtiğin en güzel ve en imrenilecek olanları. Sonra birden elektrik geliverir ve sen sandıkları tekrar kilitleyip dizine kaldığın yerden devam edersin.






1 Nisan 2013 Pazartesi

Hoşgeldin Bahar


            Bir soluklan azıcık da hemen işe koyulalım, çok işimiz var seninle çok.

            Aylardır üzerimde taşıdığım, kendimi yürüyen bir lahana gibi hissetmemi sağlayan kıyafetlerden başlayalım istersen; onlardan kurtulmamız lazım ilk başta. Kuşlar kadar özgür hissetmemi sağlayacak, rengarenk kıyafetlerime kavuştur beni. Yalnız bir şey rica edeceğim senden; bu sefer biraz uzun kal  ki tek tek ilgilenebileyim onlarla; yavrularına şefkat gösteren anne gibi; hiçbirinin boynu bükük kalmasın istiyorum. “Beni de giy, beni de giy” der gibi bakıyorlar sonra. Malum gelmenle gitmen bir oluyor çünkü.

            İkinci işimiz, seninle “Uluslararası Sevko Bahar Temizliği Festivali” 'ne katılmak olacak. “Baharı bekleyen kumrular gibi”, “ Bahar geldiğinde mi ben böyle olurum yoksa böyle olduğumda mı gelir bahar” ya da “Bir ilkbahar sabahı güneşle uyandın mı hiç” gibi adına yazılmış onlarca şarkılar ya da seninle hiç alakası olmayan ama benim favori temizlik şarkım olan “ Tuttu fırlattı kalbimi” eşliğinde katılacağımız festivali, yüzümüz ak bir şekilde atlatacağımızı umuyorum. Biraz yorucu olacaktır belki, ama yeteri kadar dinlenmiş olmalısın, hem sonunda evimiz, sana yakışır şekilde mis gibi temizlik kokacak.

            Sonra güzel Baharcık, seninle şöyle bir güzel gezmemiz lazım. Kara kışın beni tembelleştirerek, aramı bozmuş olduğu İstanbul'un gönlünü almamız lazım. Senin hayat veren o, toprak ve çimen kokunu alayım, güneşinin sıcaklığını iliklerimde, parlaklığını yüzümde hissedeyim bir, hele bir de gelmenle mutluluktan şakırdayan kuşlarının cıvıltısıyla uyanayım güne; gör bak İstanbul'a nasıl affettireceğim kendimi. İstanbul gibi ihmal ettiğim dostlarım var bir de, onların da gönlünü almamız gerekiyor ayrıca.

            Daha dur, söylemeyi unuttum; kardeşin yaz gelince, tatile gideceğim, seni bekledim hazırlanmak için de. Biraz kilo versem fena olmaz hani. Alışveriş de yapmalıyız. Her zamanki gibi “giyecek hiçbir şeyim yok” çünkü.

            Tamam tamam, şimdiden gözünü korkutmayayım senin. Ama anla be Bahar, koca bir kış seni bekledik, sana erteledik hep üşendiğimiz pek çok işi. Ancak senin verdiğin enerji ile başa çıkabiliriz bu işlerle. Sen başkasın, sen var ya sen, cansın sen can. Sen bana da, yaşadığım şehre de en çok yakışansın.