Wikipedia

Arama sonuçları

Yazmak etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Yazmak etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

26 Ekim 2019 Cumartesi

Canım Yazmak

Ne çok ihmal ettik birbirimizi... Oysa benim sana nasıl ihtiyacım var bir bilsen! Çok ama çok özledim seninle sohbet edip vakit geçirmeyi, içimi dökmeyi, anlatmayı, anlatmayı ve anlatmayı. Her şeyi, herkesi... Hayatımda olan ve olmayan her şeyi anlatmayı çok özledim. Eminim sen de çok özledin benim güzel sohbetimi. Canım benim... :)

Bu yüzden ilk fırsatta koştum geldim yanına. Bak şu sessizlik var ya şu sessizlik, herkes mışıl mışıl uyurken ikimizi buluşturan hani... işte, hep onun suçu aslında. Pek uğramıyor benim yanıma bu ara. Bu yüzden yazamıyorum artık eskisi gibi.

Yok, hayır, vakit kısıtlı. Bu sefer kendimi, Damla'yı ya da anneme olan özlemimi anlatmayacağım sana. Yeteri kadar ihmâl ettim seni zaten, böyle bir bencillik yapamam doğrusu. Sadece senden söz edeceğim, senin varlığından ve bana ne iyi geldiğinden...

Canım yazmak; evet, bana öyle iyi geliyorsun ki bir bilsen... Nasıl anlatmalı? Böyle, hani sanki içimde bir yabancı varmış da senin sayende ona ulaşmışım gibi ya da ölümsüzlük iksirini bulmuşum gibi... Hafiflemek, rahatlamak da cabası.

Sahi, insan neden yazar? Buradayım demek için ya da gizlenmek için mi?Anı biriktirmek için ya da bir kalemde kafasındakileri silmek için mi? Her şeyi içine attığı için ya da artık kendine susamadığı için mi? Ya da sadece Sait Faik'in dediği gibi delirmemek için mi yazar insanoğlu acaba? Neden, neden...?

Bi önemi var mı kuzum? Yani, neden yazdığımın diyorum, bir önemi var mı sence? Bence yok. Önemli olan sonuç. Sonuç...? Tabi ki mutluluk.



10 Ağustos 2016 Çarşamba

Mola

Biliyorum çok meraktasınız. Uzun zamandır sesim çıkmıyor, neredeyim, neler yapıyorum, evlilik hazırlıklarım nasıl gidiyor çok merak ediyorsunuz di mi? Ya da etmiyorsunuz da ben kendimi fazla önemsiyorumdur ne bileyim? Ama olsun, merak etseniz de etmeseniz de ben anlatacağım işte bana ne :) Alışık olmadığım kulvarlarda koşturmaya biraz ara vermeye, alışık olduğum kulvarlara dönüp anlatmaya, yazmaya, çizmeye kısaca bir molaya çok ihtiyacım var çünkü. Çok ayrı düştüm blogcuğumdan, çok özledim şu beyaz sayfada tatlı tatlı pır pır eden imleç şeysiyle cümleler kurmayı, yazıp çizmeyi, sevdiğim blogları okumayı, yorumlaşmayı...

Size şimdi pek bi şey anlatamayacağım. Sadece uğrayıp selam vermek, iyiyim ben, yaşıyorum demek ve burada vakit geçirmek istedim. Aslında anlatmayı istediğim çok şey var ama nasıl toparlamam gerektiğini hâlâ bilmiyorum. Hayatım biraz dinginleşsin, sular durulsun, toparlayıp paylaşacağım en kısa sürede merak etmeyin olur mu? Az kaldı, sadece bi kaç aycık daha... sabır...  Sonradan hatırlanınca, keyifli keyifli anlatılacak çok güzel anılar biriktiriyorum diyelim şimdilik. Tabi bunları biriktirmek, biriktirildiği anda pek keyifli olmuyor ama eminim anlatılınca öyle olacak.

Hayatım boyunca, benim zamanla hep bir sorunum  olmuştu zaten ama bu aralar öyle böyle değil, kanlı bıçaklıyız kendisiyle. Hani ele avuca gelen bi şey olsa, bi kaşık suda boğacağım keratayı. Neyse bana yine kaş göz ediyor. Tamam ya gidiyorum işte. Ben yine bunaldıkça kaçar gelirim. (Siz de birer selam çakın bana, neler yapıyorsunuz bakiim?)






17 Aralık 2015 Perşembe

Bloglayarak Zengin Olmak

Üzgünüm ki, zannettiğiniz gibi size " bloglarımız sayesinde kısa yoldan köşeyi nasıl döneriz?" "nasıl hem sevdiğimiz işi yapıp hem para kazanırız?" gibi hepimizin ağzını sulandıran soruların cevabını veremeyeceğim.(Baştan söyleyim dedim)

Gerçekten bloglarımızdan para kazanarak voleyi vurmak mümkün mü? İnanın bilmiyorum. Belki evet, belki hayır bu sorunun cevabı ama inanın benim için hiçbir önemi yok. Çünkü ben inanmıyorum hem gerçekten sevdiğim işi yapıp hem para kazanabileceğime. Yani işin içine para kazanma fikri girince insan hafiften kasmaya başlıyor ve dünyadaki en değerli şeyini yani özgürlüğünü kaybetmiş gibi hissediyor. Bu durumda da parasız severek yaptığın iş para için zorla yaptığın işe dönüşüyor.

İlk bloglamaya başladığım zamanlarda "yazarak para kazanmanın püf noktaları" türünden yazılara bazı bloglarda rastlar okurdum. Ama bugüne kadar bu konuda beni ikna eden bir yazı okumadım. Zaten bir süredir de okumayı bıraktım öyle yazıları. Gülüp geçiyorum sadece. Bana göre işler değil çünkü bunlar. Şu dünyada sadece kendim için yaptığım ve en zevk aldığım şey buraya yazı yazmaktır benim. Bunu da ticarete çevirirsem gönlümün istediği gibi yazamaz olurum sanırım. Öyle davranamasam da yazmaktan zevk alamam ki ben.
Yine de bir kere tanıtım yazısı yayınlamışlığım vardır bu blogda ve aslında bunu para kazanmak için değil de benimle irtibata geçip beni farkettikleri için bir hevesle yapmıştım. Hatta onların hazır formatta hazırlanmış yazılarını reddederek kendim özenerek hazırlamıştım tanıtım yazsını, hakkını tam vereyim diye. Ama sonra düşündüm ki evet bu yazıyı zevkle hazırladım ve blogda yayınladım ama bunu iş haline getirirsem zamanla bu iş ve blog bana bugünkü kadar zevk vermez, yazmak görev, blogum da bir ticarethane gibi gelir bana. Ayrıca belli kalıplara uyarak yazı hazırlamak insanın özgürlüğünü elinden alacaktır  ve bu da insanı asla mutlu etmez.

Siz şimdi başlığı ve yazdıklarımı görünce hayâl kırıklığına uğramış olabilirsiniz, (üzgünüm yine köşeyi dönemedik) ama aslında düşünürseniz ve gerçekten yazmaya gönül verdiyseniz size kaybetmemeniz gereken zenginlikten bahsettiğimi anlarsınız. Çünkü bizim için en büyük zenginlik hiçbir kaygı duymadan özgürce yazabilmektir ve hayattaki en büyük mutluluklardan biri de böylesine özgür hissedebilmektir. Herkese iyi bloglamalar (özgürce)...

20 Ekim 2015 Salı

Yazmasak Delirir Miyiz Acaba?



Eski Türkler'de "yazmak" eylemi için, kökü çincede "biti" yani fırça anlamında olan "bitimek" kelimesi kullanılırmış.

Örneğin; ilk yazılı anıtlarımız olan Göktürk Kitabeleri'nde "Bunça bitig bitigme atısı Kül Tigin atısı Yollug Tigin bitidim" (Bunca yazıyı yazan Kül Tigin'in yeğeni Yollug Tigin, yazdım) notunda bunu görebiliyoruz. Ayrıca "bitimek" kelimesini hâlâ kullanan Türk boyları da günümüzde mevcutmuş.

Yine o dönemlerde "yazmak" kelimesi ise günah işlemek, yanılmak, hata yapmak anlamını taşıyan bir fiil olarak kullanıyormuş sadece.

Bu fiilin günümüzdeki anlamına kavuşması ise Türk boylarının islamiyeti kabulünden sonra olmuş. Meleklerin günahları kaydetmesine "yazı yazmak" denilmiş ve zamanla yaygınlaşarak da her türlü kaydetme işleminde "yazmak" fiili kullanılır olmuş.

Ne garip değil mi? Bu yüzden mi yazarak hafifliyor insan?

Ve gerçekten Sait Faik'in dediği gibi yazmasak delirir miyiz acaba?

"Söz vermiştim kendi kendime: yazı bile yazmayacaktım. Yazı yazmak da bir hırstan başka ne idi? Burada namuslu insanların arasında sakin, ölümü bekleyecektim; hırs, hiddet neme gerekti? Yapamadım. Koştum tütüncüye, kalem, kağıt aldım. Oturdum. Adanın tenha yollarında gezerken canım sıkılırsa küçük değnekler yontmak için cebimde taşıdığım çakımı çıkarttım. Kalemi yonttuktan sonra tuttum öptüm. Yazmasam deli olacaktım"






25 Aralık 2014 Perşembe

Kırtasiye Aşkına



Kendimi bildim bileli, ne zaman canım bir şeylere sıkılsa, kendimi kağıtlarla dertleşiyor olarak buldum. Bu sebeple her zaman kendimi en iyi ifade ettiğim anlatım şekli "yazmak" olmuştur.

İlkokul 3.sınıftayken taşındığımız için, okul değiştirmek zorunda kaldığım zaman, kimselere söyleyemediklerimi "ben öğretmenimi, arkadaşlarımı çok özledim, yeni arkadaşlarım çok gıcık biri" gibi cümlelerle defterlerime anlatırdım mesela. Ali tarafından ele geçirilen o defterlerim, (Ali benim abim oluyor o da çok gıcık biriydi küçükken ) evde alay konusu olurdu sonra da. Günlük tutma olayım bu yüzden o yaşlarda bitse de yazmaktan asla ama asla vazgeçmedim. Vazgeçemedim...

Ne garipdir ki; şimdi ise yazdıklarımı insanlar okusun diye göbeğim çatlıyor. Çocukken insan daha utangaç oluyor herhalde. Şimdi ise galiba biraz arsızlaştım. Ali'ye bile yazdıklarımı zorla okutmak istiyorum. O da bana "ya git başımdan" diyor. Hala çok gıcık biri.

Yazmayı sevdiğim kadar defterleri, kalemleri ve yazmayı çağrıştıran her nesneyi de ayrı severim. Kırtasiyeye girdiğimde çok mutlu olurum bir de. İçimde kelebekler uçar sanki. Kelimelerle anlatılması zor hatta 33 yaşında olan birisi için belki biraz tuhaf ama çok güçlü hissettiğim bir duygu bu.

Kırtasiyeye adım attığımda; öğrenciyken yeni yeni defterlere, kalemlere, güzel kokulu silgilere sahip olduğumda hissettiklerim gelir aklıma hep. Bunun da yazmayı sevmekle alakası vardır diye düşünürüm.

Renkli renkli kalemler, cicili bicili defterler, bloknotlar beni çok mutlu eder. Hatta bazen "emekli olduğumda kırtasiye dükkanı açmalıyım" diye düşünürüm. Bu çok basit bir hayal gibi görünse de bana göre çok mutluluk verici.

İçimdeki bu kırtasiye sevgisi yılın bu dönemlerinde zirveye tırmanıyor. Her yerde yeni yıl ajandaları, geyikli-noel babalı blok notlar "pişttt, güzel kız baksana, pişt pişt hatırladın mı beni? Benim büyük büyük dedemle liseyi bitirmiştin hani" diye beni taciz ediyorlar sanki. Hepsini alıp, koklayıp koklayıp, ne yazacağımı bilmeden karşılarına geçip salak salak bakmak istiyorum.

Zaten yeni bir deftere ilk cümlelerimi dökmekte zorlanırım. İlk satırları yazmak her zaman zordur. Alıp da uzun süre yazmaya kıyamadığım ve odamın her bir köşesinden fırlayıp da annemi delirten not defterlerim her zaman olmuştur. Her çantamda da illa ki bir not defterim vardır. Bu her şeyi not eden düzenli biri oluşumdan değil, şuursuz bir kırtasiye canavarı olmamdan kaynaklanıyor.

Canı sıkılınca, soluğu kuaförde alan kadınlar vardır ya işte ben de kırtasiyede alıyorum. Bir şey almasam da o defter, kalem kokusu bana iyi geliyor. Şu emeklilik hayalimi belki de biraz erkene çekmeliyim he ne dersiniz?