Turumuzun 4. sabahında, bakmalara doyamadığımız o güzeller güzeli Ayder'den yola çıkarak, gece kalacağımız otele valizlerimizi emanet ettikten sonra, göçebe ve hercai bir tavırla "Ben giderim Batum'a Batum'un batağına" şarkısı eşliğinde yolumuza devam ettik.
Sarp Sınır kapısından giriş yaptık ve Batum'a ulaştık. Tabi o kadar şen şakrak ve kolay olmadı Gürcistan'a girişimiz. Haftaiçi ve erken saatte olmasına rağmen bir hayli sıra vardı. Bir de, aramızdan 1 kişiyi nüfus kağıdı biraz yıpranmış diye 2 kişiyi de Kosova vatandaşı diye Batum'a almadılar. Gürcü gümrük memurları Türkler'i almamak için her türlü zorluğu yaşatıyormuş genelde. Böyle tatsızlıklar olunca da söylediğimiz şarkı "Neden geldim Batum'a gelmez olaydım" uyarlamasına döndü biraz :)
3 yoldaşımızı Hopa'da bırakarak onların intikam ateşiyle Batum çıkartması yapmak üzere otobüsümüze atlayıp Gürcistan topraklarına dalıverdik. :)
Sarp Sınırı'ndan geçer geçmez harcayabileceğimiz kadar "lira"larımızı "lari" yaptıktan ve otobüsümüze ucuz ucuz yakıt takviyesi yaptıktan sonra her ne kadar bir zamanlar bizim olsa da artık yabancılaşmış bir şehri keşfedecek olmanın heyecanı ile Batum'a doğru ilerledik.
Sınırı geçtikten sonra Batum'a varmadan geçtiğimiz yerler beni gerçekten çok şaşırttı. Çünkü karşımıza çıkan eski, bakımsız, çarpık binaları görmeyi beklemiyordum. Sınırı geçer geçmez bizi o televizyonlarda gördüğümüz afilli heykeller, yanar dönerli binalar karşılayacak sanmıştım ben. :)
Yaklaşık 20 km uzaktaki Batum'un merkezinde ise görüntü televizyonlarda ve fotolarda gördüğümüz gibiydi. Heykellerle, gösterişli binalarla süslenmiş meydanların ve düzenli caddelerin olduğu Avrupai bir şehir görünümündeydi.
Şehir merkezi gerçekten çok düzenliydi. Mimari açıdan çok güzel binalar vardı. Ayrıca her bir köşede afilli, gösterişli bronz heykellerle de Avrupai bir hava yaratılmış. İnsan o görsel güzelliğin ortasında da "hımm evet gerçekten çok güzel" diyor ama bana yine de bir şeyler eksikmiş gibi geldi. Bir de her bina, her yapı, her heykel bir şeylere özenilmiş gibi duruyor sanki.
Yani bunu nasıl anlatacağımı bilmiyorum ama eksik olan şey belki tarihi bir ruh olabilir. Malum Batum henüz gelişmekte olan bir şehir. Ayrıca sınırdan içeriye ilk giridiğimizde kötü görünümlü binalar karşılamıştı bizi. O fakirliğin içinden geçip 20 km uzaklıktaki bu fazla gösterişli merkeze geldiğinizde adaletsiz bir gelir dağılımın olduğunu da görebiliyorsunuz ve bu aşırı gösteriş samimi gelmiyor insana. Ya da girişte böyle tatsızlıklar yaşadık diye ben ön yargılı davranıyor da olabilirim. :) Sonuçta kalkınmasında Türkler'in payı yadsınamayacak kadar çok fazla olan bir şehire girerken (üstelik bir zamanlar bizim olan bir şehire) böyle tatsızlıklar yaşanması kanıma dokundu. Şahsıma yapılan bir şey olmasa da grubun en eğlenceli insanı Selim amcayı almamaları hepimizin tadını kaçırmıştı.
Neyse, ben fotolara devam ediyorum, belki Batum'a tekrar baktığımda fikrim değişir :)
İlk durağımız dünyaca ünlü Botanik Park oldu. Bu park dünyanın en büyük botanik parkları arasında geçiyormuş ve 5000 den fazla bitki ürünü barındırıyormuş. Biz fazla gezemedik, güzel manzaraya sahip bir noktada durduk ve biraz çekim yapıp şehir merkezine doğru yola devam ettik.
E madem geldik eğlenelim biraz dedik :) Bitkilerden fazla anlamadığımız için uzmanlık alanımız olan selfieye yöneldik :)
Batum'un en sevdiğim yeri, restoranların da bulunduğu limanı oldu. Biz de oradaki bir Türk işletmecisine ait bir restoranda yemeğimizi yedik, kafesinde kahvemizi içtik ve dolaşmaya devam ettik.
Her yerde heykeller karşımıza çıkıyordu.
Aaa İzmir'in Saat Kulesi'ni buraya getirmişler! :) Bizim Saat Kulesi'ni andıran Chacha Tower'ın çeşmelerinden her gün saat 19:00'da 10 dakika Gürcü içkisi olan Chacha akıyormuş.
Saat kulesinin sağ yanında da üzerinde Gürcü alfabesinin harflerinin bulunduğu Alfabe Kulesi... İşte bak bu orjinal bir kule, bana böyle orijinal fikirlerle gelin kardeşim, saat çok orijinal bir fikir değil sonuçta :) Kulede Gürcü alfabesinde yer alan 33 harf bulunmakta. Eminim ışıklandırılmış gece görüntüsü daha da güzeldir.
Tiyatro Meydanı...
Tiyatro Meydanı'nda bulunan Neptün olarak da anılan deniz tanrısı Poseidon Heykeli... Ayrıca Batum'da Sovyet zamanından kalma renkli binalar bolca görülmekte.
Yine Tiyatro Meydanı'nda yer alan güzel bir Sovyet mimarisi örneği olan Opera Binası...
Avrupa Meydanı'nda yer alan, elinde altın koyun postu olan Madea Heykeli 1 milyon Euro'ya mal olmuş. Zaten altın post, Yunan mitolojisinde zenginliği, ihtişamı ve iktidarı simgelermiş :)
Batum, Gürcistan'a bağlı Acara Özerk Devleti'nin başkenti. İşte şu yukarıda gördüğünüz bina da Acara Parlemento Binası...
Batum'u, kendisini oyuna almayan arkadaşlarına kendini farkettirmek için tüm oyuncaklarını ortalığa seren küçük bir çocuğa benzettim ben. Neden mi? E baksanıza her taraf heykel, her taraf kule ve gösterişli binalar...:)
Ve Batum sanki "Londra'nin Big Ben'i, Paris'in Eyfel'i, İtalya'nın da Pisa'sı var, e beni de simgeleyen bir şey olsun ama karar veremiyorum hangisi olsun?" diye soruyor bize.
Ama nedense hiç bir heykel ya da kule beni heyecanlandırmadı. Hani, ne bileyim; Kız Kulesi'ni her yakından gördüğünde insanın içi kıpır kıpır olur ya, burada olmadı öyle... Londra'da Big Ben'i görünce o kıpraşma olmuştu mesela bende, burada ise hem bir abartı hem bir eksiklik var sanki, olmadı.
Her bina tamam çok güzel ama hepsi fazla göze sokulmak istenmiş gibi ard arda dizilince önemleri yitirilmiş gibi... Yok vallahi ön yargılı davranmıyorum. Beğenmediğimi de söylemiyorum. Sadece büyülenemedim. Şehrin gece görüntüsünü çok merak ediyorum o ayrı. Çünkü, öyle hissediyorum ki Batum'un gece görüntüsü bu düşüncelerimi değiştirebilirdi. Fakat ne yazık ki gece kalamadık.
Aslında bu gösterişli yapılardan içlerinde orijinal olanlar da var. Haksızlık etmeyelim şimdi. Mesela Batum'un simgesi olarak ben Alfabe Kulesi'ni ya da şu yukarıdaki Ali ve Nino'nun Aşk heykelini seçebilirim.
Bu Aşk Heykeli hareketliymiş. Ali'yi ve Nino'yu temsil eden figürler hareket ediyor, bir ayrılıp, bir birleşiyorlarmış. Biz ne yazık ki hareketli zamanına rastlayamadık. Işıklı gece görüntüsünün daha güzel olacağını tahmin ediyorum. (Bu arada Azeri olan Ali ve Gürcistanlı Nino birbirini çok seven ama kavuşamayan iki gençmiş... Kurban Said'in romanının konusunu da oluşturuyormuş bu iki gencin hikayesi.)
Alın bir orijinallik daha :) Bu da lazların tersten inşa etmiş oldukları meşhur White Restoran. Biz sadece otobüsle önünden geçtik, içeri girmedik. İçeride de durum aynıymış; merdivenler, masalar, sandalyeler tavanda lambalar zemindeymiş :) Restorandın laz kökenli Gürcistan vatandaşı sahibi ABD'deki ters kütüphaneden esinlenmiş.
Heykel ve bina olmayan bir kare... Biraz yeşil görelim yahu, alıştık ya, görmeden duramıyoruz artık :)
Tur atılan bisikletler etrafa renk katmıştı.
Burası da tipik İtalyan meydanlarını andıran Piazza Meydanı...
Dünyada London Eye lie başlayan dönme dolap çılgınlığına Batum da katılmış pek tabii. London Eye kadar yüksekliğe sahip olmasa da turistlerin dikkatini çekmeyi başarıyor kereta :)
Gürcistan'da gördüğümüz yegane misafirperverlik, Batum'un yegane camisi olan Orta Camii'nde oldu.
Camideki amcalar yarım yamalak türkçeleriyle hepimizle sohbet etmeye çalıştılar. Sonra da bizi güler yüzleriyle uğurladılar.
Gürcistan'a girerken pek güler yüzle karşılanmamıştık ama hiç değilse uğurlanmamız güler yüzlü oldu. Bir iki güler yüz de gördükten sonra artık dönüşe geçebilirdik. :)
Dönüşümüz sabahki kadar stresli olmadı, rahatça ülkemizin caanım topraklarına geçtik. Hopa'da Selim amcaları alıp karşılıklı maceralarımızı anlatıp gülüş cümbüş Rize'deki otelimize vardık.
Batum, Londra'dan sonra gördüğüm ikinci yabancı şehirdi. Ben Londra'dan "iyi ki gelmişim, tekrar geleceğim, göremediğim çok yer kaldı.." gibi duygularla ayrılmıştım. Batum'dan ayrılırken bu duyguların hiç birini yaşamadım ama aklımda kalan tek şey merak ettiğim gece görüntüsü oldu. Ne kadar eleştirsem de binalar, yapılar, heykeller gerçekten çok güzel ve eminim ışıklandırılmış gece görüntüsü muhteşemdir. Belki de bana eksik gelen o ruhu gece görüntüleri verecekti. Kim bilir?
Neyse, acısıyla tatlısıyla turun 4.gününü de bitirdik çok şükür. 5.gününde nereye mi gittik? Söylemem sürpriz olsun. (Aslında nereye gittiğimizi unuttum yaaa! Çaktırmayın :) Fotoğraflara bakınca hatırlarım canım, telaşlanmayın. Ama Uzungöl'e gitmiş olma ihtimalimiz çok yüksek :))
Not: Turumuzun ilk 3 gününü kaçıranlara ya da tekrar okumak isteyenlere kıyak yapıp linklerini aşağıya ekliyorum. Yan tarafta var ama belki çok üşengeçsinizdir yardımcı olayım dedim :)
1.Gün (Amasya-Samsun)
2.Gün (Ordu-Trabzon)
3.Gün (Çamlıhemşin Rize)
Sarp Sınır kapısından giriş yaptık ve Batum'a ulaştık. Tabi o kadar şen şakrak ve kolay olmadı Gürcistan'a girişimiz. Haftaiçi ve erken saatte olmasına rağmen bir hayli sıra vardı. Bir de, aramızdan 1 kişiyi nüfus kağıdı biraz yıpranmış diye 2 kişiyi de Kosova vatandaşı diye Batum'a almadılar. Gürcü gümrük memurları Türkler'i almamak için her türlü zorluğu yaşatıyormuş genelde. Böyle tatsızlıklar olunca da söylediğimiz şarkı "Neden geldim Batum'a gelmez olaydım" uyarlamasına döndü biraz :)
3 yoldaşımızı Hopa'da bırakarak onların intikam ateşiyle Batum çıkartması yapmak üzere otobüsümüze atlayıp Gürcistan topraklarına dalıverdik. :)
Sarp Sınırı'ndan geçer geçmez harcayabileceğimiz kadar "lira"larımızı "lari" yaptıktan ve otobüsümüze ucuz ucuz yakıt takviyesi yaptıktan sonra her ne kadar bir zamanlar bizim olsa da artık yabancılaşmış bir şehri keşfedecek olmanın heyecanı ile Batum'a doğru ilerledik.
Sınırı geçtikten sonra Batum'a varmadan geçtiğimiz yerler beni gerçekten çok şaşırttı. Çünkü karşımıza çıkan eski, bakımsız, çarpık binaları görmeyi beklemiyordum. Sınırı geçer geçmez bizi o televizyonlarda gördüğümüz afilli heykeller, yanar dönerli binalar karşılayacak sanmıştım ben. :)
Yaklaşık 20 km uzaktaki Batum'un merkezinde ise görüntü televizyonlarda ve fotolarda gördüğümüz gibiydi. Heykellerle, gösterişli binalarla süslenmiş meydanların ve düzenli caddelerin olduğu Avrupai bir şehir görünümündeydi.
Şehir merkezi gerçekten çok düzenliydi. Mimari açıdan çok güzel binalar vardı. Ayrıca her bir köşede afilli, gösterişli bronz heykellerle de Avrupai bir hava yaratılmış. İnsan o görsel güzelliğin ortasında da "hımm evet gerçekten çok güzel" diyor ama bana yine de bir şeyler eksikmiş gibi geldi. Bir de her bina, her yapı, her heykel bir şeylere özenilmiş gibi duruyor sanki.
Yani bunu nasıl anlatacağımı bilmiyorum ama eksik olan şey belki tarihi bir ruh olabilir. Malum Batum henüz gelişmekte olan bir şehir. Ayrıca sınırdan içeriye ilk giridiğimizde kötü görünümlü binalar karşılamıştı bizi. O fakirliğin içinden geçip 20 km uzaklıktaki bu fazla gösterişli merkeze geldiğinizde adaletsiz bir gelir dağılımın olduğunu da görebiliyorsunuz ve bu aşırı gösteriş samimi gelmiyor insana. Ya da girişte böyle tatsızlıklar yaşadık diye ben ön yargılı davranıyor da olabilirim. :) Sonuçta kalkınmasında Türkler'in payı yadsınamayacak kadar çok fazla olan bir şehire girerken (üstelik bir zamanlar bizim olan bir şehire) böyle tatsızlıklar yaşanması kanıma dokundu. Şahsıma yapılan bir şey olmasa da grubun en eğlenceli insanı Selim amcayı almamaları hepimizin tadını kaçırmıştı.
Neyse, ben fotolara devam ediyorum, belki Batum'a tekrar baktığımda fikrim değişir :)
İlk durağımız dünyaca ünlü Botanik Park oldu. Bu park dünyanın en büyük botanik parkları arasında geçiyormuş ve 5000 den fazla bitki ürünü barındırıyormuş. Biz fazla gezemedik, güzel manzaraya sahip bir noktada durduk ve biraz çekim yapıp şehir merkezine doğru yola devam ettik.
E madem geldik eğlenelim biraz dedik :) Bitkilerden fazla anlamadığımız için uzmanlık alanımız olan selfieye yöneldik :)
Batum'un en sevdiğim yeri, restoranların da bulunduğu limanı oldu. Biz de oradaki bir Türk işletmecisine ait bir restoranda yemeğimizi yedik, kafesinde kahvemizi içtik ve dolaşmaya devam ettik.
Aaa İzmir'in Saat Kulesi'ni buraya getirmişler! :) Bizim Saat Kulesi'ni andıran Chacha Tower'ın çeşmelerinden her gün saat 19:00'da 10 dakika Gürcü içkisi olan Chacha akıyormuş.
Saat kulesinin sağ yanında da üzerinde Gürcü alfabesinin harflerinin bulunduğu Alfabe Kulesi... İşte bak bu orjinal bir kule, bana böyle orijinal fikirlerle gelin kardeşim, saat çok orijinal bir fikir değil sonuçta :) Kulede Gürcü alfabesinde yer alan 33 harf bulunmakta. Eminim ışıklandırılmış gece görüntüsü daha da güzeldir.
Tiyatro Meydanı...
Tiyatro Meydanı'nda bulunan Neptün olarak da anılan deniz tanrısı Poseidon Heykeli... Ayrıca Batum'da Sovyet zamanından kalma renkli binalar bolca görülmekte.
Yine Tiyatro Meydanı'nda yer alan güzel bir Sovyet mimarisi örneği olan Opera Binası...
Avrupa Meydanı'nda yer alan, elinde altın koyun postu olan Madea Heykeli 1 milyon Euro'ya mal olmuş. Zaten altın post, Yunan mitolojisinde zenginliği, ihtişamı ve iktidarı simgelermiş :)
Batum, Gürcistan'a bağlı Acara Özerk Devleti'nin başkenti. İşte şu yukarıda gördüğünüz bina da Acara Parlemento Binası...
Ve Batum sanki "Londra'nin Big Ben'i, Paris'in Eyfel'i, İtalya'nın da Pisa'sı var, e beni de simgeleyen bir şey olsun ama karar veremiyorum hangisi olsun?" diye soruyor bize.
Ama nedense hiç bir heykel ya da kule beni heyecanlandırmadı. Hani, ne bileyim; Kız Kulesi'ni her yakından gördüğünde insanın içi kıpır kıpır olur ya, burada olmadı öyle... Londra'da Big Ben'i görünce o kıpraşma olmuştu mesela bende, burada ise hem bir abartı hem bir eksiklik var sanki, olmadı.
Her bina tamam çok güzel ama hepsi fazla göze sokulmak istenmiş gibi ard arda dizilince önemleri yitirilmiş gibi... Yok vallahi ön yargılı davranmıyorum. Beğenmediğimi de söylemiyorum. Sadece büyülenemedim. Şehrin gece görüntüsünü çok merak ediyorum o ayrı. Çünkü, öyle hissediyorum ki Batum'un gece görüntüsü bu düşüncelerimi değiştirebilirdi. Fakat ne yazık ki gece kalamadık.
Aslında bu gösterişli yapılardan içlerinde orijinal olanlar da var. Haksızlık etmeyelim şimdi. Mesela Batum'un simgesi olarak ben Alfabe Kulesi'ni ya da şu yukarıdaki Ali ve Nino'nun Aşk heykelini seçebilirim.
Bu Aşk Heykeli hareketliymiş. Ali'yi ve Nino'yu temsil eden figürler hareket ediyor, bir ayrılıp, bir birleşiyorlarmış. Biz ne yazık ki hareketli zamanına rastlayamadık. Işıklı gece görüntüsünün daha güzel olacağını tahmin ediyorum. (Bu arada Azeri olan Ali ve Gürcistanlı Nino birbirini çok seven ama kavuşamayan iki gençmiş... Kurban Said'in romanının konusunu da oluşturuyormuş bu iki gencin hikayesi.)
Alın bir orijinallik daha :) Bu da lazların tersten inşa etmiş oldukları meşhur White Restoran. Biz sadece otobüsle önünden geçtik, içeri girmedik. İçeride de durum aynıymış; merdivenler, masalar, sandalyeler tavanda lambalar zemindeymiş :) Restorandın laz kökenli Gürcistan vatandaşı sahibi ABD'deki ters kütüphaneden esinlenmiş.
Tur atılan bisikletler etrafa renk katmıştı.
Dünyada London Eye lie başlayan dönme dolap çılgınlığına Batum da katılmış pek tabii. London Eye kadar yüksekliğe sahip olmasa da turistlerin dikkatini çekmeyi başarıyor kereta :)
Camideki amcalar yarım yamalak türkçeleriyle hepimizle sohbet etmeye çalıştılar. Sonra da bizi güler yüzleriyle uğurladılar.
Gürcistan'a girerken pek güler yüzle karşılanmamıştık ama hiç değilse uğurlanmamız güler yüzlü oldu. Bir iki güler yüz de gördükten sonra artık dönüşe geçebilirdik. :)
Dönüşümüz sabahki kadar stresli olmadı, rahatça ülkemizin caanım topraklarına geçtik. Hopa'da Selim amcaları alıp karşılıklı maceralarımızı anlatıp gülüş cümbüş Rize'deki otelimize vardık.
Batum, Londra'dan sonra gördüğüm ikinci yabancı şehirdi. Ben Londra'dan "iyi ki gelmişim, tekrar geleceğim, göremediğim çok yer kaldı.." gibi duygularla ayrılmıştım. Batum'dan ayrılırken bu duyguların hiç birini yaşamadım ama aklımda kalan tek şey merak ettiğim gece görüntüsü oldu. Ne kadar eleştirsem de binalar, yapılar, heykeller gerçekten çok güzel ve eminim ışıklandırılmış gece görüntüsü muhteşemdir. Belki de bana eksik gelen o ruhu gece görüntüleri verecekti. Kim bilir?
Neyse, acısıyla tatlısıyla turun 4.gününü de bitirdik çok şükür. 5.gününde nereye mi gittik? Söylemem sürpriz olsun. (Aslında nereye gittiğimizi unuttum yaaa! Çaktırmayın :) Fotoğraflara bakınca hatırlarım canım, telaşlanmayın. Ama Uzungöl'e gitmiş olma ihtimalimiz çok yüksek :))
Not: Turumuzun ilk 3 gününü kaçıranlara ya da tekrar okumak isteyenlere kıyak yapıp linklerini aşağıya ekliyorum. Yan tarafta var ama belki çok üşengeçsinizdir yardımcı olayım dedim :)
1.Gün (Amasya-Samsun)
2.Gün (Ordu-Trabzon)
3.Gün (Çamlıhemşin Rize)
white restoran çok ilginç: )
YanıtlaSilEvet sevdicann, içini de görmek isterdik ama olmadı :)
SilBurdan sonraki durak neresi Dilek Hanım :)
YanıtlaSilTuna Özkurt,
SilUzungöl olacak :)
Merhaba , blog keşif etkinliğinden geliyorum :)
YanıtlaSilBlogunuzu GFC'den takibe aldım , siz de benim blogumu alırsanız çok memnun olacağım.
Blogum : dusesingunlugu.blogspot.com.tr
İyi yayınlar dilerim efendim :)
şeyma altın,
Silelbette efendim :)
Batum benim hayalimde yaylaları, yeşilliği ile klasik doğu karadeniz gibiydi.
YanıtlaSilYazını okuduktan sonra her şey nasıl da değişti :))
Görmek isterim ben de...
Ters restaurant aslında diğer binanın üstüne atılmış gibi görünüyor, servis veriyorsa gitmeyi tercih ederdim :))
keyifli bir gezi yazısı olmuş, sevgiler
Bademle Buduk,
SilBazı yerler hayal ettiğin gibi olmuyor işte, ama yine de gidilip görülmeli,
Ters restoran evet çalışıyor hatta yemekleri çok lezzetli diye okumuştum bir yerlerde. Laz yemekleri varmış. Biz gidemedik, sen gidersen, içeride bol bol resim çekip paylaş bizle olur mu? :)
Harika yerler, imkanı olan herkes gidip görmeli, fotoğraflarınıza da bayıldım:)
YanıtlaSilKesinlikle herkes görmeli, teşekkür ederim :) Çağnur Işır
SilDileeeek tatliiim hepsisini okudum oyle gzl yazmissin ki ve fotolar harika. Sen de manken gibisin he ♥ ellerine sağlık. Benim isler cok sarpa sardı yogun oradan oraya bi turlu blogla ilgilenemiyorym. Bi muddet boyle gider ama yazilarinizi hep okuyom ^-^ merak etme beni caniiiiiimmm kocaman opuyorum ♥♥♥♥♥♥♥ arada tivit felan atarim ;) mucks
YanıtlaSilAy başkanım benim ya özledim kikirik postlarını, yorumlarını yaa :) tahmin ettim; ya geziyor, ya çok çalışıyo dedim. Deep kuşadası'nda o dedi. sen iyi ol da müsait olduğunda yazarsın maceralarını :) ben de öpüyorum canım benim...
SilMerhaba funda elbette bakacağım
YanıtlaSilWhite restaurant çok güzelmiş, gezmek görmek lazım. Çok beğendim. Blogunuzu da yeni keşfettim. Ben de bloguma beklerim...
YanıtlaSilGelirim ben de İrem :)
Silaaaaa batuma gittin ha. ne ilginç yaa. o renkli evleri sevdim en çok. bi de doğa da güzel. yaaa yani şimdi bize benziyolar gibi de mi şehirler de insanlar da. batum ha ay görmeli sahiden de yaaa. pasaport gerekmiyo hemi de ha :)
YanıtlaSildeeptone,
Silben de sevdim o binaları, bildiğin apartman ama renkli renkli. sovyet zamanında öyleymiş hep. evet gerekmiyo pasaport, gıcır gıcır kaplaması olan nüfus kağıdıyla geçebiliyon hemencik :)
Yine güzel bir gezi. Batum ´u ben de merak etmekteyim ama her seferinde simdilik dursun, baska zaman diyoruz... Öncelik verdigim daha cookk yerler var. :)
YanıtlaSilYonca, keşke imkan olsa istediğimiz zaman istediğimiz her yeri gezebilsek... :)
SilBlogunuzu yeni keşfettim ve çok sevdim. Gezileriniz, yazılarınız çok güzeller. Blogunuzu takip etmeye devam edicem :))
YanıtlaSilBen de bloguma beklerim (http://sizleriizliyorum.blogspot.com.tr/)
teşekkür ederim. bakacağım birazdan.
SilAşırılı abartılı görünüyor dediğin gibi Dilek, pek hoşlaşamadım ben kendisinden:)
YanıtlaSilAma Nani-Ali ikilisinin heykeli ve ters restorant ilginçmiş...
Ucuz yakıt da kısa günün kârı olmuştur:))
Beyza evet abartı olduğu kadar ilginç yapılar da var. Kısa günün karı evet yakıt :)
SilHangi tur şirketiyle gittiniz acaba?
YanıtlaSilŞule uzundere,
Silbiz de anı'yla gittik :)