Wikipedia

Arama sonuçları

15 Ağustos 2014 Cuma

Londra Günlüğü -1

Bu yazımı, "Londra'ya yolunuz düşerse şunları yapın", "Şurayı görmeden dönmeyin" demek amacıyla değil, ne zamandır ihmal ettiğim blogumla hayatımda yaşadığım bu eşsiz ilk yurtdışı deneyimimi paylaşmak için yazıyorum ama aynı zamanda birilerine de rehberlik ederse ne mutlu bana!

Dünya'da en çok ziyaret edilen ikinci (birincisi Bangkok muş), Avrupa'da ise birinci olan bu şehri; dünayanın en güzel, en komik, en eğlenceli, en yorulmaz kuzenleriyle ziyaret etme şansına eriştim ve havasıyla, pahalılığıyla ilgili ne kadar ileri geri konuşulsa da ziyaret için insanların akın akın neden bu şehri tercih ettiğini anlamak fazla zamanımı almadı.

Londra o kadar kozmopolit bir şehir ki, metroda oturup kaçamak gözlerle etrafınızdaki insanlara bakarken, Tesco'da kasa kuyruğunda beklerken, Primark'ta alışveriş yaparken, her köşe başında rastlayacağınız pubların dışına taşmış insanların sohbetlerine kulak kabarttığınızda ya da otobüste birilerine adres sorarken bunu net bir şekilde görebiliyorsunuz ve böylesine kozmopolit ortamda asla yabancılık hissetmiyorsunuz. İlk defa gitmiş olsanız bile kendinizi bu şehrin bir parçası gibi hissediyorsunuz. İlk yurt dışı deneyimimi bu hislerle yaşamak muhteşemdi.

İşte bu deneyimimi, daha unutulmaz olsun diye gün gün anlatacağım. Bu ilk yazıda Londra'da geçirdiğimiz ilk gün var. Buyrunuz...


Londra'da 1.Gün (06.08.2014)


Atlas Jet'le yolculuk ettiğimiz için uçağımız Luton Havalimanı'na iniş yaptı. Havalimanından şehir merkezine birçok ulaşım yolu mevcut. Yukardaki harita da bu ulaşım yollarını göstermekte. Hava alanının çıkışında bizi, direkt Victoria'ya giden, her 15 dakikada bir kalkan National Express ve Green Line otobüsleri karşıladı. Londra merkezine daha hızlı ulaşmak için ise tren kullanılıyor. Biz hem etrafı görerek gitmek istediğimizden hem de daha ekonomik olduğundan otobüsü tercih ettik ve yukarıda görmüş olduğunuz pembe rotayı çizdik.


Luton Havaalanı'ndan Londra'ya ulaşımı sağlayan otobüslerin bulunduğu terminal. Ayrıca Treni tercih edenler de tren istasyonuna gitmek için bu terminalden kalkan araçlara biniyorlar.

Güzel bir yolculuğun ardından 4 günlüğüne kiralmış olduğumuz şirin dairemizin bulunduğu caddeyi bulmayı başarıyoruz.

Kuzenim Nilümm (soldan birinci olur kendisi) daireyi internetten kiraladığı için kalacağımız binanın girşinde Tesco olduğunu bilmiyorduk. Bizim için çok güzel bir sürprizdi bu. Görünce sevinçten ne yapacığımızı şaşırıp fotoğraf çektirdik :)

Londra'nın genelde bulutlu, çokça yağmurlu nadiren günlük güneşlik bir havaya sahip olduğunu defalarca duymuştum. Şansımız kendisini ilk olarak, Londra'nın o nadir güneşli havalarına denk gelmemizde gösterdi. Ve sonra altında bir süpermarket olan şirin mi şirin bu daireyi gördüğümüzde şansımızın da bizle birlikte seyahat ettiğini anladık. Bizi bırakmayacaktı anlaşılan. Benim için ise asıl şans; böyle güzel kuzenlere sahip olmaktı.


Veee Çılgınca düzenlediğimiz Makarna Partisi'ne hazırlanırken çekilmiş çılgınca bir fotoğraf (!) (Hasan çılgınca koltukta yatarken, Neşe ablam çılgınca makarnaları karıştırıyordu. Nilü, İrem ve ben de çılgın gözlerle onu seyrediyorduk :))) )


İstanbul'da "İstanbulkart" ne demekse Londra'da da "Oyster" o demek. Bu sebeple ilk işimiz birer tane bu karttan edinmek oluyor. Kartı her metro istasyonunda bulunan makinelerden ve gişelerden edinmeniz ve doldurmanız mümkün. Ayrıca kartı alırken vermiş olduğunuz 5,00-£ depozito ücretini ve kartta kalan kullanmadığınız kredilerinizi dönüşte iade alabiliyorsunuz. (İstanbulkart'ın Londra'da işi ne? İnanın ben de bilmiyorum; anlaşılan o da bir çılıgınlık yapıp, peşimize takılıp gelmiş kerata! :) )

Bu kadar çılgınlık yeter  deyip, biraz dinlenip, birşeyler atıştırıp ve yerleştikten sonra hava kararmadan kendimizi Londra sokaklarına atıverdik. İşte İlk günkü gezi rotamız:

1- Tower Bridge
2- Covent Garden
3- Leicester Square

Tower Bridge


 "Londra" denilince benim gözümün önüne gelen görüntü buydu. Çocukluğımdan beri; resimlerde, televizyonda, internette gördüğüm bu resmin karşısında olmak muhteşem bir histi. 

İlk gün, daireye dönüş haricinde otobüsle gezdik. Ama daha sonra hep tercihimiz metro oldu. Hem metro daha hızlı bir ulaşım aracı hem de şehrin her tarafında rahatlıkla görebileceğiniz haritalardan metro ağına bakarak gidilecek yeri bulmak çok daha kolay. 

Tower Bridge Manzarası

Farkettiyseniz panoramik fotoğraf çekmesini öğrendim :) 2 senedir kullandığım telefonun böyle bir özelliği olduğunu yeni öğrendiğim için evin içinde bile panoramik fotoğraf çekip durdum :)

Köprüdeki Tower'a çıkmak da mümkün ama bizim gittiğimiz saatte kapalıydı. Başka gün tekrar geliriz diyerek ve Tower of London'a da uzaktan bir göz kırpıp oradan RVI numaralı otobüse binip ayrıldık. (Tabi ki bir daha gitmeye fırsat bulamadık :) ama içimden bir ses bana oraya tekrar gideceğimi söylüyor)

Covent Garden, Russel Street, Leicester Square


Covent Garden; turistlerin akın ettiği, 7/24 sokaklarında türlü atraksiyonların olduğu, her turistik bölge gibi yeme içmenin pahalı olduğu ama hiç para harcamadan da sizi eğlendirebilecek bir semt. Biz de Tower Bridge'den otobüse atlayıp, gözünüz kapalı fotoğraf çekseniz bile onda sekiz  güzel kareler elde edebileceğiniz bu eğlenceli semtte inmeye karar verdik. Russel Street gibi müzikalleriyle meşhur sokaklarında gezdik, ardından Covent Garden'a çok yakın olan Leicester Square'ye yürüdük orada yemek yedik ve Londra'ya gelmişken müzikale gitmemek olmaz deyip üçüncü gün için müzikal bileti aldık


Covent Garden

Covent Garden Sokakları

Apple Market

Covent Garden Market'in önünde çeşitli sokak gösterileri yapılmakta

Müzikallerin ve Pubların bulunduğu cadde

Bulunduğu her fotoğraf karesini renklendiren telefon kulubeleri hemen hemen her sokakta var. Ancak dışı bizi, içi İngilizleri yakmakta. 

Russell Street



Publardan dışarı taşmış insanların ayaküstü sokak sohbetlerine her sokakta rastlayabiliyorsunuz.


Gündüzleri kendi halinde "Pub" olan mekanların geceleri "Clup"lara dönüştüğü, casinoların bulunduğu Leicester Square'yi de bir turlayıp müzikal biletimizi de aldıktan sonra Leicester Square Station'dan metroya binip güzel evimizin yolunu tuttuk.

Hangi müzikale gideceğimiz konusunda kararsızlıklar yaşayıp "The Pajama Game" adlı oyunda (iyi ki!) karar kıldık. Londra'daki 3. akşamımıza denk gelen Perşembe 19:30 seansındaki biletlerimizi cebimize atmış olmanın verdiği huzur ve heyecanla dairemize gidip, Londra'daki ilk gecemizde tatlı bir uykuya daldık.








Not: Arkası Yarın! (Belki yarından da yakın, olmadı bir kaç gün içinde yayınlarim, söz! Ne yapayım ama? Resimleri düzenlemem zaman alıyor, deliler gibi panoramik foto çekmişim :) )






2 yorum:

  1. Hayatımda gördüğüm en güzel Londra tanıtımı olmuş :) Biliyor musun yurtdışına çıkma aşkı ile yanıp tutuşan biriyim. Yani 2 gün de olsa bi gidemedim be ne şanssız insanım. Ama bu fotolar beni motive etti bu yaz belki kaçarım yakın yerlere en azından. Harika anlatım olmuş, fotolar da öyle. Diğer bölümlere atlıyim hemen. Ellerine sağlık çok beğendim <3

    YanıtlaSil
  2. Canım benim ya! Sayen de ben de hasret giderdim, ne zamandır bakmıyordum resimlere :F özlemişim. Benim de ilk y.dışı deneyimimdi bu. İlk deneyimim Londra'ya kısmetmiş, iyi ki de öyle olmuş. Çok ama çok memnun kaldım. Rüya gibiydi. Biraz pahalı bir şehir ama, insanın ufkunu genişleten bir şehir. Medeniyet, özgürlük, doğa... Her şey 10 numara 5 yıldızdı. Bu fotolar ne ki, canlı canlı orada olmak bambaşka inan. İnşallah bir gün sana da kısmet olur. Ben tekrar gitmek istiyorum, aklımda kalan çok yer var daha orada gidemediğim.

    YanıtlaSil