"Güz Okuma Şenliği Listem"de yer alan kitapları eritebilmek için, harıl harıl kitap okumaktan yazmaya fazla zaman ayıramadım bu aralar. Hatırlayacak olursak; 2 günlük mini "Kuzey Ege Turu"muzun ilk gününde
Bozcaada'yı gezmiştik. İkinci günümüzde ise bizi bekleyen yerler:
*Assos
*Truva
*Gelibolu Yarımadası Tarihi Milli Parkı
Hadi şimdi bizi bekleyen ve her birinde ayrı bir büyü olan bu yerleri, fotoğraflarla adım adım gezerek "Kuzey Ege Turu"muzu tamamlayalım hep birlikte. Sonra da Kitaplarımla baş başa bırakın beni :)
Assos Behramkale Köyü
Sabah erkenden uyanıp otelde kahvaltımızı yaptıktan sonra otobüsümüze atladık ve sıkı bir gezi programını gerçekleştirmek için kendimizi yollara vurduk. İlk önce yolumuzun üstünde yer alan Küçükkuyu'daki Adakale Zeytinyağı fabrikasında zeytin yağı nasıl imal edilir bilgilendik ve kısa bir alışveriş molası verip Assos'a varmak için yolculuğumuza kaldığımız yerden devam ettik.
Ve nihayet zeytin ağaçlarının çepeçevre sardığı, binlerce yıllık geçmişiyle birçok uygarlıktan izler taşıyan Assos diğer adıyla Behramkale'ye ulaştık. Orada etrafı gezmek, meşhur damla sakızlı dibek kahvesini tatmak için küçük bir molanın ardından Athena Tapınağı'nı ziyarete gittik.Yine rehberimizin güzel anlatımıyla o tarihi havayı soluyup, güzel manzarasıyla hepimiz büyülendik.
|
Behramkale Köyü'ne girerken Aristo'nun heykeli karşıladı bizi |
|
Her bir köşede el emeği bir şeyler satan yaşlı teyzelere rastladık |
|
Güzel sunumuyla damla sakızlı dibek kahvesi |
|
Buranın meşhur zeytin çekirdeği kolonyası |
|
Etraftaki hediyelik eşyaların bulunduğu tezgahlara bakarak Athena Tapınağı'na yürüdük |
|
Athena Tapınağı'nı bir bütün olarak görebilmemiz için tapınağın içinde maketi bulunuyor. |
|
Athena Tapınağı |
Ve tapınaktaki o tarihi doku ve muhteşem manzara bizi büyüledi. Bu büyüyle tekrar otobüsümüze atlayıp Antik Truva şehrini görmek üzere Çanakkale türküleri söyleyerek eğlenceli yolculuğumuza kaldığımız yerden devam ettik.
Truva
Truva yolunda rehberimiz bize Truva savaşını detaylı bir şekilde anlatırken, yolculuk boyunca söylenen türkülere gayet enerjik bir şekilde eşlik eden teyzeler de biraz kestiriyordu :)
Truva kentine vardığımızda meşhur Truva Atı karşıladı bizi. Asıl etkileyici olan, yolculuk boyunca Truva savaşı anlatılırken uyuklayan bir teyzenin ilk defa karşılaştığı bu ata şaşkın gözlerle bakıp "Ha bu at da nerden çıktı?" demesiydi :) Herkes bu atla fotoğraf çektirdikten sonra, yine rehberimizin güzel anlatımı eşliğinde Truva antik kentini gezmeye koyulduk.
|
Elbette bu sevimli atla savaş mavaş kazanılamaz. Baksanıza pencerelerine, bir pimapenleri eksik :) Bu, 1970'li yıllarda Çanakkaleli bir marangoz tarafından maket olarak yapılmış bir Truva atı. Çanakkale'nin merkezindeki Truva filminde kullanılan Truva Atı ise bu ata nazaran daha mitolojik duruyor bence ki, her gören aynı şeyi söylüyor: "İkisi yer değiştirmeli" |
Gerçekte böyle bir at var mıydı, sadece destanda yazılan mitolojik bir hikaye mi ya da hikaye yanlış mı yorumlandı orası büyük bir muamma. Ama aynı destandan yola çıkarak bu topraklarda koskoca bir hazineyi gümleten Schliemman'ı düşününce gerçek olma olasılığı daha yüksek geliyor bana.Yüzyıllar öncesinde terk edilmiş bu antik kentin tekrardan ortaya çıkması başlı başına tez konusu ama kısaca şöyle bir değinmek istiyorum bu ilginç hikayeye.
Efendim, böylesine köklü bir geçmişe sahip, bağrında külçe külçe hazineler barındıran bu antik kente 1870'li yıllara kadar kimsecikler el sürmemiş. Taa ki Heinrich Schliemman isimli, kendine arkeolog süsü veren bir hazine avcısı el sürene kadar.
Çocukluğundan beri Homeros'un İlyada destanını okuyan Schliemman 20 yıl boyunca ticaretle uğraşıp birikim yaptıktan sonra Yunanistan'a gidip kendi gibi İlyada hayranı olan Sofia ile evlenmiş ve bu hayalperest çift destanda bahsi geçen Priamos hazinesini bulmak için keşfe çıkmışlar. Söz konusu yere benzettikleri her yeri incelemişler ve gerçek Truva'ya ulaştıktan ve Osmanlı Devleti'nden kazı iznini de kopardıktan sonra, köydeki insanların yardımını da alarak kazıya başlamışlar.
Hazineye ilk ulaştıklarında durumu köylülere çaktırmayıp "bugünlük çalışma bu kadar yeter" deyip köylüleri yanlarından uzaklaştıran uyanık çift hazineyi kendi başlarına çıkartıp önce Atina'ya sonra da çeşitli yerlere dağıtmışlar. Binlerce yıl önce var olan büyük bir krallığa ait olan taçlar, tokalar, gerdanlıklar, küpeler, bilezikler, bakır, tunç miğferlerin her biri bir yere dağılmış böylece. Osmanlı bu durumu farketmiş ve hemen dava açmış ama 50 bin Frank'a razı gelerek bu durumu kabullenmek zorunda kalmış.
Bahsi geçen hazinenin 24 parçalık kısmı geçtiğimiz yıllarda ABD'den ülkemize getirilmiş. Önemli bir bölümü ise hala Moskova Puşkin müzesindeymiş ve bildiğim kadarıyla bize iadesi için görüşmeler hala sürdürülüyor.
İşte bu başına gelmedik kalmayan Truva kentinden görüntüler;
|
Deprem, savaş gibi nedenlerle 9 defa yıkılıp tekrardan kurulmuş olan Troya ya da Truva kenti, ilk başlarda diğer antik kentler gibi bir liman kentiyken Karamenderes nehrinin taşıdığı alüvyonlar nedeniyle zamanla denizden uzaklaşmış. Liman kenti olma özelliğini kaybeden kent de böylece önemini yitirerek terk edilmiş. |
Truva şehri çeşitli felaketler yüzünden 9 kere yıkılıp yeniden inşa edilmiş. Çoğumuza, caanım Brad Pitt'in cicim Orlando'nun tanıttığı Truva savaşı 6.katmanda gerçekleşmiş. Tabi ilk yapılan kazılar bilinçsiz bir şekilde yapıldığı için katmanlar birbirine karışmış, ilk çıkan arkeolojik bulgular da tahrip edilmiş. Günümüzde ise araştırmalar ve kazılar hala sürmekteymiş.
Bu çok yorucu ama çok etkileyici Truva turunun ardından "memleketimizin taşı toprağı gerçekten altınmış" diyerek ve bu topraklar uğruna canlarını feda etmiş destan yazmış şehitlerimizin kabristanlarının ve hatıralarının bulunduğu "Gelibolu Yarımadası Tarihi Milli Parkı"na doğru yola koyulduk tekrar.
Gelibolu Yarımadası Tarihi Milli Parkı
Burası için anlatacak çok şey var ama orada o havayı solurken hissedilenleri anlatmak için kelimeler yetersiz kalıyor. Ziyaretimiz boyunca rehberimizin anlattığı hikayelerin de etkisiyle her birimiz çok fazla duygusal anlar yaşadık. Boğazımız düğümlendi çoğu zaman. Bir çok askerimize diri diri mezar olmuş topraklarda gezerken insan fazla bir şey söyleyemiyor zaten.
Vaktimiz kısıtlı olduğu için belli başlı yerleri gezebildiğimiz için buraya bir kez daha hatta defalarca gelme planını yaptık kafamızda gezerken.
|
Çanakkale Şehitleri Anıtı 1960 yılında Çanakkale Savaşında şehit düşen askerlerin anısına yapılmış. Anıtın dört ayağı dört bir kıtadan savaşa katılan askerleri temsil etmekteymiş. |
|
Bir, Çanakkale savaşını anlatan kabartmaya bakıyorsunuz bir de dalgalanan Türk bayrağına... Hüzün, gurur, şükretmek gibi karışık duygular dolduruyor içinizi ama en çok "minnet" duygusunun ayrımına varıyorsunuz. |
|
Savaşın anlatıldığı 45 m uzunluğundaki rölyef |
|
Anzak askerlerin sembolik şehitliği |
|
Ve Mustafa Kemal'in "Ben size saldırmayı emretmiyorum, ölmeyi emrediyorum" dediği 57.Piyade Alayı Şehitlik Anıtı |
|
Yolculuk boyunca birçok hikayesini dinlediğimiz kahraman Seyit Onbaşı'nın heykeli |
|
İllere göre ayrılmış her bir sembolik mezarda yanılmıyorsam 20 isim yazıyordu. Tabi bu yazan isimlerin hepsi gerçek. |
|
Süremiz kısıtlı olduğu için GYTMP'ın belli başlı bölgelerini ve sadece bir askerin gerçek kabristanını ziyaret edebildik. O da Meçhul Asker. Meçhul Asker'in kafatası bir Anzak asker tarafından Avustralya'ya götürülmüş ve bu kafatası yıllarca Avustralya'da sergilenmiş. Geçtiğimiz yıllarda bu durumu Kültür Bakanımız tarafından tesadüfen fark edilerek bize iadesi istenmiş. Ve ülkemize getirtilen Meçhul Asker'in kafa tası 18 Mart 2003 günü buraya defnedilmiş. |
|
Bu da Mustafa Kemal farkı! Yorumsuz... |
Bu anlamlı ziyareti, rehberimizin söylediği ve aklıma kazınan bir sözle bitirdik: "Burası Türklerin hac yeridir" Gerçekten "Türküm" diyen herkesin bu kutsal toprakları ziyaret etmesi o ruhu iliklerine kadar hissetmesi gerekir. Ve yıllar önce burada yaşananları düşününce bugünkü kaos ortamını yaratanlardan daha çok nefret ediyor insan. Evet söylenecek çok şey var ama dedim ya hepsi boğazda düğümleniyor.
Hüzünlü, ama böyle bir atanın evlatları olduğumuz için gururlu bir şekilde eve dönüş yoluna geçtik ve dolu dolu geçen 2 günlük mini Kuzey Ege Turumuzu bitirmiş olduk böylece. Şunu söyleyebilirim ki çok keyifli ve çok anlamlı bir gezi oldu benim için. Fizyolojik olarak bir az yorucu olsa da psikolojik açıdan çok dinlendirici bir etkisi vardı. Bu etkiyle, kısacık zaman zarfında yapılan koşuşturmaların yorgunluğunu hiç hissetmedik.
Kısa ama dolu dolu geçen gezilerden daha çok yapmayı ve bunları burada paylaşmayı dileyerek, okunmayı bekleyen kitaplarıma yöneliyorum. Hazır, mevsim "kır dizini evinde otur" mevsimi, bize de okumak düşer. Ve tabi ki okuduklarımı burada paylaşmak...