Wikipedia

Arama sonuçları

29 Ağustos 2014 Cuma

Londra Günlüğü -3

"Ne Londraymış arkadaş! Anlata anlata bitiremedin" dediğinizi duyar gibiyim :)) Bitsin diye uğraşıyorum zaten ama bitmiyor işte. Neredeyse bir ay oldu gideli, ben ise hala 3.günü anlatıyorum  :) Neyse fazla uzatmadan direkt mevzuya dalıyorum yolumuz çok uzun :)))

Londra'da 3.Gün(08.08.2014)

Bugün bulutlu bir Londra'ya uyandık. Bir gün önceki performansımızdan dolayı biz de Londra gibi hafif bulutluyduk bu sabah; ki biraz fazla uyuduk galiba. Uyanıp kahvaltımızı yaptıktan sonra hızlıca hazırlandık ve tekrardan kendimizi Londra'nın o bulutluyken bile fotojenik olmayı başarabilen sokaklarına atıverdik.

"Sokak" demişken şu kareyi de eklemek istedim bu posta. Ülkemizde de yeni yeni başlayan akıllı bisiklet uygulaması Londra'da yerleşmiş durumda. Hemen hemen her sokakta rastlamak mümkün bu istasyonlara.
Madame Tussauds'a gitmek için Baker Street istasyonunda inmek üzere bulunduğumuz semt olan Borough'dan metroya bindik yine.

Üçüncü günkü gezi rotamız şöyle oldu:

1- Madame Tussauds London
2- Oxford Street
3- Shaftesbury Theatre ( The Pajama Game müzikali)

Madame Tussauds London



Madame Tussauds London'ı anlatmadan önce, küçüklüğümden beri adını duyduğum bu kadının biyogrofisini okumak istedim. Aslında doğru olan, oraya gitmeden okumaktı ama üşengeçlik işte! :)

Neyse efendim; siz aynı hataya düşmeyin diye, müze gezisi öncesi  sizlere Madame'ın pek etkilendiğim biyografisini  her derde deva "wikipedia"'dan aktarayım kısaca:

Madame Tussaud'un gerçek ismi "Marie Grosholtz"muş. Tussaud soyadını 34 yaşındayken (1795) evlendiği ve yaklaşık 7 sene evli kaldığı 2 oğlunun babası François Tussaud'dan almış.

Balmumundan heykel yapmasını amcasından öğrenen Marie, amcası öldükten sonra Paris'teki atölyelerin başına geçmiş.Ayrıca Fransız ihtilaline kadar, kralın kızkardeşine sanat öğretmenliği de yapmış. Maalesef, ihtilal patlak verince de kraliyet yanlısı olduğu için tutuklanan Madame Tussaud'a  giyotinle kesilen ve birçoğu dostlarına ait olan kafalardan ölü maskeleri çıkarmak gibi dehşet verici bir görev verilmiş.

Madame Tussaud'un müzesinde kendisine de ait balmumu heykeli bulunmakta
Bu zorlu süreçte eşinden de boşanan Madame Tussaud'a Paris dar gelmiş ve iki oğlunu da alıp İngiltere'ye gitmiş (1802). 33 yıl İngiltere'nin çeşitli şehir ve kasabalarında gezgin olarak sergilediği heykelleri, daha sonra 74 yaşındayken oğullarıyla Baker Street'deki ilk yerleşik yerinde sergilemeye başlamış. Müze, daha sonra 1884 yılında Marylbone Yolu'nda bulunan bugünkü yerine taşınmış ve 1967 yılında da Tussaud Ailesi tarafından özel yatırımcılara satılmış.

İşte müzenin kurucusunun biyografisi ve müzenin kuruluş hikayesi kısaca böyle. Bu bilgilerle donandıktan sonra sıra geldi müzenin keyfini çıkarmaya. Yazı uzamaya başladı galiba, tamam ben susuyorum artık fotoğraflarım konuşsun :)

Marylebone yolundaki "Madame Tussauds London" binasının dıştan görünümü (Bina aslında düz, ben yamuk çekmişim :)))


Oooo kimler varmış burada?



Biraz abartmışım galiba :) Laf aramızda; elimde, burada çektirmiş olduğum bir sürü fotoğraf daha var. İnsan bu kadar ünlüyü bir arada görünce böyle oluyor işte:)) "Balmumundan da olsa birlikte çektirdiğimiz bir fotoğrafceğizimiz olsun" diyor.

Günümüzde Madame Tussuauds, dünyaca ünlü karakterlerinin balmumu heykellerinin bulunduğu bir sergi değil sadece. Bu sergi zamanla; tematik bir şekilde gruplandırılmış, türlü atraksyonların da içinde olduğu 14 bölümden oluşan eğlenceli bir mekana dönüşmüş.

Sergide sırayla gezilen ondört bölümü de kısaca anlatayım size;

-İlk üç bölüm (Party, Bollywood,Film): Party bölümü, kırmızı halıda paparazzilere poz veren starların heykellerinin bulunduğu çok güzel bir karşılama bölümü olmuş. İkinci ve üçüncü bölümler olan Bollywood ve Film bölümlerinde ise dünyaca ünlü film yıldızlarının balmumu heykelleri sergilenmekte.

-Dördüncü bölüm (Sport): Dünyaca ünlü yıldız sporcuların balmumu heykelleri bulunuyor.

-Beşinci bölüm (Royal): Kraliyet ailesinin heykellerinin sergilendiği bölümdür.

-Altıncı bölüm (Culture): Edebiyat ve bilim dallarında dünyaca tanınmış sanatçı ve bilim adamlarının  heykellerinin bulunduğu bölümdür.

-Yedinci bölüm (Music): Ünlü müzisyenlerin, şarkıcıların, pop starların heykellerinin bulunduğu "Music" bölümü en uzun fotoğraf çekme kuyruklarının olduğu bölümdü.

-Sekizinci bölüm (World Leaders): İçlerinde Atatürk'ün de olduğu, dünyada iz bırakmış siyasi liderlerin  heykellerinin yer aldığı "Dünya Liderleri" bölümüdür.

-Dokuzuncu ve onuncu bölüm (Chamber of Horrors & Scream): Korku odası ve çığlıkların tavan yaptığı bölümdür.(Tabi London Dungeon'dan sonra bana karikatür gibi geldi bu bölüm)

-Onbirinci bölüm (Behind The Scenes At Madame Tussauds): Balmumu heykellerinin perde arkasını yani nasıl  hazırlandığını  gösteren bölümdür.

-Onikinci bölüm (Sprit Of London Ride): Londra'nın meşhur taksileri olan Mini Cub şeklinde yapılmış iki kişilik vagonlarla, geçmişten günümüze Londra'nın tarihinde keyifli bir yolculuğun yapıldığı en çok keyif aldığım bölümdür kendisi.

-Onüçüncü bölüm (Marvel Super Heroes): Çocukların bayıldığı super kahramanların balmumu heykellerinin sergilendiği bölüm

-Ondördüncü bölüm ( 4D Movie Expreience): Çocuklar kadar büyüklerin de bayılacağı, Londra'nın Marvel kahramanları tarafından kurtarılmasını anlatan 4D sinema gösterisi.

Yaklaşık 3 saatimizi alan bu eğlenceli geziden sonra rotamızı önceki gece şöyle bir uğradığımız Oxford Street'e yönelttik.


Oxford Street




Nişantaşı mı desem, İstiklal Caddesi'nin trafiğe açık hali mi desem, nereye benzeteceğimi bilemedim ben bu caddeyi ama çok bildik, çok tanıdık gelen ve sanki daha geçen hafta buradaymışım hissi uyandıran bir cadde burası. Hani ilk defa bir yere gidersiniz de en kalabalık, en yoğun, en merkezi yerine gidince "Aaaa, burası da bizim "şey" gibiymiş yahu dersiniz" ya,  işte burası da öyle bir yer. Onun dışında pek bir numarası yok yani. Yoksa; adım başı olarak "Zara", "H&M", "Mango", "M&S" mağzalarını diz, olsun sana Oxford Street. He tabi, John Lewis, Primark, HMV gibi İstanbul'da olmayan mağazalar da var.

Oxford Street'in Regent Street ve Bond Street caddeleriyle kesiştiği Oxford Circus
Oxford Street'in asıl cazibesi bence konumundan kaynaklanıyor, çok merkezi bir yerde. Bir kere, bir turistin gitmek isteyeceği her yere çok yakın hatta çoğuna yürüme mesafesinde. Bir yerden bir yere gitmek için de genelde aktarma merkezi olarak burası tercih ediliyor. "Hazır gelmişken bir iki mağaza bakalım" mantığı çalışıyor tabi :))

Biz de aynı mantıktan yola çıkarak; Madame Tussauds'dan sonra saatimize bakıp, "Oooooo, akşamki müzikale de yıl varmış! Eee ne yapalım peki? Zaten müzikale de çok yakın, hem de bir iki mağaza bakarız fena mı?" diyerek bilin bakalım nereye gittik?  :))


Reklamlarıyla meşhur olan John Lewis Mağazası

Ve reklam tercihini Oxford Street'de yürüyen herkesin elinde görebileceğiniz poşetlerden yana kullanan Primark :)) 
Dünya'nın en büyük Nike mağazası olan Nike Town
Oxford Street'i dört bir koldan kuşattığımız için, bir kısmımız yürüyerek bir kısımımız otobüs'e binerek (metro da olabilir tam hatırlamıyorum ara verince hafıza gidiyor tabi :) ) Tottenham'a varıp birbirimizle buluştuk ve biraz ilersinde unutulmaz Brodway müzikali olan "The Pajama Game" in sahnelendiği Shaftesbury Theatre'ı bulduk. Orayı bulmuş olmanın verdiği huzurla hemen karşısında yer alan bir restaurantta yemeğimizi yedik. Ve tarihi tiyatro binasına girdik.


Shaftesbury Theatre ve The Pajama Game Müzikali

Shaftesbury Theatre Binası
O tarihi binada 1950'li yılların başında Brodway'de gösterime girmiş bir müzikali izlemek gerçekten muhteşem bir histi. Biletleri alırken bu kadar eğleneceğimizi hiç tahmin etmemiştik üstelik. O şarkıların güzelliği, oyuncuların tatlılığı, dansların uyumu gerçekten görülmeye değer. Müzikale çok meraklı biri olmadım hiçbir zaman ama böyle bir gösteriyi izlediğim için çok ama çok mutlu oldum.

Shaftesbury Theatre Salonu

Dikkat dikkat! Bu fotoğraf  www.broadwayworld.com adresinden alınmıştır. (Evet arakladım ama ne yapayım? Böyle havada uçan insanların performanslarını benim çektiğim kıytırık fotolarla anlatmak olmazdı.) 

Çektiğim fotoların arasında en güzel olanı buydu; gerisini siz düşünün artık :))
Bir pijama fabrikasında çalışan işçilerin saat başı için 7,5 cent zam istemesiyle işveren ve işçi temsilcileri arasında yaşanan çekişmelerin anlatıldığı; olayların içinde insanı mutlu eden herşey; aşk, dans, müzik, kahkaha, eğlence, hatta pikniğin bile olduğu çok güzel bir müzikaldi.

Müzikalden gülümseyerek çıktığımızda Londra'nın o meşhur yağmuruyla da tanışmış olduk. Kendisi bize, eve gidene kadar keyifle eşlik etti. Müzikal ve uslu uslu yağan yağmur... Londra gerçekten çok güzeldi.

Bu güzel şehirdeki 3.günümüzü de bitirmiştik. Her günümüz dolu dolu geçmesine rağmen; gitmeyi, görmeyi istediğimiz daha çok yer vardı ve elimizde sadece bir günümüz kalmıştı.

Gezimizin son gününde nerelere gitmeyi tercih ettik? Başımıza neler geldi? Hepsinden en heyecanlısı, ben 4.gün yazısını kaç günde yazacağım? :) Hepsinin cevabı az sonra değil de pek yakında bu blogda! Takipte kalınız...

















19 Ağustos 2014 Salı

Londra Günlüğü -2

Londra'da 2.Gün(07.08.2014)


Londra bizi, ikinci günümüzde de yine güneşli yüzüyle karşıladı. Tesco'dan aldığımız nevalelerle kahvaltımızı yaptıktan sonra hızlıca haritamıza bakıp gezi planımızı yaparak Borough Road'da yer alan dairemizden çıkıp çok yakınımızda olan Borough metro istasyonuna doğru yol aldık.

2. Gün Gezi Rotamız şöyle oldu:

1- King's Cross Station (Harry Potter Platform 9 3/4)
2- Buckingham Palace (Green Park'tan)
3- Big Ben & Westminster
4- London Eye
5- London Dungeon
6- Picadilly Circus
7- Regent Street
8- Oxford Street

Harry Potter's Platform 9 3/4 - King's Cross Station


King's Cross'a gitmek gibi bir planımız yoktu aslında. İlk olarak Buckingham Palace'da öğlen 11:30'da askerlerin nöbet değişim törenlerini izlemekti niyetimiz. Daha vaktimizin olduğunu görünce metroda istasyonlara bakarken, King's Cross İstasyonu gözümüze ilişince de, planımızda aniden ufak bir değişiklik yapıp, Harry Potter'ın şu meşhur duvar sahnesinin çekildiği Platform 9 3/4'i  görmeye karar verdik ve King's Cross Station'da indik metrodan.


 Platformun önünde sıraya girmiş Harry Potter hayranları ve onların fotoğraflarını çekmek için bekleyen ebeveynler. Ben mi? Yok ben sırada falan değildim. Ben sadece araştırmacı blogger olarak oradaydım :) (Laf aramızda Harry Potter'ı hiç seyretmedim) Bu arada King's Cross İstasyonu gördüğümüz diğer istasyonlardan biraz farklı olarak tarihi bir dokuya sahipti. 


Platform'un hemen yanında Harry Potter'la ilgili hediyelik eşyaların satıldığı bir de mağaza mevcut.

The Harry Potter Shop At Platform 9 3/4



Green Park

Dünyanın en kalabalık şehirlerinden biri olmasının yanı sıra dünyanın en yeşil şehirlerinden biri olma özelliğini de taşıyor Londra. Şehrin en merkezi yerlerinde insanların kolayca ulaşabilecekleri, yürüyüş yapabilecekleri, iş çıkışı kafalarını dinleyebilecekleri sayısız parka rastlamak mümkün. Biz de bu parklardan biri olan Green Park'ı dolaşarak gittik Buckingham'a.

Bulunduğumuz saat itibariyle orada bulunanların çoğunun tek derdi törene yetişmek ve töreni izleyebilmekti. Ama etrafta oturup dinlenenler, top oynayanlar, bisiklete binenler de vardı.


Buckingham Palace


Ve işte İngiliz kraliyet ailesinin resmi ikamet adresi Buckingham Sarayı ve askerlerin gerçekleştirdiği nöbet değişim töreni.



Biz ki "Beleştepe" den maç izleyen bir milletin evlatlarıyız, gerekirse o sarayın kapılarına tırmanır yine de o nöbet değişim törenini izleriz! 





Victoria Anıtı ve Buckingham Sarayı

Sarayın içini de ziyaret etmek mümkün. Fakat bizim zamanımız kısıtlı olduğu için böyle fazla zaman gerektiren ziyaretleri "başka sefere canım ya!" diyerek ve başka bir zamana erteleyerek genel bir hızlandırılmış tur yaptık.

Westminster Sarayı & Big Ben 

Westminster Sarayı, İngiliz Parlamentosu'na ev sahipliği yapan binadır. Bu bina 1834 yılında çıkan yangında büyük hasar görmüş ve uzun bir süre sonra binaya bir kule ve saat (Big Ben) eklenerek bugünkü ihtişamına kavuşmuş.

Westminster Binası ve meşhur Big Ben... 
Yapılan anketlerin çoğunda "Birleşik Krallık'ın en önemli simgesi" seçilen, dünyanın en büyük dört cepheli saatlerinden ikincisi olan Big Ben bulunduğu her fotoğraf karesinde çok güzel ama canlı canlı karşınızda durması muazzam...


Bu saatin asıl adı aslında "Saint Stephen's Tower" (Aziz Stephen'in Kulesi") mış. "Big Ben" (Büyük Benjamin) adı, kulede yer alan beş çandan biri için kullanılırmış. Bu çan tam saati, diğerleri de dört çeyrek saati gösterirmiş. Zamanla "Big Ben" çanının ismi kuleyle özdeşleşmiş.

Westminster ve Big Ben... Çekmeye doyamadık :)
Westminster ve Big Ben'i yakından görüp selfie, panoramik her türlü fotoğraf çektikten sonra Westminster Bridge üzerinde Thames Nehri'nin kıyısına doğru yürüdük. İkinci günümüzün büyük bir kısmını insan ruhuna çok iyi gelen bu kıyıda geçirdik diyebilirim.

Thames nehri kıyısı; oturup dinlenebileceğiniz, Big Ben'e karşı birşeyler atıştırabileceğiniz ve sonra London Eye'a doğru yürürken Big Ben'i ve London Eye'ı arkanıza alıp, yanınızdakilere de sarılıp sarılıp poz verebileceğiniz muhteşem bir kıyı. Akvaryum, London Dungeon, London Eye, tursitik hediyelik eşya satan dükkanlar gibi "Londra'da yapılması gerekenler" listesinin bir çoğu bu kıyıda bulunmakta.

London Eye


Veee Londra'nın gözü, London Eye'a uzuuuuuuuuuuun bir kuyruğun ardından yaka paça binmeyi başardık. Bu uzun kuyrukta kendimizi ülkemizdeki gibi hissetmemizi sağlayan, her milletten olan kuyruk arkadaşlarımıza sevgilerimi yolluyorum. Yarattıkları bu içten ambiyans için minnettarız kendilerine :) Herşeye rağmen üzerinde olup Londra'yı izlemek ve birazdan göreceğiniz kareleri yaşamak muhteşem bir his...


Biz çok güzel olduğumuz için, şimdi sizin dikkatinizi arkamızdaki Big Ben çekmemiştir. (Evet ekranı da kaplamışız birazcık, ondan da olabilir :) ) Big Ben manzarası için bir aşağıdaki fotoya bakınız please!

 London Eye'dan Westminster Sarayı, Big Ben & Westminster Bridge

Bu da London Eye'dan değişik bir açı...
London Eye'dan Hungerford Bridge manzarası

Yan kapsüldeki komşularımız :)


Aramızda London Eye'a ve Madame Tussaud'a daha önce gidenler olduğu için London Eye'a ve Madame Tussaud'a 3'er kişi gidecektik. Toplu bilet alımlarındaki indirimden yararlanarak Madame Tussaud ve London Eye'a 3'er ve London Dungeon'a da 5 bileti indirimli bir şekilde aldık. Madame Tussaud farklı bir bölgede olduğu için onu yarına sakladık ve hep birlikte London Dungeon'a girmeye karar verdik.


Aldığımız Biletler

The London Dungeon

Daha önceden adını duymuştum ama korkunç olması dışında nasıl bir gösteri olacağı hakkında bir fikrim yoktu. Bizi bir trene bindirecekler, etraftan korkunç yaratıklar çıkacak biz de en çok çığlık falan atarız sanmıştım. Hiç olmazsa oturup dinleniriz düşüncesiyle (ki buna çok ihtiyacımız vardı) London Eye'dan iner inmez kendimizi bu garip ve fantastik dünyanın içine attık.

The London Dungeon

Londra tarihinde yer almış "Karındeşen Jack" , "Büyük Londra Yangını", "İşkence" ve "Veba" gibi korkunç tarihi olaylardan esinlenerek ve ziyaretçilere kara mizahla karışık, aynı havayı yaşatmaya çalışan tiyatromsu bir aktivite The London Dungeon.

Ziyaretçilerin her bir bölüme kendi ayaklarıyla gittikleri, sonra da çığlık çığlığa birbirinin arkasına gizlenmeye çalıştıkları, kimi zaman yayılan kokulardan midelerinin alt üst olduğu 18 ana gösteriyi barındıran bu etkinlik haliyle hayal ettiğim gibi pek dinlendirici olmadı bizim için.

En sonundaki "Drop ride to doom" denilen bölümde habersiz çektikleri evlerden ırak hallerimizin olduğu fotoğraflarla karşılaşma anına da büyük bir metanet gösterdikten sonra (ki bence en zoru buydu :))) ) gerçek dünyanın o güzel kollarına koştuk hemen.



The London Dungeon Girişi

The London Dungeon'dan çıktıktan sonra binanın dinlenme salonunda ve dışarıda Thames'ın kıyısındaki banklarda uzun süre dinlenip Picadilly Circus'a gitmek üzere metro istasyonuna yöneldik. Picadilly Street'i, Regent Street'i, Oxford Street'i hakkını vererek gezemesek de şööyle üstünden bir tur atıp, hepimizin durup durup "Ayyy, ama evimiz çok güzel!" demesine sebep olan dairemize geri döndük.

Bu dolu dizgin ikinci gün yazımı; Picadilly ve Oxford Street'i (daha sonraki günlerde de oralara gittiğimiz için) atlayarak Regent Street ve orada yer alan Hamleys'in fotoğraflarıyla bitirmek istiyorum;

Regent Street


Üzerinde çok lüks mağazaların bulunduğu Regent Street mimari açıdan Paris'i andırıyormuş. (Ailemizin Evliya Çelebisi Nilüfer ablam öyle söyledi.:)) ) 

Hamleys

Regent Street üzerinde yer alan dünyanın en büyük oyuncakçı dükkanlarından biri olan 7 katlı Hamleys'de yorucu ama çok keyifli geçen ikinci günümüzü sonlandırdık. 

Vallahi ben yazarken de çok yoruldum, gerçekten ikinci günümüz çok tempolu geçmiş. Bakalım üçüncü günü yazarken neler hissedeceğim? (Yazar burada 3.günü de yazacağını belirtmek ve okuyucusuna "takipte kal!" mesajını vermek istemiş olabilir:) )






15 Ağustos 2014 Cuma

Londra Günlüğü -1

Bu yazımı, "Londra'ya yolunuz düşerse şunları yapın", "Şurayı görmeden dönmeyin" demek amacıyla değil, ne zamandır ihmal ettiğim blogumla hayatımda yaşadığım bu eşsiz ilk yurtdışı deneyimimi paylaşmak için yazıyorum ama aynı zamanda birilerine de rehberlik ederse ne mutlu bana!

Dünya'da en çok ziyaret edilen ikinci (birincisi Bangkok muş), Avrupa'da ise birinci olan bu şehri; dünayanın en güzel, en komik, en eğlenceli, en yorulmaz kuzenleriyle ziyaret etme şansına eriştim ve havasıyla, pahalılığıyla ilgili ne kadar ileri geri konuşulsa da ziyaret için insanların akın akın neden bu şehri tercih ettiğini anlamak fazla zamanımı almadı.

Londra o kadar kozmopolit bir şehir ki, metroda oturup kaçamak gözlerle etrafınızdaki insanlara bakarken, Tesco'da kasa kuyruğunda beklerken, Primark'ta alışveriş yaparken, her köşe başında rastlayacağınız pubların dışına taşmış insanların sohbetlerine kulak kabarttığınızda ya da otobüste birilerine adres sorarken bunu net bir şekilde görebiliyorsunuz ve böylesine kozmopolit ortamda asla yabancılık hissetmiyorsunuz. İlk defa gitmiş olsanız bile kendinizi bu şehrin bir parçası gibi hissediyorsunuz. İlk yurt dışı deneyimimi bu hislerle yaşamak muhteşemdi.

İşte bu deneyimimi, daha unutulmaz olsun diye gün gün anlatacağım. Bu ilk yazıda Londra'da geçirdiğimiz ilk gün var. Buyrunuz...


Londra'da 1.Gün (06.08.2014)


Atlas Jet'le yolculuk ettiğimiz için uçağımız Luton Havalimanı'na iniş yaptı. Havalimanından şehir merkezine birçok ulaşım yolu mevcut. Yukardaki harita da bu ulaşım yollarını göstermekte. Hava alanının çıkışında bizi, direkt Victoria'ya giden, her 15 dakikada bir kalkan National Express ve Green Line otobüsleri karşıladı. Londra merkezine daha hızlı ulaşmak için ise tren kullanılıyor. Biz hem etrafı görerek gitmek istediğimizden hem de daha ekonomik olduğundan otobüsü tercih ettik ve yukarıda görmüş olduğunuz pembe rotayı çizdik.


Luton Havaalanı'ndan Londra'ya ulaşımı sağlayan otobüslerin bulunduğu terminal. Ayrıca Treni tercih edenler de tren istasyonuna gitmek için bu terminalden kalkan araçlara biniyorlar.

Güzel bir yolculuğun ardından 4 günlüğüne kiralmış olduğumuz şirin dairemizin bulunduğu caddeyi bulmayı başarıyoruz.

Kuzenim Nilümm (soldan birinci olur kendisi) daireyi internetten kiraladığı için kalacağımız binanın girşinde Tesco olduğunu bilmiyorduk. Bizim için çok güzel bir sürprizdi bu. Görünce sevinçten ne yapacığımızı şaşırıp fotoğraf çektirdik :)

Londra'nın genelde bulutlu, çokça yağmurlu nadiren günlük güneşlik bir havaya sahip olduğunu defalarca duymuştum. Şansımız kendisini ilk olarak, Londra'nın o nadir güneşli havalarına denk gelmemizde gösterdi. Ve sonra altında bir süpermarket olan şirin mi şirin bu daireyi gördüğümüzde şansımızın da bizle birlikte seyahat ettiğini anladık. Bizi bırakmayacaktı anlaşılan. Benim için ise asıl şans; böyle güzel kuzenlere sahip olmaktı.


Veee Çılgınca düzenlediğimiz Makarna Partisi'ne hazırlanırken çekilmiş çılgınca bir fotoğraf (!) (Hasan çılgınca koltukta yatarken, Neşe ablam çılgınca makarnaları karıştırıyordu. Nilü, İrem ve ben de çılgın gözlerle onu seyrediyorduk :))) )


İstanbul'da "İstanbulkart" ne demekse Londra'da da "Oyster" o demek. Bu sebeple ilk işimiz birer tane bu karttan edinmek oluyor. Kartı her metro istasyonunda bulunan makinelerden ve gişelerden edinmeniz ve doldurmanız mümkün. Ayrıca kartı alırken vermiş olduğunuz 5,00-£ depozito ücretini ve kartta kalan kullanmadığınız kredilerinizi dönüşte iade alabiliyorsunuz. (İstanbulkart'ın Londra'da işi ne? İnanın ben de bilmiyorum; anlaşılan o da bir çılıgınlık yapıp, peşimize takılıp gelmiş kerata! :) )

Bu kadar çılgınlık yeter  deyip, biraz dinlenip, birşeyler atıştırıp ve yerleştikten sonra hava kararmadan kendimizi Londra sokaklarına atıverdik. İşte İlk günkü gezi rotamız:

1- Tower Bridge
2- Covent Garden
3- Leicester Square

Tower Bridge


 "Londra" denilince benim gözümün önüne gelen görüntü buydu. Çocukluğımdan beri; resimlerde, televizyonda, internette gördüğüm bu resmin karşısında olmak muhteşem bir histi. 

İlk gün, daireye dönüş haricinde otobüsle gezdik. Ama daha sonra hep tercihimiz metro oldu. Hem metro daha hızlı bir ulaşım aracı hem de şehrin her tarafında rahatlıkla görebileceğiniz haritalardan metro ağına bakarak gidilecek yeri bulmak çok daha kolay. 

Tower Bridge Manzarası

Farkettiyseniz panoramik fotoğraf çekmesini öğrendim :) 2 senedir kullandığım telefonun böyle bir özelliği olduğunu yeni öğrendiğim için evin içinde bile panoramik fotoğraf çekip durdum :)

Köprüdeki Tower'a çıkmak da mümkün ama bizim gittiğimiz saatte kapalıydı. Başka gün tekrar geliriz diyerek ve Tower of London'a da uzaktan bir göz kırpıp oradan RVI numaralı otobüse binip ayrıldık. (Tabi ki bir daha gitmeye fırsat bulamadık :) ama içimden bir ses bana oraya tekrar gideceğimi söylüyor)

Covent Garden, Russel Street, Leicester Square


Covent Garden; turistlerin akın ettiği, 7/24 sokaklarında türlü atraksiyonların olduğu, her turistik bölge gibi yeme içmenin pahalı olduğu ama hiç para harcamadan da sizi eğlendirebilecek bir semt. Biz de Tower Bridge'den otobüse atlayıp, gözünüz kapalı fotoğraf çekseniz bile onda sekiz  güzel kareler elde edebileceğiniz bu eğlenceli semtte inmeye karar verdik. Russel Street gibi müzikalleriyle meşhur sokaklarında gezdik, ardından Covent Garden'a çok yakın olan Leicester Square'ye yürüdük orada yemek yedik ve Londra'ya gelmişken müzikale gitmemek olmaz deyip üçüncü gün için müzikal bileti aldık


Covent Garden

Covent Garden Sokakları

Apple Market

Covent Garden Market'in önünde çeşitli sokak gösterileri yapılmakta

Müzikallerin ve Pubların bulunduğu cadde

Bulunduğu her fotoğraf karesini renklendiren telefon kulubeleri hemen hemen her sokakta var. Ancak dışı bizi, içi İngilizleri yakmakta. 

Russell Street



Publardan dışarı taşmış insanların ayaküstü sokak sohbetlerine her sokakta rastlayabiliyorsunuz.


Gündüzleri kendi halinde "Pub" olan mekanların geceleri "Clup"lara dönüştüğü, casinoların bulunduğu Leicester Square'yi de bir turlayıp müzikal biletimizi de aldıktan sonra Leicester Square Station'dan metroya binip güzel evimizin yolunu tuttuk.

Hangi müzikale gideceğimiz konusunda kararsızlıklar yaşayıp "The Pajama Game" adlı oyunda (iyi ki!) karar kıldık. Londra'daki 3. akşamımıza denk gelen Perşembe 19:30 seansındaki biletlerimizi cebimize atmış olmanın verdiği huzur ve heyecanla dairemize gidip, Londra'daki ilk gecemizde tatlı bir uykuya daldık.








Not: Arkası Yarın! (Belki yarından da yakın, olmadı bir kaç gün içinde yayınlarim, söz! Ne yapayım ama? Resimleri düzenlemem zaman alıyor, deliler gibi panoramik foto çekmişim :) )