Wikipedia

Arama sonuçları

12 Şubat 2014 Çarşamba

Bir Grip Masalı

          


        Bitkin olmam dışında her şey çok güzeldi aslında. Cuma günü için alınan bir rapor ve cumayla birleşince gözüme daha da güzel görünen bir hafta sonu; tavuk suyuna çorba pişiren, portakal soyan, gidip gelip ateşimi kontrol eden şefkatli bir anne; nasıl olduğumu merak edip arayan dostlar; hatta bana süt ve meyve getiren komşular... Grip olmuş bir insan daha ne ister ki? İstiyor işte doyumsuz insanoğlu! Hele bir de hasta psikolojisini varsayarsak! Canı sıkılıyor bir kere, ilgi çekmek istiyor ve herkesin kendisine acımasını; “Vah vah, ne kötü grip olmuşsun, kıyaaaamaaam yaaa, yavrum çok kötü üşütmüşsün sen!” demesini ve herkese nazlanıp bu ilginin sonsuza dek sürmesini istiyor. 

          Gribin en ağır safhasını geçirdikten sonra, lime lime olmuş kağıt peçetelerinle başbaşa kalınca saltanatın da bitiyor tabi. Odak noktası olmaktan çıkıp, sürekli burnunu çeken tembel bir yaratığa dönüşüyorsun. İşte bu ruh halinde olduğum dönemde; ki bence gribin en ağır safhası bu dönemdir; kitap okumaktan sıkılıp IQ seviyesi iç güveyden hallice olan telefonuma sarıldım, belki sanal dünyada aradığım ilgiye kavuşurum ümidiyle. Varlığımı kanıtlamak için sanal dünyaya “Heyyy beni unuttunuz mu? Buradayım işte, yıkılmadım ayaktayım” demek istedim çaresizce. 

          Instagram'ı tıkladım önce; kitapla ilgili olan etiketlere baktım millet ne okuyor diye. Sonra ana sayfaya geçtim, takip ettiğim insanlar ne yiyor ne içiyor acaba? “Vay canına herkes ne hoş resimler eklemiş, çok mutlu gözüküyorlar” dedim, buruşturup cebime tıkıştırdığım kağıt peçetemi alıp burnumu silerken.  “Hımm, ne lezzetli yemekler, ne şık sofralar, her gün böyle şık sofraya oturmak ne güzel bir his olmalı” diye düşündüm ve annemin sabahtan baş ucuma koyduğu büzüşmüş portakallardan bir dilim ağzıma attım. İştah kabartan resimlere, güzel manzara fonunda şık kıyafetlerle poz verilmiş mutluluk fışkıran karelere daha fazla bakmak istemedim, pıtırcıklı çoraplarım ve eşofmanlarım içinde kendimi çok paspal hissederek kapattım.

          “Hey sanal dünyanın geveze kuşu! Söyle bakalım; neler olup bitiyor senin aleminde” diye sordum twitter'a sonra. Dedi ki; “ne olsun be, cik cik!; #BugünGünlerdenGalatasaray,  #Yarınpazartesi, #ÖlümüneFener, #ÇarşıHerŞeyeKarşı, #nutellaaşkına #siyasetehiçbulaşma “
Peki o zaman ben seni rahatsız etmeyim. Hastayım biraz, merak etmişsindir belki beni diye uğradım. Derin mevzulara girmeyim şimdi. Yarın sabah işe başlıyorum uğrarım tekrar, beraber kahvaltı yaparız olur mu? " dedim. Başından savarcasına "#geçmişolsun", #herzamanbekleriz" dedi ve vedalaştık oracıkta.

          Biraz da Facebook'a bir görüneyim, bir iki face görür, karikatürlere bakar açılırım belki dedim. “Ooo bir sürü bildirim! Ne zamandır görünmüyorum ya arkadaşlarım beni merak etmiş olmalılar, canlarım yaaaa!”... Kısa bir an da olsa kendimi çok önemli hissetmemi sağlayan bildirim baloncuğunu patlattığımda oyun istekleri patır patır seriliverdi önüme. Anlaşılan kimsenin umrunda değilim burada da :( Şuraya “ayyyyy çok hastayım ama ölsem kimsenin umrunda değilim!” yazsam ilgi çeker miyim acaba? Saçmalama Dilek! Neyse ana sayfaya bir bakayım o zaman. Oooo maşallah, doğumgünleri, brunchlar, cafeler, barlar...Herkesin keyfi yerinde görünüyor. Biz burada yatak döşek yatalım, siz bozmayın keyfinizi hiç! Ben zaten bir arkadaşa bakmıştım ama aradığım arkadaş oyunlarla, gezip tozmalarla meşgul anlaşılan” diyerek atıverdim iq'sundan şüpheye düştüğüm telefonu, koltuğun üzerine...

          Kitaplığımdan bana göz kırpan "Düş Hekimi" ne kaydı gözüm sonra. Yıllar önce bir dergide görüp çok etkilenmiştim bir şiirinden ve hemen gidip edinmiştim bir kitabını. O anki ruh halime en iyi gelceğini inandığım o şiiri bulmak üzere sayfaları çevirdim. Uzun süredir görüşmediğim, dertleşmek için can attığım eski bir dostumla tekrar karşılaşacakmışım gibi içimi tatlı bir sevinç ve huzur kapladı birden. Ve işte buradaydı; hayırsız sanal dünyaya inat tüm heybetiyle sahici sahici karşımda duruyordu. Okumaya başladım satırları “dokunarak”; daha farkında olarak ve her bir satırına daha anlam yükleyerek...   

 “Basit yaşayacaksın!

Mesela susayınca, su içecek kadar basit.
Dört çıkacak, ikiyi ikiyle çarptığında.

Tek düğmesi olacak elindeki cihazın;
tek bir düğme, tek bir cümle gibi;
sevince lafı dolandırmadan söylediğin
“seni seviyorum” gibi.

Basit bir öpücük yetecek sana;
basit sıcak bir öpücük
ve o öpücükle dolacak tüm günlerin, tüm düşlerin.
O öpücük için yapacaksın hayatının kavgasını,
o öpücük için yiyeceksin hayatının dayağını.

Kabak çekirdeği verecek sana
rakamların veremediği mutluluğu.

El yazısıyla yazılmış eğri büğrü bir mektup olacak
en değerli kağıdın;
hep yanında taşıdığın,
atmaya kıyamadığın.

İki harekette giyiniverecek,
iki harekette soyunuvereceksin.
Kısacık olacak uyanman
ve yola çıkman arasında geçen süre;
kısacık olacak
sıcacık kollara dolanman
ve yolculuklara çıkman arasında geçen süre.

Kendin bile anlayabileceksin yazdıklarını;
bakışların bile anlatabilecek kendini.

Beklentilerin de basit olacak.
Kaf Dağı’nın önünde bekleyecek mutluluklar.
Bir ıslıkta bulabileceksin en uzun dostluk romanını;
ya da bir damla gözyaşı yaşatacak sana
en ucuz aşk romanını.

Pankreasının sağlığına dua edeceksin kapatırken gözlerini.
Zafer işareti yapacaksın tuvaletten çıkarken.

Bir kaşarlı tost olacak aradığın
nasıl oturacağını bilemediğin sofrada;
parmakların olacak en kıymetli çatalın.
Yine, aynı parmaklar çözecek en karmaşık denklemleri.
İskender’in kılıcı duracak avukat rehberinin yanında.

Bir filarmoni orkestrası veremeyecek sana
kontrplak bir gitarda, doğru basılmış bir
“fa diyez”in mutluluğunu.

Makyajın ilk “a” sına kadar bilmen yetecek.
Temizlik kokacak en pahalı parfümün

“Bilmiyorum” diyebileceksin bilmediğinde
ve çok normal olacak onu da bilmeyişin.
Tek dereden su getirmen yetecek,
bir “istemiyorum” diyebilmeye.

Ne durduğu fark etmeyecek abanın altında.

Saatin, sadece saati gösterecek;
Telefonunu sadece telefon etmek için kullanacaksın.
Küçük bir not defteri olacak bilgini en hızlı sayan.

Basit yaşayacaksın, basit.
Sanki yaşamın bir gün sona erecekmiş gibi
basit...”


"Yalçın Ergir - Düş Hekimi 2"


          Ve sonra annemin çok da "basit"e alınamayacak bir tonlamayla çıkan sesiyle yerimden fırladım: "Dileeeeek! Hadi topla süprüntülerini de sofrayı kur!" 


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder