Bitkin olmam dışında her şey çok güzeldi aslında. Cuma günü için alınan bir rapor ve cumayla birleşince gözüme daha da güzel görünen bir hafta sonu; tavuk suyuna çorba pişiren, portakal soyan, gidip gelip ateşimi kontrol eden şefkatli bir anne; nasıl olduğumu merak edip arayan dostlar; hatta bana süt ve meyve getiren komşular... Grip olmuş bir insan daha ne ister ki? İstiyor işte doyumsuz insanoğlu! Hele bir de hasta psikolojisini varsayarsak! Canı sıkılıyor bir kere, ilgi çekmek istiyor ve herkesin kendisine acımasını; “Vah vah, ne kötü grip olmuşsun, kıyaaaamaaam yaaa, yavrum çok kötü üşütmüşsün sen!” demesini ve herkese nazlanıp bu ilginin sonsuza dek sürmesini istiyor.
Gribin en ağır safhasını geçirdikten sonra, lime lime olmuş kağıt peçetelerinle başbaşa kalınca saltanatın da bitiyor tabi. Odak noktası olmaktan çıkıp, sürekli burnunu çeken tembel bir yaratığa dönüşüyorsun. İşte bu ruh halinde olduğum dönemde; ki bence gribin en ağır safhası bu dönemdir; kitap okumaktan sıkılıp IQ seviyesi iç güveyden hallice olan telefonuma sarıldım, belki sanal dünyada aradığım ilgiye kavuşurum ümidiyle.
Varlığımı kanıtlamak için sanal dünyaya “Heyyy beni unuttunuz mu? Buradayım
işte, yıkılmadım ayaktayım” demek istedim çaresizce.
Instagram'ı tıkladım önce; kitapla ilgili olan
etiketlere baktım millet ne okuyor diye. Sonra ana sayfaya geçtim, takip ettiğim
insanlar ne yiyor ne içiyor acaba? “Vay canına herkes ne hoş resimler eklemiş,
çok mutlu gözüküyorlar” dedim, buruşturup cebime tıkıştırdığım kağıt peçetemi alıp burnumu silerken. “Hımm, ne
lezzetli yemekler, ne şık sofralar, her gün böyle şık sofraya oturmak ne güzel
bir his olmalı” diye düşündüm ve annemin sabahtan baş ucuma koyduğu büzüşmüş portakallardan bir dilim ağzıma attım. İştah kabartan resimlere, güzel
manzara fonunda şık kıyafetlerle poz verilmiş mutluluk fışkıran karelere daha
fazla bakmak istemedim, pıtırcıklı çoraplarım ve eşofmanlarım içinde kendimi
çok paspal hissederek kapattım.
“Hey sanal dünyanın geveze kuşu! Söyle bakalım; neler
olup bitiyor senin aleminde” diye sordum twitter'a sonra. Dedi ki; “ne
olsun be, cik cik!; #BugünGünlerdenGalatasaray,
#Yarınpazartesi, #ÖlümüneFener, #ÇarşıHerŞeyeKarşı, #nutellaaşkına
#siyasetehiçbulaşma “
Peki o zaman ben seni rahatsız etmeyim. Hastayım
biraz, merak etmişsindir belki beni diye uğradım. Derin mevzulara girmeyim şimdi. Yarın sabah işe başlıyorum uğrarım
tekrar, beraber kahvaltı yaparız olur mu? " dedim. Başından savarcasına
"#geçmişolsun", #herzamanbekleriz" dedi ve vedalaştık oracıkta.
Biraz da Facebook'a bir görüneyim, bir iki face görür,
karikatürlere bakar açılırım belki dedim. “Ooo bir sürü bildirim! Ne zamandır
görünmüyorum ya arkadaşlarım beni merak etmiş olmalılar, canlarım yaaaa!”...
Kısa bir an da olsa kendimi çok önemli hissetmemi sağlayan bildirim baloncuğunu
patlattığımda oyun istekleri patır patır seriliverdi önüme. Anlaşılan
kimsenin umrunda değilim burada da :( Şuraya “ayyyyy çok hastayım ama ölsem
kimsenin umrunda değilim!” yazsam ilgi çeker miyim acaba? Saçmalama Dilek!
Neyse ana sayfaya bir bakayım o zaman. Oooo maşallah, doğumgünleri, brunchlar,
cafeler, barlar...Herkesin keyfi yerinde görünüyor. Biz burada yatak döşek
yatalım, siz bozmayın keyfinizi hiç! Ben zaten bir arkadaşa bakmıştım ama
aradığım arkadaş oyunlarla, gezip tozmalarla meşgul anlaşılan” diyerek
atıverdim iq'sundan şüpheye düştüğüm telefonu, koltuğun üzerine...
Kitaplığımdan bana göz kırpan "Düş Hekimi" ne kaydı gözüm sonra. Yıllar önce bir dergide görüp çok etkilenmiştim bir şiirinden ve hemen gidip edinmiştim bir kitabını. O anki ruh halime en iyi gelceğini inandığım o şiiri bulmak üzere sayfaları
çevirdim. Uzun süredir görüşmediğim, dertleşmek için can
attığım eski bir dostumla tekrar karşılaşacakmışım gibi içimi tatlı bir sevinç ve
huzur kapladı birden. Ve işte buradaydı; hayırsız sanal dünyaya inat tüm heybetiyle
sahici sahici karşımda duruyordu. Okumaya başladım satırları “dokunarak”; daha farkında
olarak ve her bir satırına daha anlam yükleyerek...
“Basit
yaşayacaksın!
Mesela susayınca, su içecek kadar
basit.
Dört çıkacak, ikiyi ikiyle
çarptığında.
Tek düğmesi olacak elindeki
cihazın;
tek bir düğme, tek bir cümle
gibi;
sevince lafı dolandırmadan
söylediğin
“seni seviyorum” gibi.
Basit bir öpücük yetecek sana;
basit sıcak bir öpücük
ve o öpücükle dolacak tüm
günlerin, tüm düşlerin.
O öpücük için yapacaksın
hayatının kavgasını,
o öpücük için yiyeceksin
hayatının dayağını.
Kabak çekirdeği verecek sana
rakamların veremediği mutluluğu.
El yazısıyla yazılmış eğri büğrü
bir mektup olacak
en değerli kağıdın;
hep yanında taşıdığın,
atmaya kıyamadığın.
İki harekette giyiniverecek,
iki harekette soyunuvereceksin.
Kısacık olacak uyanman
ve yola çıkman arasında geçen
süre;
kısacık olacak
sıcacık kollara dolanman
ve yolculuklara çıkman arasında
geçen süre.
Kendin bile anlayabileceksin
yazdıklarını;
bakışların bile anlatabilecek
kendini.
Beklentilerin de basit olacak.
Kaf Dağı’nın önünde bekleyecek
mutluluklar.
Bir ıslıkta bulabileceksin en
uzun dostluk romanını;
ya da bir damla gözyaşı yaşatacak
sana
en ucuz aşk romanını.
Pankreasının sağlığına dua
edeceksin kapatırken gözlerini.
Zafer işareti yapacaksın
tuvaletten çıkarken.
Bir kaşarlı tost olacak aradığın
nasıl oturacağını bilemediğin
sofrada;
parmakların olacak en kıymetli
çatalın.
Yine, aynı parmaklar çözecek en
karmaşık denklemleri.
İskender’in kılıcı duracak avukat
rehberinin yanında.
Bir filarmoni orkestrası
veremeyecek sana
kontrplak bir gitarda, doğru
basılmış bir
“fa diyez”in mutluluğunu.
Makyajın ilk “a” sına kadar
bilmen yetecek.
Temizlik kokacak en pahalı
parfümün
“Bilmiyorum” diyebileceksin
bilmediğinde
ve çok normal olacak onu da
bilmeyişin.
Tek dereden su getirmen yetecek,
bir “istemiyorum” diyebilmeye.
Ne durduğu fark etmeyecek abanın
altında.
Saatin, sadece saati gösterecek;
Telefonunu sadece telefon etmek
için kullanacaksın.
Küçük bir not defteri olacak
bilgini en hızlı sayan.
Basit yaşayacaksın, basit.
Sanki yaşamın bir gün sona
erecekmiş gibi
basit...”
"Yalçın Ergir - Düş Hekimi
2"
Ve sonra annemin çok da "basit"e alınamayacak bir tonlamayla çıkan sesiyle yerimden fırladım: "Dileeeeek! Hadi topla süprüntülerini de sofrayı kur!"
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder