Zamanı geri sarıp çocukluğunuza geri dönmeyi istediğiniz
oldu mu hiç? Ama "ikinci bir şans verilsin de hayatı sil baştan yaşayım, daha önceleri yaptığım hataları yapmadan daha güzel bir hayata kavuşayım" gibi çıkarcı düşünceler için değil; sadece ve sadece çocuk olmayı ve çocukluk etmeyi özlediğiniz için.
Hayal dünyamızı özgürce şekillendirirken ne çok
eğlenirdik değil mi? Hergün yeni bir kurgu, yeni bir senaryo, yeni bir idol bulurduk kendimize. Ait olmadığımızı hissettiğimiz; büyüklerin o can sıkıcı ve sahici dünyasına şaşkın şaşkın bakarken, biz kendi dünyamızda ne mutluyduk. Ve ne kadar özgürdük, hergün yeni bir kimliğe bürünürken değil mi?
Kimi zaman dünyaca aranan yetenekli bir futbolcu olurduk, kimi zaman hayat kurtaran
bir doktor. Bazen şefkatli bir anne, bazen insanların hayran hayran baktığı bir
pop star. Kimimiz elinde direksiyon, hın hınnn motor sesi efektiyle
(kendi efektimizi de kendimiz yapardık) usta bir şoför; kimimiz -her ne kadar
büyükler bu durumu garip karşılasa da- caddeleri pırıl pırıl yapan bir çöpçü (e
çünkü kamyonları çok ilginçti değil mi?). Her ne olursak olalım, işinin ehli olan bir profesyonel gibi tavırlar
takınırak, büyük bir ciddiyetle görevimizi icra ederdik. Bizim masum hayal dünyamızda
başarısızlığa ya da herhangi olumsuz bir şeye yer yoktu çünkü.
Kendi şekillendirdiğimiz hayal dünyamızda, olmayı istediğimiz kimliklere bürünmemizde bize yardım eden eski dostlarımız vardı bir de, hatırladınız mı? Büyükler "Oyuncak" derdi onlara hani. Kimimiz
şanslıydı, büyükleri hediye ederdi bu dostları; kimimiz de çok yaratıcıydı yoktan
var ederdi onları. Çok pahalı uzaktan kumandalı bir arabayı kullananımız da,
küçük bir çakıl tanesini kendi kafasında canlandırdığı son model bir otomobilmiş gibi kullananımız da aynı yere yolculuk ederdi aslında; kendi hayal dünyasına.
Yıllardır gitmeyi çok istediğim; Sunay Akın'ın bizlere armağan ettiği İstanbul Oyuncak Müzesi'ne gitme
fırsatı bulduğumda, o çok özlediğim bu yolculuğa tekrar çıkmış gibi hissettim yıllar sonra. Sevgili arkadaşlarım Nazan, Abdullah, Tuğba ve Süleyman ile birlikte eski dostları ziyaret ettik. Her bir odada ayrı bir tema olacak şekilde dizayn edilen müzenin büyüsüne kapılıp hem kendi çocukluğumuza geri döndük hem de yüzlerce yıl öncesinden itibaren, dünyanın dört bir köşesinde yaşamış olan tüm çocukların hayal dünyalarıyla tanıştık. Oyuncakların arasına serpiştirilmiş, görünce hatırlanan ya da çıldırırcasına "Aaa şunu hatırladın mı?" şeklinde dürtülerek birbirimize zorla hatırlattığımız o samimi, ince ayrıntılara hayret edici gözlerle baktık.
Çocuk ziyaretçiler ağırlıklı gibi görünse de o büyülü köşke adımınızı attığınız anda yaş seviyesi eşitleniyor. Öyle ki; çook eski günleri hatırlatan duygu ve düşüncelere sahip oluyorsunuz. Çocukça bir hisle "o benim olmalı, onunla oynamalıyım" diyorsun gördüğün o muhteşem Alman bebekevi için mesela. Tıpkı çocukluğunuzda inandığınız gibi oyuncakların bir ruh taşıdığına inanıyorsunuz tekrar. Kimse onlarla oynayamadığı için her birinin size üzgün üzgün baktığını farkediyorsunuz ve bir yandan
dokunamadığınız o oyuncaklar için, bir yandan da kendiniz için üzüntü duyuyorsunuz. Onlarla oynayıp, yeni yeni kimliklere bürünerek özgürlüğünüze yeniden kavuşmak istiyorsunuz.
Bu tür renkli, gelgit hisler ve düşünceler geçerken içinizden, tekrar bir çocuk gibi hissetmiş olduğunuzun farkına varıyorsunuz. Bu farkındalığın vermiş olduğu yarı mutluluk yarı hüzün hissiyle oradan ayrılırken de Sunay Akın'ın bir cümlesini düşünüp, onu taa yüreğinizde hissediyor ve ona minettar kalıyorsunuz;
“Özgürlüğü elinden alınan çocuğa “büyük” derler”
Her zaman "özgür" kalmak dileğiyle...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder