Wikipedia

Arama sonuçları

26 Nisan 2016 Salı

Kahperengi


Bu kitapla olan ilişkimi nasıl anlatsam size bilemiyorum. Neredeyse 4 senelik bir mazimiz var bizim bu kitapla. 2012 Tüyap fuarından almıştım kendisini. Yine fuardan 1 ay önce dayanamayıp internetten bolca kitap siparişi vermiş olmanın ağırlığıyla aval aval dolanırken standları, bari hiç değilse bir iki kitap alayım da piyasalar canlansın diyerek daha önce hiç okumadığım Hande Altaylı'nın iki romanını almıştım. Biri bu romandı diğeri Aşka Şeytan Karışır idi.

O zamanlar muhtemelen elimde başka kitap vardı okuduğum ve o kitap bitsin de Kahperengi'ye başlarım diye düşünmüştüm. Tabi ben o kitabı bitirene kadar bu kitaptan uyarlanan "merhamet" dizisi de aynı zamanlarda başlayıvermişti.

Türk televizyon kanallarında bir dizi oynayıp da bizim evden sektiği görülmediği için ben de annemin zorla izletmeye başlattığı, sonra bağımlısı olduğum ve sonlarına doğru "ıyyy, baydı abi bunlar da ya, bitirsinler artık" diyerek takip etmeyi bıraktığım bu diziyi izlediğim için kitaba bir türlü elim gitmemişti.

Daha önce anlattım mı bilmiyorum ama annemin sürekli bana dizi izletmeye çalışma gibi zaptedemediğimiz çılgın bir durumu vardır. Yeni başlamış olduğu bir diziyi beynime şırıngalamak için bana anlatırken yaşadığımız diyaloglar, hani "yaran tabu diyalogları" vardır ya, hep okunur da gülünür, işte onlar bizim evde oturma odasında yapılıyor sanırsınız. Ve bu kitabı görünce de dolaylı olarak o ilginç diyaloglarımızdan bir tanesi gelir aklıma hep;

Annem:Dün bi dizi başladı, bak izle çok güzel.
Ben: İsmi ne?
Annem: Ay neydi adı? Dur aklıma gelince söylerim.
Ben: E kimler oynuyor? onu söyle ben anlarım, reklamını görmüşümdür.
Annem: Hani renkli gözlü bir çocuk var ya?
Ben: Kıvanç Tatlıtuğ mu?
Annem: Yok. Hani, Kurtlar Vadisi'ndeydi de, ölmüştü de, insanlar gazetelere öldü ilanı vermişlerdi ya, renkli gözlü bi adam hani?
Ben: Oktay Kaynarca mı?
Annem: He! İşte, o değil de onun sevgilisiydi eskiden hani? Aynı dizide de oynamışlardı.
Ben: ??? Kim kimle aynı dizide oynadı? Hangisi bu dizide oynuyor? Ben neredeyim Allah'ım?
Annem: İşte, Oktay Kaynarca canım, onun eski sevgilisi yok mu? Böyle böyle konuşuyo hani? (Ses tonunu değiştirerek)
Ben: Heeeee, Özgü Namal mıııııııı? (annemin sesi Bülent Ersoy gibi çıksa da ben anlıyorum hemen)
Annem: He! İşte o kız oyunuyo...

Bunu burada anlatmam saçma oldu biraz ama aklıma geldi işte hehe. Neyse, bu kitabın dizisiyle de böyle tanışmıştık diyerek konuyu bağlayayım da romanı anlatmaya başlayayım artık yoksa bi daha toparlayamayabilirim.

Efendim, öyle böyle aradan 4 yıl geçmiş işte. Ben diziyi de, dizide oynayanları da dizide oynayanların eski sevgililerini de unutmuşken, annem artık dizileri bırakıp evde survivor izleyip havalara zıplarken "e artık bu kitabı bi okuyayım" dedim geçen gün.

Kitaba başlarken her ne kadar diziyi unuttuğumu sansam da kitabın ilk satırlarını okumaya başladığımda unuttuğumu sandığım dizi tekrar bilincimde canlanıverdi. Romanda bahsedilen Narin, renkli gözlü ve sarışın olmasına rağmen Özgü Namal'ı hayal ettim hep okurken. Sonra, Moskov, Şadiye, Mehmet, Deniz, Irmak, Fırat hepsi gözümde dizideki halleri ile canlanıverdi.

Ancak, okumaya devam ettiğimde bir şey dikkatimi çekti; Sermet, evet Sermet yoktu. Herkes vardı bi o yoktu... Hayır, bir şey değil, dengemi bozdu bu durum; kitabı kapatıyorum Sermet'i düşünüyorum, "Sermet ne zaman çıkacak ya?" diyorum, gece yatıyorum Sermet geliyor aklıma, sabah kalkıyorum Sermet... Ay çıldıracağım. Baskıda, Sermet'i kitaba koymayı unutmuşlar diyorum. Neyse, sonra internete bakıyorum ve görüyorum ki Sermet karakteri romanda yokmuş.

Diziyi izlememeyi çok isterdim. Çünkü kitabı okurken ne tam hayâl kurabiliyorsun ne de tam diziyle örtüştürebiliyorsun. Dizi ve kitabın birbirinden farklı çok yeri var. Meselâ, karakterlerin isimleri aynı kalmış ama dış görünüşleri farklı, başlangıç aynı ama final farklı. Hepsini geçtim, diziyi götüren Sermet karakteri kitapta yok. Oysa ki dizide Sermet çok önemli bir karakterdi. Yani, bir kitabın önce dizisini izleyip, sonra okurken de kendisine ancak bu kadar şaşırılırdı.

Diziyle bağdaştırmayı bir kenara bırakırsak, genel olarak güzel, sürükleyici sade anlatımlı bir roman diyebilirz.  Hande Altaylı'nın "Aşka Şeytan Karışır"ında da gördüğüm gibi çok sade bir anlatımı var. Kitapları kolay okunuyor. Narin'in bir geçmişe gidip bir bugüne dönme kurgusu da sürükleyici olmuş. Diziyi izlemediyseniz, kitabı okumadıysanız, önce okuyun sonra diziyi izleyin derim. Ama diziyi izlediyseniz, kitabı okumayın dengeniz bozulur. E çünkü Sermet yok :)



24 Nisan 2016 Pazar

Yani



Canımız Deep'imizin 4. kitabı "Yani" yi duyar duymaz sipariş vermiş ve bir tane edinmiştim. Edinir edinmez de okumaya başladığım bir kitap oldu kendisi aslında. Ancak zaman sorunsalı yaşadığım şu günlerde okuduklarımı -yaşadıklarımda olduğu gibi- bloga aktaramadım bir türlü. (Bu arada, her kitabını da aldım arkadaşımın, ahanda kanıtı der gibi fotosonu da yapıştırdım, hehe)

Benim kitap yorumlarım biraz tuhaf olur bilirsiniz. Yani insanlar okudukları kitapları neredeyse kelimesi kelimesine bloguna aktarır ki aradan zaman geçince açıp okuduklarında hatırlasınlar diye. Ben pek öyle yapmıyorum. Kitapta geçen cümlelerden ziyade bende bıraktığı etkiyi anlatmaya çalışıyorum daha çok. Tamam biraz da üşendiğim için yapıyorum bunu kabul, ama ben daha çok önermelik yorumluyorum kitapları. İçinde geçen cümleleri, olayları olduğu gibi anlatırsam bu pek önermelik yorum olmuyor, ki zaten "eh okumuş kadar oldum" der kitabı almak istemezsiniz sonra...

Neyse lafı niye bu kadar uzattıysam? Tamam, bu kitap hakkındaki önermelik yorumuma geçiyorum hemen...

Deeptone arkadaşımız bu sefer bizim için çok sevdiğimiz öykülerini derlemiş.  3 ana başlıkta toparlayacak olursak bu öyküleri;

1-Gece Öyküleri
2- Çağla Öyküleri
3- Simay Öyküleri

Bu 3 hanım kızımızı da tanıyoruz aslında, vakti zamanında Deep, bu kızcağızların öykülerinden bazılarını bizle paylaşmıştı. Ama kitaptakiler, daha uzun öyküler. Hepsi neşeli, neşeli insanın içini açan cinsten. Tam, çantaya atmalık ve canınız sıkıldığında da "ay dur açıp da bir Simay öyküsü okuyayım" demelik bir öykü kitabı olmuş.

Ben kitabı kitap yurdundan aldım idefix'te o zaman yoktu ama siz yine bi bakın gelmiş olabilir.  Keyifli okumalar...




20 Nisan 2016 Çarşamba

Sürprizlerle Dolu Büyükada Gezisi

Sevgili blogcuğum,
havalar tam da istediğimiz kıvama gelmeye başladı çok şükür. Kışın içine saklandığımız o sıkıcı kabuktan kurtulmamız ve kendimizi yine yollara vurmamız lazım artık.

Hal böyleyken ben de ufaktan bir antrenman yapalım istedim ve kendimi Büyükada'da buldum.


Vapurdan inip adaya ayak bastığımızda sudan çıkmış balık gibi olduk. Ne yapsak ne etsek bilemeden hemen iskelenin karşısındaki kafelerden birine kendimizi atıp birer çay söyledik ve yanımıza azık olarak aldığım kendi elceğizlerimle yaptığım o muhteşem eserlerimden biraz tırtıklayarak etrafı ve gelen geçenleri izledik.

Adaya gelmeden önce birkaç blog okumuştum ve hepsinden çıkardığım sonuç şöyleydi:

Büyükada'da yapılması gerekenler:

1- Aya Yorgi'ye çıkmak
2- Faytona binmek
3- Bisiklete binmek -
4- Dondurma yemek
5- Ali baba'da balık yemek

Evet genelde yazılanların özeti buydu. Ama tüm bunların yanında yapılması gereken en önemli şey (ki bunun için hiçbir çaba harcamaya gerek yok, o kendiliğinden oluyor zaten) anın tadını çıkarmaktı. Çok değil 20 dakikacık uzağımızda kalan şehrin keşmekeşliğinden, araba egzosundan, korna sesinden kaçmış insanları izlerken, kendimizi uzakta çoooook uzakta bir tatil beldesindeymiş gibi hissetmek en güzeliydi ve en özleneni...

Böyle hissetmemizi biraz da adadaki güzel mimariye ve her biri ayrı bir ruha sahip evler sağlıyordu.

Bisiklete mi binsek, yürüyerek mi turlasak, faytona mı binsek? İşte adada insanın kafasını en çok karıştıran sorular. Biz de bu konuda çok tereddüt yaşadık. Basında çok tepki gösterildiği için ilk başta faytona binmek istemedik ama sonra o yokuşu gözümüz kesmedi ve başka ulaşım aracı olmadığı için ne yazık ki buna mecbur kaldık.
Tur yapmadık ama Aya Yorgi'ye çıkmak için Lunapark denilen yere kadar faytonla gittik (iskeleden buraya 35-TL ödeniyor) ve enerjimizi o dik yokuşa sakladık, ki iyi ki de öyle yapmışız.
Adadan manzaralar...
Adanın dik yokuşlarının kahrını çeken faytonlar her şeye rağmen buranın ruhunu yansıtan en özel unsuruydu bence.

Gezdirecekleri turistleri bekliyorlar.
İşte Aya Yorgi'ye gitmek isteyenlerin faytonla gidebilecekleri son durak Lunapark denilen bu meydan. Biz de buraya kadar faytonla geldik ve o meşhur patika yolu tırmanmaya başladık.
Tırmandık tırmanmasına da... E insan onca yokuşu çıkıp da böyle küçücük bir yapıyla karşılaşınca bozulmuyor değil hani. Yani, Sümela gibi bir yapıyı hayâl ediyorsun ister istemez ama kan ter içinde tırmandığın o yokuşun sonunda insanı asıl etkileyen şey, o tepeye adını veren bu minik manastır değil de tüm adaları ve İstanbul'u izlemeye doyamadığımız şu müthiş manzarası oluyor. 
Muhteşem değil mi? Bence de öyle... 

Ve buraya gelirken de o dik yokuşu tırmanırken de bunun farkında değildim ama burası benim hayatımda çok önemli bir yere sahip artık. 

Neden mi? Şimdi bunu sana nasıl anlatsam bilemiyorum blogcuğum? Son günlerde biliyorsun ki sana fazla vakit ayıramıyorum. Aslında bunun sebebi de bu anlatacağım şeyde gizli biraz. Ama, evet bir açıklama yapmam gerek artık ve bunu nasıl yapmam gerektiği konusunda halâ hiçbir fikrim yok. Tamam kelimelerle anlatmaktan vazgeçtim ve sanırım şu iki fotoğraf sana her şeyi açıklayacak...


:)
İşte böyle blogcuğum... Aya Yorgi'ye çıkarken biri bana evlenme teklifi alacağımı söyleseydi asla oflamaz, puflamazdım ve koşa koşa tırmanırdım o yokuşu :) (Bu arada yokuşu tırmanırken Gökhan'ın neden hiç oflayıp puflamadığını da anlamış oldum :) )


17.04.2016 Pazar