Adını, modern dünyadaki küçük burjuvalardan "Böhöm böhöm, aslında hepimiz birer Gregor Samsayız şekerim" gibi cümlelerle pek fazla işittiğim ve Kafka'nın o, insanı depresyona sürükleyici anlatımı yüzünden okumayı sürekli ertelediğim "Dönüşüm" kitabını şaşırtıcı bir biçimde tek solukta okudum geçen gün.
Bizden beklenen sorumlulukları yerine getirir, cici çocuk olursak sevilip benimsenceğimizi, getirmezsek de herkesin -en acısı ailemizin bile- gözünde birer böceğe dönüşeceğimizi, felsefi ve sade bir biçimde anlatmış Franz Kafka. "Hem sade hem felsefi nasıl oluyor?" diye sormayın, olmuş işte.
Her insanın içinde yaşattığı bu eziklik, bu depresif hal bu kadar ince bir kitapta ancak bu kadar etkili anlatılabilirdi. Kafka'yı bu sebeple çok takdir ettim.
Kafka'nın anlatmaya çalıştığı, yüzyıllardır süregelen, günümüzde devam eden ve yüzyıllardır da sürüp gidecek olan bu saçma durum, biz doğar doğmaz başlıyor aslında.
Doğar doğmaz, bırak sorgulamayı gözünü bile açmadan ya kulağına ezanla birlikte ismini fısıldıyorlar ya da vaftiz ediliyorsun.Yani ismini de dinini de senin yerine seçiyorlar.
Sonra senin için uygun görülen okula gönderiliyorsun. Okula gitmek isteyip istemediğin ya da hangi okula gitmek istediğin sorulmadığı gibi okulda senin ilgin ve alakan dışında bir sürü ders seriyorlar senin önüne (evet Osmanlıca gibi. Ama o konuya girmeyeceğim. Daha derin bir konudan bahsediyorum şimdi) ya da tam tersi sen okula gitmek istiyorsun ama gitmemeni, erken yaşta hayata atılmanı uygun görüyorlar. Farketmez her olasılıkta senden tek şey isteniyor; başarılı olman. Öyle olmak zorundasın zaten, başka çaren yok. Yoksa böceğe dönüşürsün ve o yaşta buna dayanamazsın küçüğüm.
Sonra bitmeyen sınavlar, ilgin ve isteğin olmayan yine bir sürü konularda senden beklenen farklı farklı başarılar...
Erkeksen askerlik var bir de. O mevzuya da hiç girmiyorum. Bedellisi var, bedellsizi var; bu ara revaçta bir konu ama biraz karışık.
Mesleğini (daha doğrusu senin için seçilmiş mesleği) aldın mı eline? Daha duuur! Bitmiyor. Evet kendine biraz güvenin geliyor elbette. Hatta uzaktan bakıldığında o kadar güçlü görünüyorsun ki; bir uzaylı görse seni, bu yaşına tek başına, kendi kararlarınla geldin bile sanabilir.
Sen de bu sağlam görünüşünden cesaret alarak içinde kalan ve hayalini kurduğun uğraşılarla ilgili "Yazıktır içimde kalmasın" diyerek, son bir çırpınışla kurslara falan gitmeye yelteniyorsun. Ama ne yazık ki yine rahat vermiyorlar sana ve birden "Kazık kadar oldun ne kursu? Yaşıtların çoluk çocuğa karıştı!" cümlesiyle irkiliyorsun. E haklılar aslında gitar kursunda "caddelerde rüzgar, aklımda aşk var" melodisini çıkarıcağım diye boncuk boncuk terlerken çok komik görünüyorsun.
Çok haklılar, çoook! Belli bir yaşa geldin mi evlenmen gerekiyor ve üzgünüm ki bunun için hayatta gerçekleştirmek istediklerinin, öz be öz kendi hayallerinin zerre kadar önemi yok. Asıl önemli olan, toplumun senin için uygun gördüğü role bürünmen. Aksi kabul edilmiyor çünkü. Hele bir itiraz et, oracıkta böcek olursun bak!
Hadi diyelim, hayallerini gömdün ve toplumdan dışlanmamak adına yine onların istediğini yapıp evlendin. Fazla heveslenme hemen, en fazla 1 sene rahat bırakırlar seni. Anne ya da baba olma yaşını da en iyi onlar biliyor çünkü. Bu sefer de çocuk isterler senden. Neden? Çünkü, yeni yeni Gregorcuklara ihtiyaç vardır canına yandığım dünyada.
Sonra mı? Çok basit; sonra sen de geçmişte kendine vermiş olduğun "Ben çocuğuma asla böyle davranmayacağım, özgür bırakacağım onu" sözünü unutup, Anne ya da Baba Samsa'ya dönüşüvereceksin. Ve bu metaformoz -yani başkalaşım- bir kısır döngü olarak yüzyıllar boyu devam edecek.
İşte kitabı okurken aklımdan böyle düşünceler geçti. Hal böyle olunca, kitabı okuduktan sonra annenize, kardeşinize ya da babanıza şöyle dik dik bakabilirsiniz. Neden baktığınızı sorduklarında da "Bakamaz mıyım? Ha bir de nereye bakacağımı da size sorayım, iyi valla. Esir miyim ben? Alla alla yaa!" gibi kendi çapınızda atarlanabilirsiniz de. Bu bakımdan sakıncalı bir kitap aslında.
Örneğin kitabı bitirdikten sonra bende de şöyle bir etkisi oldu; hafta sonu evde temizlik vardı. Kafka'nın da etkisiyle "Bu ne ya? Hafta içi çalışıyorum, hafta sonu da temizlik... Köle miyim ben?" şeklinde söylendim. Kendimi resmen Gregor Samsa gibi hissetmiştim çünkü. Ama çok geçmeden annemin; "Önüne gelen yemeği yerken, ütülenmiş giysilerini giyerken hiç sesini çıkarmıyorsun ama, asıl ben köle miyim?" şeklindeki Kafka'ya taş çıkartacak felsefi cümlesiyle tekrardan ete kemiğe büründüm çok şükür.
Görüldüğü gibi Kafka bana iyi gelmiyor arkadaş! Ama yine de güzel kitap, okumadıysanız alıp okuyun.