Yirmili
yaşlarımın sonlarına doğru ürktüğüm o "üç" rakamına, iyice alışmış
hissediyorum kendimi. Öyle ki; bugün bir "üç" daha ekleyiverdim
yanına. Otuz üç tane yaşım oldu artık!
İçinde; mutluluk-üzüntü,
korku-cesaret, hüsran-başarı, curcuna-yalnızlık, heyecan-bıkkınlık,
aptallık-kurnazlık, güven-hayal kırıklığı, sevinç-öfke... gibi hayatımı
zenginleştiren her rengi barındıran tam tamına otuz üç adet yaş!
Bu açıdan
bakıldığında verdiği yenilenme ve büyüme hissi güzel olsa da doğum günlerinin
ve yılbaşlarının insan üzerinde yarattığı o gel-gitler biraz yorucu gelmeye
başladı doğrusu. Bir yanım
histerik bir coşku içersinde, neredeyse yoldan geçen hiç tanımadığım kişilere
bile “Hey biliyor musun; bugün benim doğum günüm, hadi tebrik etsene beni"
demek isterken, bir yanım da "Üfff! Kimseye çaktırmayım, "kaç
yaşında oldun?" diye sorup dururlar şimdi" der gibi depresif bir gizlenme
eğiliminde. Karmaşık bir ruh hali yani. Analiz etmesi, anlatması güç ama
herkesin yaşıyor ya da yaşayacak olması kuvvetle muhtemel olduğu için
anlaşılması sanırım çok kolay...
Her zaman
bardağın dolu tarafını görmeyi tercih ettiğimden, yaşlanmanın çaresizliğini
değil de yaş almış olmanın nimetlerini düşünmeye çalışıyorum bu gel-gitlerden
sıyrılmak için ben de. (Zaten başka bir çarenin de olmadığının farkında olarak)
"Bir kere
o; toy, güvensiz, kendini ispatlamaya çalışan insan değilsin artık"
diyorum kendime; "koskoca otuz üçsün, kendine gel!" Evet, insanlar
üzerinde "Ne dese doğrudur, vardır elbet bir bildiği" izlenimi
yaratmaya başladığını söyleyebiliriz. Eskisi gibi "sen anlamazsın, ne yaşadın
ki?" der gibi de bakmıyor kimse sana. Kumbaranda biriken yaşların
nimetlerinden faydalanma zamanı geldi sanırım.
Ayakların da yere değiyor artık bak! Ne 5 yaşındaki gibi etrafındaki her
şey ve herkes çok fazla büyük senden; ne de 20'lerindeki gibi sen, her şeyden
ve herkesten büyüksün. Her şey ve herkes normal boyutlardaymış anladın değil
mi?
"Öyleyse" diyerek devam ediyorum kendimle sohbetime (otuzlarında
insan kendisiyle daha mı çok konuşuyor ne?); aynı hizaya geldiğinize göre,
herkesle aran çok iyi olmalı. Her yaş grubuyla takılabilirsin, insanların
yaşı ve boyutu sorun değil artık senin için. Herkes de seninle vakit
geçirmekten hoşnut ayrıca. Yirmiliklerin “keşke adam yerine konulsam”, orta yaştan
biraz hallice olanların da “keşke biraz daha genç olsam” diye kastettiği
yaşlardasın çünkü. Görüyorsun değil mi? Herkes sana özeniyor, canım benim
süpersin (!)
Kariyerin de
oturmuştur artık. Yani; "girmediğim herhangi bir sınav kaldı mı? Varsa
hatırı kalmasın, ona da gireyim" gibi son telaşlarını da yaşayıp “büyüyünce
ne olacağım ben?” sorusunun cevabını bulmuş olman, hatta o cevabı yaşıyor olman gerekiyor, istesen de istemesen de.
Belki evlenmiş
de olabilirdin evet, hatta yaşıtların gibi patır patır çoluk çocuğa karışmış ve
mahalle baskısını üzerinde hissetmemiş de olabilirdin. Ama bunların hiç
biri olmadı. “Maalesef ki” mi olmadı “Neyse ki” mi olmadı hiçbir tahminin yok ve bu durum umurunda da değil üstelik. Bunlara takılmayı otuzunda bırakmıştın sen.
Yirmi dokuzuncu yaş gününde sırf etrafındakilerin çenesini kapatmak için “peri masalı
düğünü” dileyerek üflediğin pasta mumlarını, otuzuncu yaş gününde tamamen özgür
iradenle “sırt çantasıyla dünyayı dolaşma” hayaliyle üflemiştin çünkü.
Madem çoluk
çombalak yok, madem otuzlarındasın; o zaman dostum sen dünyanın en özgür
insanısın! Evren, mumları üflerken dilediğin şeyi gerçekleştirmen için tüm
olanaklarını sermiş ayaklarının altına farkında mısın? E hadi ama ne duruyorsun
hala? Yüklen çantanı! Sağlık, enerji, özgürlük ve sırf kendin için
harcayabileceğin para... Hepsi o çantada biliyorsun değil mi? Tüm bunları ancak
otuzlarında bir arada görebilirsin bunu da biliyorsundur umarım.
"Vay be! Ne güzel yaşlarmış bu
otuzlar!" diyerek içimi tatlı bir heyecan sardı birden. Bu gaz beni otuz dokuzuma
kadar idare eder herhalde.
Evet sanırım
şimdi daha iyiyim. Ruhum "doğum günlerinin" aslında güzel bir şey olduğu konusunda netleşti. Okulun ilk günü, tertemiz bir deftere şaşkın ve
heyecanlı gözlerle bakan bir çocuk gibi hissediyorum artık. Kalan hayatım da
hacmini bilmediğim ve mis gibi yeni kokan bu defter gibi önümde duruyor. Ve ben
biliyorum ki; güzel güzel yazmak da benim elimde, karalamak da... Üstelik
biriktirdiğim eski defterlerimden kopya çekmek de serbest!
Ve ilk cümlemi Nazım'dan araklıyorum hemen; "Yaşamak güzel şey be kardeşim"
İyi ki doğmuşum...
İyi ki doğmuşum...