“Her insanın bir hobisi olmalı” bu sözü nerde, ne zaman duydum ya da okudum hiç hatırlamıyorum ama hayatım boyunca o hobiyi bulmaya çalıştım ben. Sadece bir hobisi olan ve onu hakkını vererek uygulayan insanları takdir etmişimdir her zaman.
Bu sebeple kendime uygun bir hobi edinebilmek için çeşitli alanlara bodoslama dalmalarım olmuştur ki en ilginç olanı futboldu sanırım. Ortaokula gittiğim dönemlerde, okuldan arkadaşım Handan, Dinarsu'nun alt yapısında futbol oynardı. Bir gün onun peşine takılarak antrenmanlara gitmeye başlamıştım. Ali ve babam sayesinde o dönemlerde tek televizyonlu çekirdek bir ailenin üyesi olarak bütün maçları ve maç sonrası yorumları izlemek zorunda kaldığım için yeterince futbol bilgimin olduğunu düşünüyordum. “Takım için faydalı olabilirdim. Kim bilir belki de yeni bir yıldız doğuyordu?” Bir hevesle gittiğim ilk idmanda hoca beni diğer kızların yanından ayırıverdi – bir an için yeteneğimi keşfetti herhalde diye düşünmüştüm- elime bir top verdi ve bir duvarı gösterip, git duvarla paslaş dedi. “Ne saçma” diye düşündüm çünkü daha önce izlediğim hiçbir spor programında duvarla paslaşan bir futbolcu görmemiştim. Mecburen, dediğini sıkılarak da olsa yapıyordum. Ne kadar sıkıldığımı size, duvarların dili olsa da anlatsa. Sonuç; futbol maceram yaklaşık bir ay sürdü, jübile yapmadan sessizce yeşil sahalardan ayrılma kararı aldım.
Yine arayışta olduğum dönemlerde müziğe de sulanmışlığım vardır. Bir dönem ses getiren BBG evinde, ismini hatırlayamadığım gitar çalan bir kız vardı, ona özenerek aldığım gitarla olan anım, sadece onu aldığım gündü sanırım. Liseden arkadaşım Yeliz'le yağmurlu bir kış akşamında İMÇ' ye kadar gidip uzun bir pazarlık sonucu almıştım onu. Adamı istediğim fiyata ikna edemeyeceğimi anlayınca “o zaman bize bunu da hediye et” diyerek parmaklarıma taktığım o dönemin meşhur Tarkan zilini -ya da Shakira zilini- işaret etmiştim. Yeliz'e verdiğim ziller edindiğim gitardan daha çok faydalı olmuştur herhalde. Birkaç kez tıngırdattıktan sonra, “ilerde ders alırım” fikriyle ertelenerek salonun kapısının arkasındaki yerini aldı yıllarca uslu uslu yerinden kıpırdamayan gitarım, ta ki birkaç yıl önce alt komşumuz Meral ablanın benim gibi hobi arayışında olan oğlu Ahmet Furkan'ın gitarı olana kadar. Umarım orada mutludur.
Bir ara kendimden şüphelenip “ Acaba benim söz yazıp, beste yapma yeteneğim var da farkında değil miyim?” gibi bir düşünceye kapılmıştım. Öyle ya denemeden nasıl emin olabilirdim ki. Oturup Sezen Aksu gibi besteler -hiç değilse Serdar Ortaç gibi de olur- yapmaya çalışıyordum. İlk önce sözleri yazıyor, sözlere de melodiler yapmaya çalışıyordum, beceremeyince “ böyle olmaz ilk önce melodi çıkarıp, sonra sözü her türlü yapıştırırım üstüne” şeklinde ilginç teknikler deniyordum. Aslında ortaya çıkanları saklayıp yetenek programlarında sergileseydim Ajdar'ın tahtını sallayabilirdim ama iyi bir dinleyici olarak kalmak benim için en doğrusuydu sanırım.
Çocukluğum ve ergenliğim Karagümrük, Balat ve Eyüp gibi dar sokakları ve yokuşları olan semtlerde geçti. Çok istememize rağmen bisiklet alınmadı bize. Annem bir arabanın altında kalmamızdan korkardı. Bu yüzden bisiklete binmesini bilmezdim. Bir gün “neden bir bisiklet alıp da binmesini öğrenmiyorum ki ben? Bundan güzel hobi mi olur?” sorusu belirdi kafamın içinde. Böylece ilk bisikletimi yirmili yaşlarımda almış olmuştum ve artık ben de bisiklete binebiliyordum. İşten eve koşarak gidiyordum tıpkı okuldan eve koşarak giden çocuklar gibi. İlk bisikletim, benim için çok özeldi çünkü onda öğrenmiştim çocukken öğrenemediğimi. Bu yüzden iki ay sonra çalındığında çok üzülmüştüm. Sonra yenisini aldım, ama o her zaman özel kalacaktı benim için.
Bir sabah işyerinde uykulu gözlerle karşımda açık duran televizyona şuursuzca bakıyordum, canlı yayında Ebru Şallı pilates yapıyordu. Kafamda “ deli mi bu kadın, bu saatte ne yapıyor böyle” gibi -aslında uykusu olan biri için çok da mantıklı sayılan- deli sorular eşliğinde izlemeye başladım onu. İzlerken bile kaslarının açıldığını hissettiren yeni hobimle böyle tanışmıştım. “ Yaşasın Pilates Kardeşliği!” Pilates en uzun soluklu hobim oldu benim, iki yıl düzenli yaptıktan sonra yeni hobilerle ilgilenmem sonucu düzensizleşse de hep hayatımda oldu, olacak da.
Hani büyüklerimiz bize her zaman der ya “gençliğinin kıymetini bil evladım” diye her zaman düşünmüşümdür kendi kendime “gençliğinin kıymetini bilmek nasıl olur” “aynanın karşısına geçip, canım gençliğim, güzel gençliğim aman da yesinler seni mi diyeyim yani, ne yapayım” diye. Ama biraz yol almaya başlayınca insan fark ediyor ki dünyadaki zenginliklerden yararlanmak için ihtiyacımız olan en önemli şey zaman. Boşa harcanmayacak kadar çok değerli ve insanı eğlendirebilecek, dinlendirebilecek, eğitebilecek o kadar çok uğraşı var ki zaman hepsiyle uğraşmamıza yetecek kadar fazla değil. Aslında hangi yaşta olursa olsun, insan yaşının kıymetini bilmeli ve hakkını vermeli. Gençliğimizde edindiğimiz deneyimler sonucu ilerleyen yaşlarımızda bize uygun meşgaleleri daha rahat bulabiliriz. Örneğin yaşlandığımda futbol oynamayacağımdan emin olabilirsiniz.
Yazının başında dedim ya “her insanın bir hobisi olmalı” diye “hobi aramak” benim en büyük hobim oldu sonunda. Yeni hobilere yelken açmadan önce elimdeki 2000 parçalı puzzle ı bitirmeye çalışıyorum bu aralar.