Ağladım ilk önce; korktum, çekindim. Yabancısı
olduğum bu dünya ürkütmüştü beni. Kendimi savunmasız ve küçücük hissediyordum.
Kim bilir ne gibi tehlikeler vardı beni bekleyen? Evet, çok korkuyordum...
Vay canına! Her şey, herkes ne kadar da büyüktü öyle! Kocaman gözler, kocaman kafalar, kocaman eller vardı etrafımda. Minicik
görünüyor olmalıydım onların yanında.
Çevremdekiler büyük ve korkunç olmalarının yanı
sıra biraz da gariptiler doğrusu; tuhaf tuhaf hareketler yapıyorlardı bana.
Komiklerdi hatta bazen eğleniyordum diyebilirim. Evet, evet, sanırım benden hoşlandılar. Ha
haa! Bana uzaktan öpücük bile yolluyorlar, gerçekten çok komik bunlar yaa!
Ne oldu ama? Nereye kayboldular? Gözümü kapatmaya
gelmiyor arkadaş, ne biçim bir yer burası? Tam da alışmıştım oysa. Sevmeye
hatta güvenmeye bile başlamıştım. Arkamı döner dönmez neden hepsi yok oldu? Hiç
tekin değilmiş demek ki bu koca kafalar, komiklikler yapıp kayboluyorlar sonra,
olacak iş mi bu?
Sadece biri bırakmıyor beni, sanırım bir tek ona
güvenmeliyim. Üstelik içlerinde en güzel o kokuyor; geldiğim cennet var ya, tıpkı onun gibi… Zaten "O"nu kokusundan tanıyorum hemen. O koku
sakinleştiriyor beni, ciğerlerime çektiğimde güven doluyor her bir hücrem... Ne
kadar huzur verici!
Beni kucağına alıyor, sarmalıyor ve hiç
bırakmıyor. Gözlerimi kapasam da gitmiyor, diğerleri gibi... Hiç korkmuyorum
onun kollarında. Beni memnun etmek için elinden geleni yapıyor. İhtiyacım olan ne varsa fazlasıyla veriyor. Benden iyi biliyor neye ihtiyacım olduğunu ayrıca. Karnım acıkıyor doyuruyor, altımı temizliyor,
canım sıkılıyor gezdiriyor. Gece uykum kaçıyor, bas bas ağlıyorum kalkıp
benimle sabahlıyor. Hatta uyumam için danalı, bostanlı şarkılar söylüyor bana, buna pek anlam veremiyorum ama işe yarıyor sanırım. Kısaca hep beni düşünüyor. Ne iyi! Melek dedikleri şey bu olmalı!
Biraz büyüyorum... Konuşmaya başlıyorum, “O”nun
kadar kelimeleri düzgün söyleyemesem de çok seviniyor, takdir ediyor bu çabamı. Her söylediğim kelimeye kahkahalar atıyor (biraz fazla mı gülüyor ne?); “O”nu
izleyerek daha pek çok şey öğreniyorum ve cesurca sergiliyorum hepsini. Her
birinde de çok heyecanlanıyor, çok mutlu oluyor. Hatta bazen abartıp ağlıyor, çok garip... Beni ne kadar sevdiğini iliklerime kadar hissediyorum. Ve bu güvenle yaşamaya
devam ediyorum. Muhteşem!
Büyüyorum hayret edici bir hızla.
Gelişiyorum, kendimi ispatlamaya çalışıyorum "Ben büyüdüm artık kimseye
ihtiyacım yok" demek, kendi kararlarımı kendim vermek
istiyorum. Zamanın, gelişen bir kavram olduğunu ve gelişen bu zamana “O”ndan daha iyi ayak uydurduğumu düşünüyorum. “O”nun düşüncelerini artık
bebeklik günlerimdeki gibi sorgusuzca kabullenemiyorum. Kendi doğrularımı
yaşamak ve herkese bu doğruları kabul ettirmek istiyorum.
Sadece "O"nun kahramanı olmak yetmiyor, dünyayı fethetmem gerektiğini düşünüyorum. Sevgi arsızı oluyorum. Daha fazla insan tanımak,
daha fazla sevmek, daha fazla sevilmek ve çok daha fazla insana güvenmek istiyorum. "O" ise koruma içgüdüsünü hiç kaybetmeden, bana sürekli anlam veremediğim hatta gereksiz bulduğum uyarılarda bulunuyor. “O”nunla çatışmalara, kavgalara giriyorum bu yüzden...
Sonra “O” benim bu deliliklerimi, bu asiliklerimi
hoş görüyor. (Her ne kadar bunu “ne halin varsa gör!” şeklinde dile getirse de
böyle düşündüğünü tahmin ediyorum ben) Çünkü biliyor ki; bazı şeylerin yanlış
olduğunu anlatamayacak bana, ancak ve ancak ben yaşayarak anlayabileceğim neyin yanlış neyin doğru olduğunu; işte
bu yüzden kulağımın ucuyla dinlediğim öğütlerini de peşime katarak özgür bırakıyor beni, tam da istediğim gibi...
Kanatlarımı takıp uçmaya başlıyorum ben de. İlk
başta bulutlar başımı döndürüyor, "Oh be, özgürlük gibisi yok"
diyorum. Şaşkın ve meraklı gözlerle dünyaya tepeden bakıyorum, tanımaya çalışıyorum
araştırmacı ruhumla dünyayı. “O”nun gözünden kaçanları, yakalamaya çalışıyorum
ukala bir kâşif gibi. Etrafımda bana hayran hayran bakan gözleri fark ettikçe,
gururum okşanıyor. Kendimi dünyanın en güzel, en cesur, en mükemmel uçan yaratığı zannediyorum. Tüm
dünya bana hayran... Kendi kanatlarımla başım dönüyor adeta... Ne hoş!
Deliler gibi kanat çırpmaya devam ediyorum.
Yükseliyorum; yükseğe, daha yükseğe, en yükseğe... Sonra, ne kadar yüksekte
olduğumu merak edip aşağıya bakıyorum. O anda içim ürperiyor; her şey çok minicik kalmış, sesimi kimse
duyamayacak kadar uzaklaşmışım herkesten ve kendimi olmak istediğimden de çok büyük ve bir o kadar da yalnız hissetmeye başlıyorum aniden. “Evrenden çıkmak üzereyim” diye telaşa kapılıp kanat çırpmayı kesiyorum. Zaten
çok yorulmuştum, daha fazla kanat çırpacak gücüm de kalmamıştı diyorum kendimi teselli ederek.
Sonra o da ne? Kanatlarımı bir yerlere taktığımı
fark ediyorum, kırmışım kanatlarımı. Daha çok paniğe kapılıyorum bu sefer. Başlıyorum kontrolsüzce düşmeye, düşerken de
etrafımdakilerin alaycı bakışlarını hatta kahkahalarını fark ediyorum. Çaresiz
gözlerle hızla düşmeye devam ediyorum. "Anneeeeeeee, anneeeeeeeee" diye
ağlayarak, hoppp (!) popomun üstünde buluyorum kendimi. Dizlerim, kollarım her
yerim yara bere içinde kalıyor. Canım çok acıyor. Kontrolsüzce ağlıyorum sadece... Ne yazık!
Dünyaya yeni gelmiş o bebek halim gibi
savunmasız ve acemi hissediyorum tekrar kendimi. Korunmaya ve sarmalanmaya ihtiyacı olan küçücük bir bebek...
Kafamı çevirdiğimde ise bir tek
“O”nu görüyorum yanımda yine. Elinde pamuk, tentürdiyot ve şefkatli (aynı zamanda “gördün
mü dünyanın kaç bucak olduğunu?” diye soran) bakışlarla yaralarımı sarmaya
çalışan, milyonlarca kez dünyaya gelsem de milyonlarca kez “annem” olarak tercih edeceğim o melek kadını buluyorum sadece...
"Bir tek annem olsun bana birşey olmaz" şarkısı çalıyordu sanki fonda. Ve bana güven veren o kokuyu ciğerlerime, alabildiğince çekiyordum tekrar... Ne şans!
Şans diye bir şey varsa eğer, o da böylesine
koşulsuzca sevilmek olmalı.
Bu şansla yeryüzüne düşmüş bebeklerden koşulsuz sevgilerini esirgemeyen tüm meleklere sevgiyle....