Anlatmaya başlamadan önce belirtmek istediğim bir husus var. Gezi yazılarımla alakalı bana bildirmiş olduğunuz güzel ve olumlu görüşleriniz ve bu alana yoğunlaşmamı istediğinizi belirttiğiniz kamçılayıcı sözleriniz beni çok ama çok mutlu etse de, "Karalamacalarım" çok yönlü bir blogdur, bu böyle bilinsin isterim. Burada; bazen gezi, bazen kültür-sanat, kah magazin, kah siyaset, kimi zaman günlük tadında, kimi zaman eleştri havasında... kısacası ruhuma o anda iyi gelecek ne varsa onu göreceksiniz. Var olma sebebi de bu zaten; ona içimi dökeyim, hayatımdan izler taşısın ve beni mutlu etsin diye var bu blog, hepsi bu.
Yani dostum, burada patron benim ve canım ne isterse onu yazarım, o kadar! Anlaştık mı? :) Hadi o zaman kemerlerini tak ve peşime takıl. Yazın son çırpınışlarında yaptığım ve bana ilaç gibi gelen yolculuğumu anlatmaya başlıyorum;
İlk olarak duraklarımızı söylüyorum:
* Bozcaada
* Assos
* Truva
* Çanakkale Şehitliği
Bu bölümde sadece Bozcaada var. Diğer durakları da tek bölümde birleştirip anlatmayı planlıyorum ama söz veremem, canım ne zaman ve nasıl isterse... :)))
Bozcaada
İlk durağımız, tüm günümüzü ayırdığımız Bozcaada oluyor. Bu küçücük adayı gezmek için 1 gün yeter diye düşünürken denizin karşısına geçip, hiçbir şey yapmadan tüm gün orada öylece oturabilirdim. Deniz o kadar güzeldi ki ne gezmek, ne yemek, ne de herhangi bir turistik aktivite... hepsi bir anda uçup gitti aklımdan.Neyse efendim güneş-kum-deniz benim olsun, size onların dışında gördüklerimi ve pek donanımlı rehberimizden duyduklarımı aktarayım özetle. Sonra da adanın güzelliklerini yakalamaya çalıştığım fotoğrafları paylaşacağım.
Türkiye'nin üçüncü büyük adası olan Bozcada'ya ilk yerleşimin, Antik Çağ zamanında, Midilli'de yaşayan Aiolya halkının bir kısmı tarafından yapıldığı zannedilmekteymiş.
Antik Çağ'dan bu yana da Persler'in, Romalılar'ın, Bizanslılar'ın Venedikliler'in, Cenevizliler'in ellerine geçen Ada'nın bizim egemenliğimize girmesi ilk kez Fatih Sultan Mehmet zamanında olmuş ve bu zamandan sonra Ada, Piri Reis haritasında "Tenedos" yerine "Bozcaada" olarak anılmaya başlamış. Tabi bu dönemden sonra tekrar Venedikliler tarafından defalarca kuşatılmış, Ruslar tarafından da yakılıp, yıkılmış hatta Çanakkale Savaşı sırasında Fransızlar ve İngilizler tarafından işgal edilip lojistik destek merkezi olarak da kullanılmış. Ama nihayetinde bugünkü siyasi kimliğini 24 Temmuz 1923'te Lozan Antlaşmasında kazanarak Türkiye Cumhuriyeti'nin egemenliğine girmiş.
Anlayacağınız üzere, Ada'nın başına gelmedik kalmamış ve hatta geçenlerde 3. derece doğal sit alanı olduğu için el sürmenin yasak olduğu Bozcaada'nın "Kentsel Gelişim" adı altında imara açıldığına dair bir haber okudum. Manşet şöyleydi: "Bozcaada Betonada mı Oluyor?" Bu da demek oluyor ki adayı bu çağda da rahat bırakmıyorlar. Neyse, ben bu konuda yorum yapmak istemiyorum, bu yazının gezi yazısı olmasını istiyorum çünkü "Hayırlısı..." diyerek, fotoğraflara geçiyorum.
Daha önceleri "Tenedos" diye anılan Ada, Osmanlı zamanında uzaktan bakıldığında boz bir renge sahip olduğu için "Bozcaada" ismini almış. |
Bölgeye hakim olan rüzgarlardan ötürü uzun ağaçlar yetişemeyen Ada'nın bitki örtüsü bodur bitkilerden ibaret. Bu yüzden boz bir görüntüye sahip. |
Cam gibi berrak ve serin suyun içinden hiç çıkmak istemedik. Gerçekten çok güzeldi... |
Seyri de doyumsuz... (Dalmış gitmiş pozu veren ikuş da ayrı bir renk katmış tabi :) ) |
Bakın işte bu da "İşler kesat!" adlı çalışmam :) |
Polente adanın meşhur eğlence mekanıymış |
Mor Meyhane |
Deniz Kestanesi |
Mavi-Beyaz... |
İncik, boncuk... Her birinde aynı şeyler, ama yine de bakmaktan kendini alamama hallerinin sebebi rengarenk tezgahlar |
Veee magnetler... |
Çok keyifli bir gün geçirdik Bozcaada'da. Şehirden uzaklaşmak için haftasonu gelinebilecek güzel bir yer. Uzun serbest vaktimizi son damlasına kadar Ayazma Plajı'nda geçirdiğimizden, civarı çok gezemediğimiz için kalınabilecek yerler hakkında pek bilgim yok.Yalnız şu kadarını söyleyebilirim ki denizi tek kelimeyle muh-te-şem! Gerisi teferruat zaten.Yani bir tatilci ne ister ki? Muhteşem bir deniz, temiz pak bir oda, akşamları da balık ekmek. Miss! Zaten ada çok küçük olduğu için keşfetmek fazla zaman gerektirmiyor. 2 gün bilemedin 3 gün keyifli bir tatil yapılabilir Ada'da.
Veee uzaktan bakıldığında "boz" ama içindeyken "mavi-beyaz" renkli olan adaya "Hoşçakal!" diyerek yorgun ama keyifli bir şekilde Geyikli'ye giden feribota atladık ve ayrıldık bu güzel yerden. |
Rehberimiz ertesi gün için daha kültür ağırlıklı bir gezinin bizi beklediğini ve daha çok yorulacağımızı söyleyerek bizi uyardı. Bu yüzden Edremit'teki otelimize varır varmaz yemeğimizi yiyip odamıza çekildik. Gerçi ilerleyen saatlerde aşağıdan gelen "Angaranın bağları, büklüm büklüm yolları" sesiyle bir an için içimizde deli fırtınalar kopmadı değil ama tabi ki üşengeçliğimiz bu saçma savaştan galip çıktı. Ertesi gün turdaki teyzelerden "Niye gelmediniz? Biz çok eğlendik" soruları gözlerimizin şaşkınlıktan pörtlemesine sebep olsa da şahsım adına ben uyuduğum için asla pişman değilim. Her zaman söylediğim bir söz vardır, yeri gelmişken söyleyim: "Yaşasın uyumak!" :) Ayrıca bizi, yaşlarıyla ters orantılı olan enerjileriyle utandıran o teyzeleri de buradan tebrik etmek istiyorum. Böyle teyzeler etrafımızda hep olsun! Ve hayat tatil olsun!
İşte bu teyzelerle geçirmiş olduğum Assos, Truva ve Çanakkale Şehitliği maceramızı merak ediyorsanız beklemede kalın. Sevgiler...